(The Turkish Post) – ALİ BULAÇ
Tanrı fikri veya Tanrı duygusu sonradan edinilmez, kişinin doğasında içkindir, dünyaya kendisiyle beraber gelir. Bu fıtri duygu zamanla bir bilgiye dönüşür. Biz bu fikri veya duyguyu bizden önceki nesillerden, onlar da kendilerinden öncekilerder alırlar.
İbn Melka’ya (öl. 1165) göre geriye doğru gide gide ilk kaynağa ulaşırız, bu da Allah’ın insana öğretmesi, ruhunda Zatının varlığını kodlamasıdır. Ben buna “Esmanın bilgisi (Ta’limu’l esma)” derim.
William Mc Dougal, sıraladığı beş psikolojik duyguyu ruhi/mistik tecrübe, telepati, ölüm ötesi hayat (ahiret) fikri/sonsuzluk duygusu, matematik yetenek ve güzellik duygusunu Tanrı fikrinin piskolojik kanıtları olarak görür. Bunlardan sıfatların da delil olduğu fikrine ulaşabiliriz. Hayat, kudret, ilim, irade, güzellik vs.
Açık ki; bu sıfatlar kendinde ve kendi başlarına (li-aynihi) var değildirler. Yaşayan canlı varlıkta vardırlar, ancak canlıda var olabilirler. Canlı öldüğünde hayatı, bilgisi, kudreti, iradesi, güzelliği de ortadan kalkar. Ama hayat, bilgi, kudret, irade, güzellik kalıcıdır. Bu demektir ki bunların ezeli menşei vardır, bu da Tanrı’dır.
Eğer zaten var olmasaydı, O’nu inkâr etmek de gerekmezdi, kimselerin aklına da gelmezdi. Nihayetinde “yok” var olmayandır. Anka Kuşu’nu, Şahmeran’ı gören olmamıştır, yine de insanların zihin evreninde Anka Kuşu veya Şahmeran vardır.
Peki, Tanrı’nın varlığı da öyle bir şey midir? Yani, Zat vardır ama insan toplumları bunu farklı şekillerde algılamış ve tasavvur mu etmiştir, yoksa olmayan bir şeyi zihinlerinde mi yaratmışlardır?
Şu veya bu, her iki durumda Tanrı fikri vardır. Eğer Tanrı fikri Anka Kuşu ve Şahmeran gibi salt zihinsel bir tasavvur ise varlık alemine, canlı ve cansız tabiatta sürüp giden olay ve olgulara bakış açımız ve anlam yüklememiz farklı olacak, yok eğer var ise bu da bize varlığa ilişkin salt zihinsel bir tasavvurdan farklı bir perspektif ve anlam haritası verecektir.
Salt zihinde tasarlanan bir varlığın (Şahmeran) tabiattaki olaylara herhangi bir etkisi olamaz; düzen kuramaz, yasa vaz’edemez. Bu durumda her varlıksal olay ve olgunun kendi kendine varolup, kendini sürdüren düzenin hayli hassas yasalar koyduğunu düşeneceğiz; bunu selim akıl saçma bulur ya da hem fıtri hem zihinsel olarak varlığı teyid edilen bir Varlık varlık alemine müdahildir ve başka türlüsü de olamaz. Çünkü mevcud, vücudu gerektirir.
Zaman zaman Tanrı fikrinin zayıfladığı gözlenir ama genelde zayıflamaz hatta artar. Mesela Tanrı fikrinin gerileme içinde olması beklenen kuzeyli modern ve postmodern havzalarda Tanrı fikri:
a) bazı ülkelerde yüzde 90’lık nüfus tarafından doğrulanıyor; ABD, Rusya, Kıta Avrupası’nın güneyi ve doğusu. Bu ülkelerde birtakım revizelere ve değişmelere rağmen itibar edilen, geleneksel dini ritüeller ve Tanrı tasavvurudur,
b) Tanrı’nın varlığından kuşku duymamakla beraber, O’nu toplumsal ve kamusal pratiklerden tutan, gerektiğinde O’nu bir sığınma ve manevi sığınma mercii gören liberal, sosyal demokrat, laik-seküler ülkeler,
c) var olan tanrıyı öldürdüklerini, hayatlarından çıkardıklarını öne süren ve onun ölümünün ardından ya içine düştükleri derin bir boşluğun, kaosun üstesinden nasıl gelineceğini kestiremeyen ya da O’nun yerine sahte kutsallar icad eden; tanrısallığı mitlerde, hurafe ve gurularda veya kitleleri olağanüstü cazibeyle peşlerinden sürükleyen eğlence, sinema, televizyon, sosyal medya ve spor dünyasının yıldızlarına transsfer eden havzalar.
