(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Bugün kitap, film yazılarına ara vererek biraz dertleşelim istiyorum. Konu sıkıntısı çektiğim için değil. İnanın, masamın üzeri, ‘Beni yaz…’ diyen kitaplarla dolu. En üstte ‘kokular’ kitabı… İçinde ‘ne ilginç ve şaşırtıcı bilgiler’ var bir bilseniz… Merak duygularınızı harekete geçirmek için söylüyorum. Sakın, ‘merak hislerimizi yitirdik’ demeyin. Vakti geldiğinde koku konusunu sizinle paylaşmaktan geri durmayacağım.
‘İkigai’ var sonra… Yaşlılık ve hayat üzerine… Eğer merak duygularınız ölmüşse, size kötü haberim var, ‘kesinlikle yaşlanmışsınız’ demektir. İhtiyarlık üzerine de sohbet edeceğiz. Ama zamanı gelince… ‘Serbest Fırka’ olayı sırasını bekliyor. ‘Ali Fethi Okyar’ın anıları’ masamın en görünen yerinde. Bir ara zihnime düştü, bu hafta yazmaya niyetlendim. Fakat ‘zafer haftası’ nedeniyle vazgeçtim.
30 Ağustos’u da ‘vesile ederek’ gelin bugün biraz Atatürk ve Kemalizm üzerine konuşalım, sohbet edelim. Ben bir köyde doğdum, rüzgar beni İmam Hatip’e sürükledi. Bilinçli bir tercih mi? O yaşlarda ne tercih yapacak bilgiye, ne bilince ne de fırsata sahiptim. ‘Rüzgar’ demem boşuna değil, kuru bir yaprak gibi savruldum ve bir İmam Hatip okulunun bahçesine düştüm. Pişman mıyım? Kesinlikle değilim.
‘O halde memnunsundur’ derseniz bu soruya da cevabım; ‘Hayır’. İmam Hatip’te okumak hayalim veya idealim değildi ki, orada eğitim görmek beni memnun etsin. İkisinin arasında bir yerde ve ruh haliyle genç ömrümün yedi yılını bu okula verdim. Çok şey öğretti okul bana, çok istifade ettim. Galiba, hayatımı okulun bahçesi ve koridorlarında öğrendiklerim, derste öğrendiklerimden daha fazla şekillendirdi ve yönlendirdi.
Yani rahmetli Necmettin Erbakan’ın İmam Hatipler için ‘arka bahçemiz’ demesi boşuna değil. Gerçekten okulun siyasi bir havası vardı. Ama arka, ama ön bahçe ‘milli görüş ve Erbakan ismi’ bize sempatik görünürdü. Aynı mektepte okuyup siyasete meyleden arkadaşlar AK Parti’den milletvekili seçildi. Ve her dönem de mutlaka Meclis’te bir temsilci bulundurdu benim okul. Bülent Arınç ismine taa okul yıllarından aşinayım. Hiç unutmam dersleri ekerek bir grup arkadaşla konferansına gitmişliğim bile var.
İmam Hatipler dün Erbakan’ın bugün ise AK Parti’nin arka bahçesi… Her imam hatipli AK Parti’nin veya Erdoğan’ın bir propagandistine dönüştü. Ve AK Parti’ye dini anlam yükledi. Bir bakıma kutsadı. AK Parti’nin toplumun kılcal damarlarına kadar nüfuz etmesinin en büyük nedeni bu. İmam veya başka bir meslek yapıyor olsun bir kişi eğer imam hatip mezunuysa Erdoğan siyasetine ilgisiz kalması düşünülemez. İstisnaları vardır elbette. Ama adı üzerinde ‘istisna’…
İmam Hatip okullarının misyonu sadece camilere imam veya müezzin yetiştirmek değildi. Öyle olsaydı ilçelere varıncaya kadar imam hatip okulu açılmazdı. Camilerin sayısı belli, memurların kontenjanı belli… İmam Hatiplerin misyonu ‘imanlı nesil’ yetiştirmekti. Hem normal orta öğretim, hem de dini ders müfredatı doğrusu, oldukça ağırdı. Kış aylarında akşamın karanlığında ders yaptığımız yılları hatırlarım. Ders sayısı fazlaydı, bazen günlük 10 saate kadar çıkardı.
