(The Turkish Post) – ÜMİT TOPRAK
Devletin var olma sebebi nedir?
Çeşitli merhalelerden geçerek oluşan günümüz global toplumunda insanlar doğal haklarını devlete borçlu değildir. Aksine devlet varlığını insanlara borçludur. Devletin varoluş nedeni, doğal haklar çerçevesinde, özgürlük, güvenlik, eşitlik, mülkiyet ve baskıya karşı insanları korumaktır.
Hak arama hürriyeti, başkaldırmak değildir.
Demokratik ülkelerde herkes uğradığı haksızlığı gidermek için bütün legal yollara başvurabilir. Bu devlete başkaldırma değil devlete asli görevini hatırlatmadır.
Ayarlarıyla oynanmış bir devletin rayına oturması ancak meşru mücadele ile olur.
Akıl ve vicdan tutulması ile birlikte ‘siyasi bir fetret dönemi’ yaşanıyor. Hukuk, kendi kuralları ile değil hukuk dışı odakların kişiye özel talimatlarına göre işliyor. Sistem tümüyle ‘of’ veya ‘mış gibi’ çalışıyor. Yani çalışmıyor.
Aynı suçtan yargılanan bir kimse beraat ederken diğeri müebbede mahkum olabiliyor. Böyle bir durumda en iyi yaklaşım ‘her şeye rağmen ihtiyatlı iyimserlik’ olmalı. Asla karamsar olmaya gerek yok. İç ve dış konjonktürün şartlarının değişmesini sabırla beklemekten başka çare yok gibi. Görünen o ki konjonktür bu ifritten dönemin birazcık daha devamını istiyor. Ama tarih, sosyoloji ve reel politik bu sürecin ‘sürdürülemez’ olduğunda hemfikir.
Aklın, vicdanın, bilimin ve insani değerlerin külliyen devre dışı kaldığı bu fetret döneminde hukukun pratiği içinden gelen insanların daha realist ama diğerlerinin ise daha duygusal ve idealist oldukları görülüyor. Acı olan idealite ile realitenin uyuşmadığı. O nedenle sanki hukuk devleti varmış gibi mücadele etmek ama bu ülkenin daha yıllarca hukuk devletine hasret kalabileceğini de unutmadan tedbirli olmak.
Deveye sormuşlar: Boynun neden eğri? Hikmetle cevap vermiş: Nerem doğru ki?..
Türkiye hazırlıksız ve alt yapısız bir şekilde parlamenter sistemden ayrılıp yeni bir sisteme (başkanlık) geçirildi. Eski sistem öldü. Yaşasın yeni sistem!
Tüm dünyada yargı, savunmanın ortaya koyduğu deliller üzerine karar verir. Adalet de yargı kararlarıyla sağlanmaya çalışılır ve mülkün temeli kabul edilir. Bu durumda savunma, adaletin temeli demektir. Hak arama mücadelesinin doğru yapılabilmesi için önce ülkede hukuk devleti ilkesinin çok sağlam yerleşmesi lazımdır.
İnsanoğlunun maruz kaldığı haksızlıkları (nefret söylemi bunlardan sadece biridir) bertaraf etmenin demokratik ülkelerde hukuktan başka yolu yoktur. Ancak bir ülkede eğer hukuk devleti ilkesi yok olmuşsa ve önce kapı kırılarak gerekli işlem yapıldıktan sonra kanun arkadan geliyorsa ve korkudan kimse ses çıkaramıyorsa orada en öncelikli iş bu ilkenin tesisi için çalışmaktır. Yoksa siyasetin ‘k…ği’ haline gelen yargıdan bir şey beklenemez.
Mevcut sistemi en güzel resmeden bir menkıbe. Sistem çürümüştür. Hatta çoklu organ yetmezliği içinde can çekişmektedir. Şuna inanıyoruz: Sistemi çürüten ehliyetsiz ve liyakatsiz insanlardır. Ehliyet ve liyakatin prim yaptığı ülkelerde kötü yasalarla bile güzel kararlar verilebilir ve halkın maksimum mutluluğu sağlanabilir. Ancak hukukun paspas edildiği ve ‘adamına ve birilerinin keyfine göre işletildiği’ bir ülkede en iyi kanunlar da olsa halkın huzurundan bahsetmek mümkün değildir. Çünkü öyle bir ülkede hiç kimse kendini güvende hissedemez. Herkes her zaman endişe, korku ve panik içindedir. Başına her an ne geleceğini bilemez. Çünkü her an her şey gelebilir. Tarih boyunca diktatörler bu yolla halkı sindirip korkutarak gül gibi idare (!) ettiklerini sanmışlardır. Aslında sadece kendi koltuklarını korumuşlardır. Sonunda ne acı ki her şeylerini kaybedip kendi feci akıbetlerini kendi elleriyle hazırlamışlardır. Akıbeti berbat olmayan hiçbir diktatör yoktur. Ve asırlar geçse bile halkı tarafından lanetle anılmayanı da..