Kitlelere hâkim olan tasavvurun merkezindeki aşkınlık, yüksek otorite ve kutsallığın teyididir.
İçselleştirilip kişiselleştirilen Tanrı tasavvuru daha çok entelektüel çevrelere özgü bir tür felsefi sorun, insani kişiliğin ya tanrıya yansıtılması veya üst-insan tamamıyla kendini özgürleştirmiş, kendi başına buyruk birey projesine dönüşür. Çoğu zaman da kültleştirilen siyasi/milli liderler Tanrı fikri ve fıtri ihtiyacını karşılamaya matuf olarak yüceltilmektedirler.
Din ve Tanrı fikrinin zaman içinde ve artan hızla zayıflayıp yok olacağını varsayanlar, tek tanrıcılığın etkin ve belirleyici paradigma olmaktan çıkmakta olduğunu, kitaplı üç din müntesiplerinin dinlerinin temel varsayımları ve idealleriyle taban tabana zıt modern hayat biçimlerinden derin bir biçimde etkilendiklerini ve hatta üç dinin modern formlara bürünmüş en arkaik pagan/putperest ve yaşama biçimlerinden etkilendiklerini birer yol işareti olarak göstermektedirler.
Bu tezi savunların işaret ettiği olgular tamamiyle doğru ama biz şimdiik bunu konuşmuyoruz.
Bizim sahih veya deforme olmuş din biçimleri değil, öyle veya böyle din veya Tanrı fikri, ne 19. yüzyılda Auguste Comte’un iddia ettiği gibi ne 1960’larda bu iddianın arkasında duran Peter Berger’in 2000’lere doğru vazgeçtiği gibi gerilemiştir. Kaldı ki deformasyon modern bir olgu değildir.
Deformasyon, dinlerin çıkışlarını takip eden ilk zamanlarda ve tarihte daima kendisine bir kitle bulur. Daha Hz. Muhammed (s.a.)’in irtihalinin ardından çeyrek asır geçmeden tanrının Hz. Ali’ye hulul ettiğini söyleyenler çıktı. Mekke putperestleri putlara “Allah’ın kızları” diye tazim gösteriyorlardı. Eflatun veya Yeni Eflatunculuk’un felsefi tasavvufa girmesiyle tanrı kendisine bilincini kaybedecek kertede aşık olan kadına benzetilir.
Bunlar doğru ama biz yine de başka sorun üzerinde yoğunlaşmaktayız.
Hayli zamandır beşeriyetin çoktanrıcılıktan tektanrıcılığa doğru seyir takip ettiği iddia edildi.
Sosyal bilimler, özellikle antropoloji geriye doğru “senaryo yazma” sanatıdır. Tarih ve diğer disiplinler (jeoloji, arkeoloji, medeniyet ve dinler tarihi vd.) elde ettiği bulguları, sözel veya yazılı metinleri, bilgi ve belgeleri, buluntuları kafasındaki senaryoyu doğrulayacak biçimde yanyana koyar. Bu kurgusal işlemden en çok etkilenen dinler tarihidir. Tabii ki aksi tezler de yok değil.