Muhafazakar mahallenin göz bebeğiydi İmam Hatipler… Sadece Erbakan değil, Süleyman Demirel’in de bu okulların çoğalmasında büyük etkisi oldu. Solda böyle bir proje gelişmedi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ‘Köy Enstitüleri’ acaba bu kapsamda değerlendirebilir mi? Belki… Solun arka bahçesi gibi işlev gördüğü söylenebilir. Sol edebiyat ve siyaset dünyasına fikir ve kadro katkısı yaptığı muhakkak. Fakat pek uzun ömürlü olmadı.
Sol, sanat okullarına da pek ilgi göstermedi. Endüstri meslek okulları solun pekala ilgi alanı ve arka bahçesi olabilirdi.
Lafı nereye getireceğimi kestirmiş olmalısınız. İmam hatipler, köy enstitülerini yendi. Siyasal İslam’ın iktidar serüveninde İmam Hatiplerin hakkı teslim edilmeli. Ama iktidar ne İmam Hatiplere ne de Siyasal İslam’a yaradı. İmam Hatipler rakiplerini yendi ama kendi iddialarına yenildi. Paraya, makama, koltuğa, kadına tarihin eşini az kaydettiği biçimde mağlup oldu. Bugün karşımızda bir mağluplar güruhu var. Başları önde… Alınlarında suç ve günahların lekesi…
Siyasal İslam’ın akıbeti de aynı. Hiçbir iddiasından yüz akıyla çıkamadı. Sandık savaşlarını kazandı fakat gönül savaşlarını kaybetti. Kendi ile olan savaşını yani. Bugün yaşanan tam bir bozgundur. AK Parti’nin CHP karşısında gerilemesi solun zaferi değil, Siyasal İslam’ın kendi yenilgisidir. Kendine yenilince, sandıkta gerilemek mukadder oldu. Ve çok daha kötü bir final bekliyor.
Biraz uzun bir giriş oldu… Buradan Atatürk meselesine geçebiliriz artık. İmam Hatipliler Atatürk’ü pek sevmez. Neden mi? Devrimler yüzünden… Harf devrimi, şapka inkılabı gibi reformları din kriterine vurduğunda bazı ‘sorunlar’ görür. Bu topraklarda bütün yenilik hareketleri toplumun tepkisiyle karşılaşmıştır. Evet, Atatürk din, tarih ve toplumun değerleriyle daha barışık tedrici bir değişim yolu izleyebilirdi. Fakat çok keskin, sert ve radikal davrandı.
Atatürk ‘şapka devrimini’ yapmasaydı, bugün sarık veya fes takıyor olmayacaktık. Zamanın ruhu kıyafetlere de yansıyor. Oysa, ne fesin dini yönü var, ne de şapkanın… Kıyafetler tamamen gelenek, örf ve kültürle ilgili. Neyse bu ayrı ve tehlikeli bir konu. Dinin kıyafete bakan yönleri var. Kastettiğim şapka ve fes bağlamında.
Benim de Atatürk’ün yaptıklarına itirazlarım yok mu? Var elbette. Bir kısmı dini nedenlerden… Örnek mi? İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarını doğru bulmam mümkün değil. İskilipli Atıf Hoca’nın idamının hiçbir haklı tarafı yok. Kılıç Ali’nin hatıralarını okudum. Hukuk, adalet, vicdan ve insaf ölçüsüne vurulduğunda ‘İstiklal Mahkemelerinin kararları’ fena halde kaybeder.
İstiklal Mahkemeleri’nin kararları toplumda çok ağır yaralar açmış ve ciddi sonuçlar doğurmuştur. Bugün bile etkileri hala sürmektedir. Efendim, dönemin şartları falan denebilir. Doğru olağanüstü koşullar dikkate alınmalı. Fakat bu adaleti hiçe saymayı mazur gösterir mi? Haksız, hukuksuz idamları temize çıkarır mı? Efkarı umumiye İstiklal Mahkemeleri’nin kararlarıyla ne yüzleşebildi ne de hesaplaşabildi. Sadece siyasi kavgaların sermayesi ve zemini oldu.
Kurtuluş Savaşı’nda yaşanan bazı olaylara da itirazım var. Örnek mi? Çerkez Ethem… Çerkez Ethem’in hikayesi yakın tarih kitaplarının yazdığı gibi değil. Ethem’in Kurtuluş Savaşı’na katkıları nasıl inkar edilebilir? İzmir’e çıkan Yunan’ın Ege’den Ankara’ya ilerlemesini yavaşlatan kimdir? Yunan’ın belini kıran Çerkez Ethem ve diğer çeteler değil mi? Ethem’in İnönü ve Atatürk’le yaşadığı siyasi sorun onu vatan haini yapmaz. Öyle, Yunanlılar’a falan da sığınmış değildir. Neyse bu mesele çok su götürür. Çerkez Ethem’in torunu Güner Kuban’ın ‘Bir Vatan Aşkına’ kitabını okumanızı öneririm.
