(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
“Sevgili Kürtler!” diye söze başlayan bir yorumcunun YouTube kanalını izliyorum. “Araplar Türklere isyan etti, şimdi 22 tane devletleri var; biz neden isyan etmiyoruz? Bizim devletimiz neden yok?” diye soruyor. Devleti, İstanbul’un lüks semtlerinden birinde arsa veya ev sahibi olmak zannedenlere, yaman çelişkilerini anlatmak çok zor.
Arapların 22 tane devletleri yok, hatta tek bir tane bile yok. Benzin istasyonu gibi pompanın başında saltanat sürenleri ve bir türlü kanun üstünlüğüne geçemeyen despotik yönetimleri devlet mi zannediyorsunuz? Baksanıza küçücük Kuzey Irak Kürdistan Yönetimi bile birbirine düşman iki otoriteden meydana geliyor. KYB ile KDP’yi yanına Yeni Nesil Hareketini de alıp, her yerde aynı kuralın işlediği bir devlet düzeni tesis etmek üzere bir araya getirebilir misiniz? Potansiyel olarak yeryüzünün en despot devletine duyulan bu özlem, Kürtlere ne kazandırır? “Bırakın kendileri karar versin” diyebilirsiniz. Abdestinden şüphesi olmayanlar için elbette bir sorun yok, ama onun da bir bedeli var.
Keçecizade Fuad Paşa ile III. Napolyon arasında Girit üzerine yapılan pazarlığı hatırlatayım. Fransa İmparatoru şımarık bir tonlama ile “Kaça satarsınız?” diye soruyor. Nüktedan Paşamız “Aldığımız fiyata” cevabını veriyor. Ne eksik, ne fazla. 1669’da Köprülü yönetimi Girit’i 20 yıl süren savaşlar sonrasında Osmanlı mülkü haline getirirken toplam olarak 250 bin şehit vermiştik. Fuad Paşa’nın biçtiği fiyat işte budur.
Kendi devletinin kâbusunu gören Kürt milliyetçileri için, bu anekdotu tehdit olsun diye hatırlatmıyorum. Yaşanmış ve yüzlerce örneğin yer aldığı tarihten çıkacak netice: Olacak olan budur, başka türlüsü olmaz.
İşte bu yüzden vatandaşı olduğumuz devleti demokratikleştirmekten, özgürlüklere ve temel haklara saygı gösterir hale getirmekten, hukukun üstünlüğüne bağlamaktan başka çaremiz yok.
ZİYA GÖKALP VE GENEL İRADE
Dün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucu aklını temsil eden, bir asır önce vefat eden Büyük Mürşid’in, Ziya Gökalp’in mezarını ziyaret ettim. Türklük ve Kürtlük için onun koyduğu ölçü hala geçerli. “Türkü sevmeyen Kürt Kürt değildir; Kürdü sevmeyen Türk Türk değildir” demişti. Ayrıca ne yaptığını, nasıl bir yol haritası çizdiğinin gayet iyi biliyordu. Ruhu şad, mekânı cennet olsun.
İşte bu kurucu aklın keşfettiği ve benimsediği, Cumhuriyetin temellerine yerleştirdiği temel ilkelerden biri, Rousseau’cu “genel irade” kavramıdır. Atatürk bu kaynağı Montesquieu’yu da dahil ederek Meclis’te detaylı olarak anlatmıştır. Genel İrade, bireylerin (Erdoğan’ın) ve grupların (AK Parti’nin) özel ve sıklıkla çelişkili çıkarlarından ayrı, toplumun genel çıkarını (gelecek kuşakları da kapsayan) ifade eder. Bizim, “milletin âlî menfaatleri” dediğimiz şey işte budur. Devlet her daim bu âlî menfaatleri korumak ve kollamakla görevlidir. Ortak payda, eşit ve özgür bireylerden meydana gelen, yasanın üstünlüğü altında yaşayan topluma mensup olmaktır. Aklıyla, çıkarları ve savundukları ile bu genel iradeye dahil olamayanları dairenin dışına almalısınız.
ESKİ YARALARI KAŞIMAK
Durduk yere çıkan Seyyid Rıza ve Şeyh Said tartışmasının tarafları bu dairenin dışındadır. Yaşananlar, bilhassa Seyyid Rıza’nın gördüğü muamele, geçmişte toplu halde yaşanan acıların sembolü haline geldi. Evet, devlet yasaya karşı çıkıp isyan edeni yargılar ve hükmünü icra eder; ancak geride kapanmayacak yaralar bırakmaz.
Bu yaraları kaşımanın, efelenmenin de hiç kimseye yararı olmaz.
Devlet ile doktriner Türklük ve Türkçülük arasında özdeşlik kurmaya kalkanlar nüanslara dikkat ederek biraz tarih okumalılar.
Osmanlı devletini büyük bir cihan devleti haline getiren, yüzölçümünü üç katına çıkaran iki savaş, başkalarına karşı değil Türklere karşı yapılmıştır. Şah İsmail’in ordusu silme Türklerden meydana geliyordu ve Kürtler Yavuz’un yanında ölüm-kalım mücadelesi vermişti. Hemen sonra Mısır’ın fethiyle sonuçlanan iki savaşta da karşımızda Türklerin yönettiği Memluk devleti duruyordu.
Devleti demokratikleştirmekten, hukukla kayıtlı hale getirmekten başka çıkar yolumuz yok. Kürt sorununun üstesinden gelebilmek için özgürlüklere ve temel insan haklarına saygılı bir devlet yaratmalıyız. Aksi durumda bir Türk-Kürt çatışması Türkiye’yi ve tek tek herkesi bir cehenneme ve despotik bir yönetime mahkûm eder. Bu yüzdendir ki Kürt sorunu, Türklerin de demokratik bir devlete sahip olma sorunudur.
Mesele demokrasi ve hukukun üstünlüğü meselesidir.
Genel irade bu yöndedir.