20. yüzyılın daha ilk yıllarında Tanrı düşüncesinin kökenleri üzerinde çalışan Peder Wilhelm Schmidt, “İnsanlar her ne kadar birçok bölgede birden fazla tanrıya tapınmış olsa da, başlangıçta hakim olan tek Tanrıcılık fikridir” diyordu. Tanrı bilgi ve kudret sahibi varlık olarak insanın hayatını yönetmektedir; çünkü insanı O yaratmıştır. Eski Türklerden Afrika’nın balta girmemiş ormanlarına kadarki beşeri güzergahta farklı insan toplulukları göklerle irtibatlı bir Tanrı fikrine sahip olmuşlardır.
Deforme olmuş din biçimlerinin neredeyse tamamında üç umdenin ortak olduğunu tespit edebiliyoruz: Aşkın bir Tanrı-ruh (ruhlar), öte fikri (ahiret) ve kutsalın saygıya mazhar varlığı.
Hayli farklı Şaman inanışları olsa da, tümüyle Şaman’ın görevi tanrılar/ruhlar alemiyle irtibat kurmak, insanları kötü ruhların yıkıcı etkilerine karşı korumaktır. Yine genel Şaman inançlarında varlık; gök (yukarı dünya), yeryüzü (orta dünya) ve yer altı (aşağı dünya) şeklinde ayrılır. Yunan mitolojilerinde ölenler, durumlarına göre yer altında bir yere giderler. Biz buna cennet ve cehennemin yer aldığı ahiretin farklı kültürel ve akidevi dillerdeki tercümesi, deforme olmuş ahiret inancı deriz.
İster Animizm, ister Şamanizm olsun, tabiat olayları birtakım ruhlarla ilişkili görülür. Şimşekler çaktığı zaman göğe ok atmak, yıldırım çarpmasına maruz kalanlar için ayinler düzenlemek, baharın gelişiyle dağlara çıkıp süt serpmek ruhlarla ilgili ritüellerdir. Ruhlar ateşte, ormanlarda, dar geçitlerde, metruk yollarda, tenha köşelerde sinmiş olarak bulunurlar. Özellikle orman ruhlarına ağaçlara bağlanan bez parçaları veya hayvan kürekleri sunulur.
Çocukluğumun geçtiği Mardin’de güneş tutulduğunda küçük büyük herkes eline kap kacak veya teneke alır, sopalar veya kepçelerle kazancılar çarşısını aratmayacak sesler çıkarılardı. Büyükler, Ay’ın güneşin önüne geçip dünyaya ışığını göndermesine mani olduğunu bilirlerdi. Onların bize söylediği ortalığı inleten seslerle Ay’ın dikkatini dünyaya çevirmek, böylelikle oluşacak bir gaflet anında güneşin Ay’ın arkasından kurtulmasını sağlamaktı. Ben 1950’lerde birkaç kez tutulduğunda Güneş’in kurtuluşu ritüeline katıldığımı hatırlıyorum.
Ruhlarla ilişki kurulmadığında çeşitli sıkıntılar, zorluklar, musibet ve belalar doğar, hastalıklar baş gösterir, uğursuzluklar birbirini izler. Yağmur yağdırmak, ölenin ruhunu öbür dünyaya göndermek, avda şanssızlığı gidermek özel eğitimli, özel yetenek ve güçleri olan kutsal şamanların görevidir.
Yine bütün bu inanç biçimlerinde kutsala saygıyı ifade eden ruhlar, Tanrı veya tanrılara ibadet sayılan ritüeller, seremoniler söz konusudur. Ritüellerin amacı Tanrı veya ruhlarla irtibat kurmak, onların zararlarından, gazaplarından korunmak ve elbette güvenli, bereketli rahat bir dünya hayatı için onların desteğini, inayet ve yardımlarını celbetmektir.
Tarihte modern zamanlardakine benzer Tanrısız bir varlık tasavvuru, kutsaldan arındırılmış (profan) bir dünya ve ibadeti dışarı atmış bir hayat telakkisine ve yaşama tarzına rastlanmamıştır. Benzer Tanrı tasavvurunu, kutsal temasını ve ritüelleri (tapınma biçimleri) çok sayıda toplulukta görebiliriz. Bütün bunlar tek Tanrı inancının (tevhid) deformasyona uğramış tahrif olmuş biçimlerinden başkası değildir.