(The Turkish Post) – Bu hafta Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler”ini tekrar okuma imkânım oldu. Bazı yazarlar ve bazı eserler birden fazla okunmalı. Her okuma zihin zindanlarımda ayrı bir kapı aralayışı sunuyor.
Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler”i, yalnızca bir kitap değil, aynı zamanda modern dünyanın en yakıcı sorularına ayna tutan bir manifesto.
Kimlik ve aidiyet ilişkisini sorunsallaştıran Maalouf’un bu eseri, içerisinde çok derin, anlamlı ve somut gerçeklikle örtüşen analizler barındırıyor. Lübnan’da doğan, anadili Arapça, dini Hristiyan olan ve 22 yıl Fransa’da yaşayıp, tüm eserlerini Fransızca yazan Maaoluf, “Kimlik nedir?”, “Aidiyet nedir?”, “Bu iki kavram arasındaki ilişki nasıl açıklanmalıdır?” gibi sorulara öznel bir bakış açısıyla cevap arıyor.
Yazar, kimliklerin karmaşık labirentinde gezinen bireylerin ve toplumların hikayesini, hem kişisel bir iç döküm hem de evrensel bir uyarı olarak sunuyor.
Eser, doksanlı yıllarda yayımlansa da, bugün hâlâ, hatta belki daha da fazla geçerliliğini koruyor. Peki, bu küçük ama güçlü kitap bize ne söylüyor, ve neden hâlâ bu kadar önemli?
Maalouf, kitabın başında açıkça bir soru soruyor: “Bir insan, hangi kimliğiyle tanımlanmalı?” Bu soru, özellikle çok kültürlü bir geçmişe sahip olanlar için tanıdık bir yankı uyandırır. Lübnan doğumlu bir yazar olarak Maalouf, kendi kimliğinin Arap, Hristiyan, Batılı, Doğulu katmanlarını sorgularken, bu katmanların bireyi nasıl bir çıkmaza sürükleyebileceğini gözler önüne seriyor.
“Ölümcül Kimlikler”in temel tezi basit ama sarsıcıdır: Kimlikler, eğer mutlakiyetçi bir şekilde ele alınırsa, çatışmaya, hatta şiddete yol açabilir. Maalouf’a göre, bir kimliğe sıkı sıkıya sarılmak, diğer kimlikleri reddetmek anlamına gelir ve bu reddediş, bireyleri ve toplumları kutuplaştırır.
Eserin en çarpıcı yönlerinden biri, kimliklerin “ölümcül” niteliğinin nasıl ortaya çıktığına dair sunduğu tarihsel ve kültürel analizdir. Maalouf, din, dil, milliyet ve etnik köken gibi kimlik unsurlarının, zamanla nasıl birer savaş nedeni haline geldiğini örneklerle açıklar. Örneğin, Yugoslavya’nın dağılması, Ruanda’daki soykırım veya Ortadoğu’daki mezhep çatışmaları, Maalouf’un “ölümcül kimlik” kavramını somutlaştırır.
Ancak yazar, bu durumu yalnızca bir suçlama olarak bırakmaz; aynı zamanda bir çıkış yolu önerir: Çoklu kimliklerin kabulü…
Maalouf’a göre, bir insan yalnızca bir kimlikle değil, birçok kimlik katmanıyla var olur. Örneğin, bir kişi aynı anda bir Müslüman, bir Türk, bir dünya vatandaşı ve bir sanatsever olabilir. Bu katmanlar arasındaki denge, çatışmayı değil, zenginliği getirir.
Maalouf’un üslubu, hem poetik hem de eleştireldir. Kendini bir “dünya vatandaşı” olarak tanımlayan yazar, kimliklerin sabit ve mutlak olmadığını, aksine akışkan ve dönüşebilen yapılar olduğunu savunur. Bu görüş, günümüzün kutuplaşmış dünyasında özellikle dikkat çekicidir.
Sosyal medya çağında, kimlik politikaları sık sık birer savaş alanı haline geliyor. Irk, din, cinsiyet veya milliyet etrafında şekillenen tartışmalar, Maalouf’un uyarılarını adeta kanıtlar nitelikte. Yazarın dediği gibi, “Kimliklerimizi bir savaş zırhı gibi giymek yerine, bir diyalog köprüsü olarak kullanmalıyız.”
“Ölümcül Kimlikler”in bir diğer güçlü yanı, bireysel ve kolektif düzeydeki bu çatışmayı aynı anda ele almasıdır. Maalouf, kendi hayatından örnekler vererek, bir Lübnanlı olarak hem Arap hem de Batılı kimlikleri arasında nasıl bocaladığını anlatır. Bu kişisel deneyim, esere samimi bir ton katar ve okuyucuyu kendi kimlik sorgulamasına davet eder.
Peki, bu kitap bize ne öğretir? Belki de en büyük ders, kimliklerin bir tehdit değil, bir zenginlik kaynağı olabileceği fikridir. Maalouf, farklılıkların korkulması gereken bir şey değil, kucaklanması gereken bir gerçeklik olduğunu savunur.
Tabii, Maalouf’un önerdiği çözüm, çoklu kimliklerin kabulü her zaman kolay bir yol değildir. Günümüz dünyasında, popülist liderler ve milliyetçi hareketler, kimlikleri birleştirici bir güç olarak değil, ayrıştırıcı bir silah olarak kullanmaya devam ediyor. Ancak “Ölümcül Kimlikler”, umutlu bir ses olarak bu karanlık tabloya bir ışık tutar. Yazar, kimliklerin ölümcül olmaktan çıkması için empati, iletişim ve anlayış gerektiğini ısrarla vurgular.
Amin Maalouf’un “Ölümcül Kimlikler”i, yalnızca bir kitap değil, aynı zamanda aynaya bakmaya cesaret edenler için bir rehber. Kimliklerimizin bizi birbirimize bağlaması mı, yoksa ayırması mı gerektiği sorusu, hâlâ cevabını bekliyor. Maalouf’un mesajı net: Eğer kimliklerimizi birer duvar olarak değil, birer köprü olarak görürsek, belki de daha az “ölümcül” bir dünya yaratabiliriz.
Bu eser, 2025 yılının karmaşık dünyasında, hâlâ okunması ve üzerine düşünülmesi gereken bir başyapıt.
Korktukça tutsak, ümit ettikçe özgürüz. Korkmadan iyiliği yaymaya, beraber yaşamın tuğlalarını örmeye devam edelim.
Romalıların mektuplarında sık rastlanılan bir ifade: Se vales, valeo (Sen iyiysen ben de iyiyim). Sevdiklerimizin, çocuklarımızın, tüm insanlığın gülüşünü, tebessümünü hissedip yakalamak huzurlu kılıyor insanı.
Huzur vermek, sevmenin en duru, en iyi yolu. Huzurlu bir dünya diliyorum.