(The Turkish Post) – Yazar Abdulbaki Erdoğmuş, “kutuplaştırma”nın nasıl bir yönetim sistemi olarak uygulandığına dair dikkat çekici bir yazı kaleme aldı.
SivilSiyasetHareketi isimli sitede “Bir yönetim sistemi olarak kutuplaştırmak” başlığıyla yayımlanan yazısında Erdoğmuş, “Esas olarak kutuplaştırıcı siyaset, Türk siyasal sistemin varoluşsal bir stratejisidir. Özellikle 15 Temmuz olayları sonucu aynı stratejinin mevcut partilerin tamamı tarafından kabul görmesi, statükonun ön gördüğü bir siyaset tarzı olduğu anlaşılıyor” değerlendirmesinde bulundu.
Erdoğmuş’un yazısı şöyle:
OTORİTER SİSTEMLER VE KUTUPLAŞTIRMA POLİTİKALARI
Toplumsal ve siyasal kutuplaşmadan sık sık söz edilir ancak kutuplaştıran yönetim sisteminden pek söz edilmez. Oysa otoriter sistemlerde bütün muhalif kesimlere yönelik kutuplaştırıcı politikalar uygulanır.
Söz konusu uygulamaların referanslarını geçmişten günümüze tarihin her dönemine, özellikle de bütün otoriter yönetimlere dayandırmak mümkündür. Şahlar, padişahlar, krallar, sultanlar veya modern dönemde siyasi iktidarlar; başkanlar, başbakanlar, cumhurbaşkanları gibi birçok örnekte rastlanır.
Makedonya Krallığı’nın büyük hükümdarı (M.Ö. 336–323) ve tarihin büyük cihangirlerinden biri olan Büyük İskender, İran, Orta Asya ve Kuzey Hind’e kadar uzanan toprakları fethettiğinde, yönetim sistemi hakkında Aristo’ya bir mektup yazar.
“Zapt ettiğim topraklardaki insanları tahakkümüm altında tutabilmek için neler yapmalıyım?” diye görüş beyan eder;
– Ülkenin ileri gelen insanlarını sürgüne mi göndereyim?
– Ülkenin ileri gelen insanlarını hapse mi atayım?
– Ülkenin ileri gelen insanlarını kılıçtan mı geçireyim?
…
Aristo’nun cevabı:
– Sürgünde toplanıp sana karşı başkaldırırlar,
– Hapishaneler militan yuvası olur, kontrolden çıkar,
– Onlardan sonraki kuşak intikam hırsıyla büyür, tahtını sallar.
Çözüm olarak şu nasihati verir:
” İnsanların arasına nifak tohumları ekeceksin, birbirleriyle savaşınca hakem olarak kendini kabul ettireceksin ama anlaşmaya giden bütün yolları tıkayacaksın.” (alıntı)
Aristo’nun bu tavsiyesi, tarih boyunca ve günümüzde de iktidarı ve gücü elinde tutmayı isteyen ve asla devretmeyi düşünmeyen bütün otoriter yönetici ve yönetimler tarafından referans alınmıştır.
Kimileri bu yöntemle uzun yıllar hükmetmeyi başarsa da Büyük İskender’in krallığı sadece 13 yıl sürmüştür. Henüz 33 yaşındayken hayatını kaybeder.
Mülk, devlet, sınırsız güç ve iktidarlar hiç kimseyle baki kalmaz. Buna rağmen jakoben yönetimler kutuplaştırıcı uygulamalarından vazgeçmezler.
DEVLET DESTEKLİ AYRIMCILIK…
Kutuplaşmanın sadece toplumsal kesimler arasında olması tolere edilebilir, hatta kimlik aidiyetlerini güçlendirir ancak kutuplaşma doğrudan yönetim tarafından hayata geçirildiğinde ayrışma yerine ayırımcılığa dönüşür.
Ülkemizde de kutuplaşma bu bağlamda kurumsallaşmış durumdadır ve siyasal sistem tarafından siyasi ve hukuki baskılarla desteklenmektedir.
AK Parti iktidarında görüldüğü gibi kutuplaştırma politikaları doğrudan iktidar tarafından uygulandığında devlet destekli bir ayırımcılığa dönüşür. İstediği her toplumsal gruba yönelik dışlama, ötekileştirme ve cezalandırma uygulamaları söz konusu olabiliyor.
Kutuplaştıran tarafın yürütme ve yargı olması durumunda vahametin boyutlarını tahmin etmek hiç de zor değildir.
Yıllardır muhalif Kürtlere ve Gülen cemaatine yönelik kutuplaştırıcı, ayırımcı politikalar; İktidarın gücünü ve statükoyu koruma çabasından başka ne olabilir?
Esas olarak kutuplaştırıcı siyaset, Türk siyasal sistemin varoluşsal bir stratejisidir. Özellikle 15 Temmuz olayları sonucu aynı stratejinin mevcut partilerin tamamı tarafından kabul görmesi, statükonun ön gördüğü bir siyaset tarzı olduğu anlaşılıyor.
Bu bağlamda Yeni Kapı Mitingi, makul ve duyarlı insanların hafızasında canlı olarak yerini koruyor.
Kutuplaştırıcı statükonun tarafında sadece partiler, yargı, yürütme gibi kurum ve kuruluşlar yer almıyor, ne yazık ki adına “Sivil Kitle Örgütleri” denilen kuruluşlar, iş-spor-sanat çevreleri, elitler, entelektüeller, akademisyenler, ilim insanları, din adamları kutuplaştıran gücün tarafında yer alıyor.
Bu durumda kutuplaştıran tarafın yani statükonun yanında olmayan kesimlerin hak-hukuk-adalet-eşitlik-yurttaş güvenliği gibi toplumsal yaşamın korunması ve güvencede olması düşünülebilir mi?
Adaletsizliklere, hukuksuzluğa, iktidar ve yandaşlarının yasa tanımayan tutumlarına taraf olmayan kesimleri kim bilir neler bekliyor?
Bu kesimlerin kendi aralarında da kutuplaşmayı yaşamaları ayrıca trajikomik bir durumdur.