(The Turkish Post) – HALİM YILMAZ
Türkiye’de iki farklı yapı var. Artık bunu kabul edelim. Birincisi iktidarı bütün yanlışlarına ve hatalarına rağmen sonuna kadar savunanlar. İkinci grupta ise muhalefet kanadının yılmaz savunucuları. İki grubun doğru ve yanlışları tamamen farklı. İktidar cenahında bulunanlar, muhalefetin doğrularını kesinlikle yok saymaya ant içmişler adeta. Örneğin İstanbul ve Ankara gibi iki kritik şehirde büyükşehir belediyelerinin topluma dokunan projelerini, “yok” saymak amacıyla ciddi bir çalışma yapıyor. Muhalefetin de iktidardan geri kalan yanı yok. Örneğin iktidarın topluma temas eden adımları da, muhalif edasıyla eleştirmeyi kendine görev addetmiş sanki.
İşte toplum böyle karpuz gibi iki eşit parçaya bölünmüşken, ülkenin güvenliği ile ilgili de bazı ciddi sorunlar kendini göstermeye başladı. iktidar kanadı her ne kadar, ciddi bir güvenlik algısını yok saymaya çalışsa da, maalesef sorunlar ortada. İşte asıl problemin kaynağı da burada başlıyor. Siz sorun yok dedikçe, bir yumak gibi büyüyerek devam edecek. Ancak kabul ettiğiniz bir soruna ancak çözüm üretme çabanız olur.
Örneğin birkaç gündür Türkiye gündemini takip etmeye çalışıyorum. İnanır mısınız, sanki sokaklar Teksas gibi. Duyduğum kadarıyla insanlar, sokakta başkalarıyla temas kurmakta zorlanıyormuş. Bunun sebebi de trafikte ya da farklı bir ortamda tepkinin neticesinin hesap edilemez olması. İşte sorunun kaynağı buradan kaynaklanıyor. Devletin kurumları sokakta, işte ve sosyal alanlarda güvenliği tam sağlayamadığında, herkes çözümü kendileri üretmeye çalışıyor. Şunu kabul etmemiz gerekiyor. Ali Yerlikaya’nın İçişleri Bakanlığı koltuğuna oturmasının ardından ciddi adımlar atıldı. Ancak Süleyman Soylu döneminde ne yazık ki, öyle bir enkaz oluşmuş ki, toprağı kazdıkça enkaz çıkıyor. Suç örgütü liderlerine verilen kimlik kartları, vatandaşlıklar ve uyuşturucu mafyalarının ülkeyi yol geçen hanına çevirmesi. Yerlikaya ve ekibi mücadele etmeye çalışsalar da “tuz kokmuş” bir kere. Yeniden eski ortamın oluşması çok zor. Ve zaman alacağı aşikar.
İşte size birkaç örnek. Gaziantep’te aracındaki uyuşturucuyla yakalanan polis memurunun Mersin Emniyeti Organize Suçlarla Mücadele Bürosu’nda görevli olduğu ortaya çıktı. Polisin uyuşturucuyu götürdüğü kişi ise yine Mersin Emniyeti’nde Narkotik Suçlarla Mücadele Bürosu’nda görevli. S.N. sorguda uyuşturucuyu Diyarbakır’dan alıp Mersin’e götürdüğünü, uyuşturucunun kendisine ait olmadığını, kendisi gibi Mersin Emniyeti’nde görev yapan bir meslektaşına ait olduğunu anlattı. Neresinden tutarsanız tutunuz ortada ciddi bir sorun var. Devletin uyuşturucu ile mücadele için görevlendirdiği iki polis, resmen ülkede uyuşturucu baronluğu yapıyor. Haydi bu iki polise güvenin. Bu şahıslarla birlikte uyuşturucu ile mücadele edin. Bunun tek bir sebebi var. Kısa yoldan zengin olma düşüncesi. Devletin üniformasını giyen iki memur, bu güvenlik şemsiyesi adı altında kendilerine suç örgütü kurmuş ve bundan da milyonlarca lira kazanç elde ediyor.
MAHKUM CEZAEVİNDEN FİRAR ETMİŞ, KİMSENİN HABERİ YOK!
Olayla bunlarla kalsa keşke. Olayın merkezi Ankara. İnanır mısınız, ben uzaklardan şaşırıyorum. Okuyunca sizler de şaşıracaksınız. 17 yıl hapis cezası alan ve kısa süre önce yakalanarak cezaevine gönderilen suç örgütü lideri Ahmet Aramaz, başkent Ankara’da polislerden kaçarken bir mağazaya girerek kendini vurdu. Aramaz’ın bu olayla birlikte cezaevinden kaçtığı ortaya çıktı. Yanlış okumadınız. Cezaevinde olması gereken bir suçlu, elini kolunu sallayarak, demir parmaklıklar arkasından kaçmış. Nasıl bir kaçmaysa? Burada birilerinin parmağının olmadığını kimse söyleyemez. Adalet Bakanlığı bu süreci titizlikle yürütmeli. Açık söyleyeyim bu olay başka bir ülkede olsaydı, Adalet Bakanı çoktan istifa etmişti. Azılı bir suçlu cezaevinden kaçıyor ve kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Keşke yazılacak konular bunlarla sınırlı kalsa. Bir dönem dünyanın en güvenilir şehirleri arasında gösterilen İstanbul’da İsrail vatandaşı Filistinli iş insanları Anas Abdel Qadir (30) ile Fadı M., kendileri gibi İsrail vatandaşı Filistinlilerce susturuculu silahla saldırıya uğradı. Qadir hayatını kaybetti, Fadı M.’nin durumu ciddi. Saldırganların Bulgaristan’a kaçtığı tespit edildi. Burada ciddi bir istihbarat açığı söz konusu. Kabul edin, ya da etmeyin. Yabancı bir ülke istihbaratı senin ülkende, operasyon yapmış. İstediği infazları yaptıktan sonra da elini kolunu sallayarak, sınır dışına çıkmış.
Şimdi bu şartlar altında, ülkede güvenlik sorunu yok diyebilir misiniz? Şayet bir polis memuru, uyuşturucu sevkiyatı yapıyor ve bunu ticarete çevirmişse, bu kişilerden başka suçlar beklenmez mi? Bu şartlar altında bulunan memurların, rüşvet almayacağını, istihbarat paylaşmayacağını, yardım yataklık etmeyeceğini, İçişleri ve Adalet Bakanları garanti edebilir mi? Benim cevabım maalesef hayır. Çünkü güvenlik bürokrasisinde eski İçişleri Bakanı döneminde tuz kokmuş. Yeniden eski günlere dönmekte zaman alacak. Bundan dolayı İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’da düşen, kokan tuzları gözünün yaşına bakmadan teşkilattan uzaklaştırmak. Aksi durumda bir arpa boyu yol almayacağını hatırlatmak isterim.