(The Turkish Post) – ASLI GÜNEY
Türkiye’de yargının çürümeye yüz tuttuğunu söylemeye gerek yok sanırım. Artık ülkede tahliye ve serbest kalmak için iyi bir avukat tanımanız yeterli. Kendini “hukukçu” olarak tanıtan bu kişiler, Ankara, İstanbul ve İzmir gibi büyükşehir adliyelerinden görevli hakim ve savcı bağlantılarını kullanarak, tutuklu olan sanıkları tahliye ettiriyor. Kimi zaman da suç örgütü üyeleri sadece şifahi olarak adliyeye ifadeye çağrılıyor. Bunun karşılığında on binlerce dolar hakim ve savcılara dağıtılıyor. İşin en acı yanıysa, yargıçların bu düzenden hiç rahatsız olmaması. Aslında tuz koktuğu için HSK ve Adalet Bakanlığı da yargıçlar hakkında sadece inceleme yapmayı tercih ediyor.
Türkiye’de yargı organları hakkında geçmiş yıllarda da bazı iddialar ortaya atılmıştı. Ancak son birkaç yılda deşifre olan olaylar, yargıdaki krizin ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne seriyor. Özellikle bazı hâkim ve savcıların belirli suç gruplarından tutuklu kişileri tahliye etmek için milyon liralarla ifade edilen rüşvet aldığı iddialarıysa yargının bittiği anlamına geliyor.
Son olarak Dilan ve Engin Polat’ın tahliye edilmesi ve geçtiğimiz günlerde de İzmir’de bir savcıyla, üç hakimin rüşvet iddialarına adının karışması kafalardaki soru işaretlerini artırıyor. Aslında temel sorunsa, HSK ve Adalet Bakanı’nın olayla ilgili sadece soruşturma başlatması sorunun çözümü noktasında bir anlam ifade etmiyor.
Tuz kokmuşsa, bir ülkede adaleti asla tesis edemezsiniz. O zaman da herkes adaletini kendi tesis etmeye başlar. Bir ülkede güvenin, adaletin ve demokrasinin temelini adalet oluşturur. Şayet bir ülkede adalet mekanizmasını ortadan kaldırırsanız, bir binanın temelini de ortadan kaldırmış olursunuz. Yoksa yamalı bohça gibi, sütunları boyamak zorunda kalırsınız. Nihayetinde de en küçük bir sarsıntıda, bina yerle bir olur. Maalesef Türkiye’de yaşanan durum budur.
Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de avukatlık yapan bir dostum ziyaretime geldi. Onu dinlediğimde küçük dilimi yuttum adeta. İşte o zaman aklıma geldi. Adaleti yok ederseniz, hiçbir düzeni tesis edemezsiniz. Dostum özellikle Ankara, İstanbul ve İzmir gibi adliyelerde tanınan bilinen bir kişi. Adı üzerinde hukukçu. Emeğini sadece savunmasıyla kazanan bir kişi. Ancak adliyelerde yaşananları anlattıkça onun utandığına şahit oldum. Çünkü yargıçları zan altında bırakmak istemediğinin altını çizdi. Ancak yeni dönemde göreve gelenlerin işini yapmaktan ziyade, rüşvet çarkına dahil olduğunun altını çizdi. Dilan ve Engin Polat başta olmak üzere yüzlerce vakaya şahit olduğuna vurgu yaptı.
Kaynağımın anlattıklarını dinledikçe aklıma Birgün Gazetesi yazarı Timur Soykan’ın, “Başsavcının Rüşvet Çığlığı: Çürüyoruz” başlıklı yazısı geldi bir anda. Soykan, yazısında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcısı’nın Hakimler ve Savcılar Kurulu’na bir yazı göndererek, Anadolu Adliyesindeki rüşvet olaylarını anlatarak, uyuşturucu kaçakçılarının, yasadışı bahisçilerin, milyonlarca lira para gasp edenlerin nasıl tahliye edildiğini, ayrıca erişim engeli kararlarının para karşılığı verildiğini, yargı içinde bir çete oluştuğunu iddia ederek gereğinin yapılmasını istediğine dikkat çekmişti.
Suçlamalarda genel olarak, adı geçen Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı’nın, Sulh Ceza Hakimi olarak görev yaptığı sırada çıkar karşılığı tahliye ve erişim engeli kararları verdiği, Adalet Komiyonu Başkanı’nın ise, bir iş adamının davasında beraat kararı verilmesi için davaya bakan Asliye Ceza Hakimi nezdinde girişimlerde bulunduğu, 3 ayrı hakimin görevden alınmasını istediği, erişim engeli kararları vermeleri için hakimlere baskı yaptığı, istemini kabul etmeyen hakimlerin yetkilerini değiştirdiği, hükümlü bir şahsın tahliyesi için aracılık ettiği, yine bir basın mensubunun davasını İstanbul Anadolu Adliyesine naklettirdiği şeklinde bilgilere yer verilmişti.
Soykan’ın iddialarını dostumun bilgileriyle kıyasladığımda adalet mekanizmasının geldiği durum için utanmamak elde değil ne yazık ki. Hz Ömer’in ifadesiyle dinin temelinde adalet vardır. Siz adalet mekanizmasını zafiyete uğrattığınızda, ülkede kocaman bir kaos ortamı oluşur. İşte Türkiye’de yaşanan durum tam da budur. Artık Anayasa Mahkemesi’nin kararını Yargıtay dinlemiyor. Yargıtay’ın tahliye ve beraat yöndeki kararlarına da yerel mahkemeler direniyor. Bunun temel sebebi bu zafiyetten kaynaklanıyor ne yazık ki. Artık bütün yargıçlarda bir güvensiz durumu hakim.
Baştan ifade ettim. Her hakim ve savcımızı bu kıstaslar arasına alamayız. Görevini ahlakıyla ve erdemiyle yapan binlerce hakimimiz var. Ancak üç beş kişinin yaptığı rüşvet pazarlığıysa yargı camiasına günden güne zarar veriyor. Vermeye de devam edecek. Şayet yargı camiasında bu kirli ilişki içerisinde bulunanlar ayıklanmadıkça, kurt koca bir gövdeyi kemirmeye devam edecek. Bunun neticesinde de ülke kocaman bir kaosa girecektir.
İşte yaşanan kaosu Diyarbakır’da yeniden görüyoruz. Maalesef 8 yaşındaki masum bir yavrumuz hunharca katlediliyor, bir yargı bunu ortaya çıkaramıyor. Olacak iş değil maalesef! İşin cinayet olduğu belli. Katliamı yapan şüpheliler belli. Burada iş soruşturma savcısının maharetine kalmış. Ancak siyasi baskılar ya da farklı ilişkiler, cinayeti çözmek bir yana daha da çıkılmaz bir hale getiriyor. İşin en üzüntü verici yanıysa, Adalet Bakanı’nın yaşanan bunca kronik sorun karşısında suskun kalması. Bir Adalet Bakanı, bir yargıcın rüşvet alması karşısında susamaz. Adalet Bakanı’nın kalemi ve kılıcı keskin olmalı. Ancak sadece adalet için işlemeli. Ama bir yıldır bakıyorum. Suskun bir adalet bakanını gördükçe üzüntüm ve kederim daha da artıyor.