İtirazlarımın varlığını Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünü reddetmem anlamına gelmez. Eğer ‘Atatürk’ adı sanıyla, boyuyla posuyla, tarihi bir kişilik olarak kendi halinde bırakılsaydı, hakkını herkes teslim ederdi. Ne yazık ki Atatürk kendisi olmaktan çıkarıldı, katı bir ideolojiye dönüştü. Nasıl, bugün Siyasal İslam’dan söz ediyorsak aynı şekilde ‘Siyasal Atatürkçülükten’ de söz edebiliriz. Buna kısaca Kemalizm diyoruz. Daha çok sonradan gelenler tarafından ‘Atatürk’ adı kullanılarak ve sermaye yapılarak bir ‘siyasal sistem’ üretildi. Ve devlete giydirildi.
Atatürk tarihi kültten, tabuya dönüştü. İşte burada problem başladı. Muhafazakar kesimin itirazları da… Benim Atatürk’le sorunum yok, fakat Kemalizm’le var. Eğer yaşasaydı, Atatürk’ün de Kemalizm’le problemi olurdu. İdeolojiye dönüşen her fikir dogmatiktir. Eleştirilemez, itiraz edilemez, karşı çıkılamaz. Nasıl Siyasal İslam’ın iddiaları iktidar olduğunda çöktüyse, Kemalizm ideolojisi de devlet iktidarına dönüştüğünde iddialarının altında kaldı. Siyasal İslam’ı doğuran Kemalizm’in başarısızlığıdır. Tarihle, dinle ve toplumla sorunlu Kemalizm, tıpkı Siyasal İslam gibi sınandı ve kaybetti.
Atatürk kimdir? Hatalarıyla, zaaflarıyla, başarılarıyla, bir insan Atatürk portresi oluşturulamadı. Atatürk’in tarihi kişiliği ideolojiye kurban gitti. İfrat tefritte dolaşmadan sağlıklı ve doğru bir insan Atatürk biyografisine ihtiyaç var. Masamın hemen üzerinde Ali Fuat Cebesoy’un ‘Sınıf Arkadaşım’ kitabı duruyor. Yazıya oturmadan önce sayfalarını karıştırdım. İnsani yönleri başarıyla anlatılmış. Cebesoy’un Nazım Hikmet’in yakın akrabası olduğunu hatırlatmak isterim. Nazım’ın affı için birkaç kez Atatürk’e ricacı olmuşluğu da var.
Vaktiyle Rıza Nur’un ‘Hatırat’ını okumuştum. Türkiye’de basılması okunması, bulundurulması yasaktı. Rıza Nur, Atatürk’ün yakın arkadaşlarından… İlk dönemde bakanlık görevlerinde de bulundu. Lozan Heyeti’nin önemli bir azası. Sonra araları açıldı. Ve yazdıkları ifrat noktasında… Yine okumak isteyen olursa rahatlıkla edinebilir. 4 cilt halinde baskısının bulunduğunu google’dan öğrendim. Ön yargılı da olsa hatıratlar hayatlara ve dönemlere önemli ışıklar tutar. Yararlanmasını bilen için Rıza Nur’un anılarında da öğrenilecek çok husus olduğu muhakkak.
Atatürk ve Kemalizm konusu siyasetin de gündemi olmaya devam edecek. Çünkü AK Parti’nin kaybetmesini Kemalizm’in zaferi olarak okuyacak ve değerlendirecekler pusuda bekliyor. Oysa Kemalizm de sınandı ve kaybetti. Yeni dönem, eskilerin enkazı üzerine değil, yaşanmışlıklardan gerekli dersler çıkarılarak ulusal bir uzlaşı üzerine inşa edilirse herkes kazanır. Ne AK Parti veya Siyasal İslam ne de Kemalizm… İki yol da çıkmaz sokak. Yeni yol bulmak elzem… Tarih su gibi yolunu ve yatağını bulur.
Yazı uzadı, sözün özü Atatürk’le barışığım ama bir ideolojiye dönüşen Siyasal Atatürkçülük ve Kemalizm’le arama mesafe koyuyorum. Muhafazakar kimlikli olmama rağmen AK Parti’ye ve Siyasal İslam’la arama koyduğum gibi… Zamanın ruhu katı ideolojilere değil ‘makul düşünce fikirlere’ çağırıyor. Siz de farkında değil misiniz?