Tarih bir kere verdiği fırsatı kötüye kullananları asla affetmemiştir.
Hukuku sadece kendileri için isteyen ve yargıya sürekli baskı yaparak kanunları uygulatmayan, yargı mensuplarını cüzdanları ile vicdanları arasına hapsederek zalimce kararlar aldırtanlar evet bunların hepsi maksatlarının aksi ile rezil olmadan ölmemişlerdir. Siyasetin azat kabul etmez köleleri olarak kanunları lastik gibi sündüren ve aynı davalara farklı kararlar vererek berat edecek mağdurları müebbet hapse mahkûm eden hakimler de siyasetçilerden aferin alsalar bile ülkelerinin kıyametinin kopmasının ikinci sebebi olmuşlardır. Tipik örnek bugünkü Türkiye’dir ne yazık ki…
Evet bugün milyonlarca insanın terörden yargılandığı ve AHİM in ‘kanunsuz’ dediği suçlara en ağır cezalar yağdıran tek ülkedir Türkiye… Biri beraat ederken aynı suçla yargılanan insanlardan diğeri ağırlaştırılmış müebbet cezası alabiliyor.. Biri takipsizlik ve göreve iade edilirken diğeri senelerce sürüm sürüm zindanlarda çürüyebiliyor. Hiç kimse yarınından emin değil. Herkes her an terörist olarak damgalanıp yargılanmadan infaz edilerek her şeyini kaybetmekten korkuyor. Veya bu korku sebebiyle ağzını kapatmaya kendini mahkum hissediyor. Açanlar da ertesi günü zindanı boyluyor. Hukuk külliyen katledilmiş çünkü. Değerler iflas etmiş çünkü. Akıl, vicdan, hak, hukuk ve adalet yok edilmiş ve hiç bir Allah’ın kulu hukuka güvenmiyor çünkü.
Böyle bir ülke esasında çoktan batmış veya açık bir cezaevi olarak yaşıyor demektir. Adalete inanılmıyor, hukuka güvenilmiyor, siyasi cinayetler ülkenin başkentinde ve herkesin gözü önünde hem de kutsal bir günde işlenebiliyorsa ve failler cascavlak ortaya çıktıkları halde iddianamede yer almıyorsa ve tüm yetkililer gözünü yumup üç maymunu oynuyorsa, iddianameler yıllar sonra hazırlanabiliyorsa… Aman Yarabbi… İnsanlığın gelebileceği en alçak nokta değil mi burası?
Tükenmişlik sendromu sistemi baştan başa çürütmüş. Sistem bütünüyle felç olmuş. “Dişsiz mi bir insan onu kardeşleri yiyor” demektir. “Fevza bütün afakı sarmış” demektir… Mazlumların iniltisi Arşa ulaşmış. Zalim tepindikçe tepiniyor bebek cesetleri üzerinde. Ülkelerin farkı yok birbirinden. Ha Filistin, ha Doğu Türkistan.. Ha Yemen, ha Türkiye… Çoklu organ yetmezliği ile mazlum coğrafyaların zavallı ülkeleri bütün kurumlarıyla bugün hepsi can çekişiyor. “Naehiller iş başına geçtiği zaman kıyameti bekleyin” hadisinin tam da tecelli ettiği bir durum yaşanıyor dünyada.
At izi eğer it izine karışmışsa ve bunu devletin tepesindeki insan itiraf ediyorsa, bunları birbirinden ayırmak kimin görevi? Devlet erkini elinde bulunduranların değil mi? Onların gereğini yapmaları gerekmez mi? Bir bakan da görevden alınırken bu cümleyle veda etmişti makamına hatırlarsanız.
Evet hiç kimse kusura bakmasın ‘hukuk siyasetin köpeğidir’ denen bir ülkede hiç bir kişi ve kurumun ayakta kalma ihtimali yoktur. Her şey yıkılmaya ve yok olmaya gidiyor demektir. Ülke her yönüyle tükenmiş/tüketilmiş demektir. Devlet çökmüştür. Sistem kaos üretmeye hazır hale gelmiştir/getirilmiş demektir. Kanunlar değil mafyalar hukuki kararlarda etkili olmakta demektir. Kısacası Türkiye’de sistem ölmüştür.