(The Turkish Post) – ÜMİT TOPRAK
“Bozacının şahidi şıracı” atasözü, toplumda uygun olmayan işleri yapan kişilerin kendilerini haklı çıkartmak için haklılıklarını savunmak adına benzer kişileri şahit göstermesi anlamına gelir. Bu atasözü, sözüne güvenilmeyen kişilerin kendisi gibi olan kişileri kendilerini haklı çıkarmak için şahit göstermesini ifade eder.
Bugünlerde bir bozacı-şıracı hikayesi tekrar tedavüle girdi ne hikmetse..
Çözüm sürecini kastettiğimi anlamış olmalısınız. Evet herkes, hayali cihana bedel bu konuyu gündeme getiren Devlet Bahçeli’nin arkasındaki suflörün Erdoğan olduğunda hemfikir.
Kendisine tarihi bir kahramanlık getireceği muhakkak olan bu önemli konuyu Devlet Bahçeli’ye kaptırmasındaki(!) çelişki bile senaryonun düzmece olduğunu göstermiyor mu?
Hiç şüpheniz olmasın, takdimin usul hataları ile dolu olmasından anlaşılacağı üzere hiçbir ciddi sonuç vadetmeyen ve hiçbir çözüm getirmeyecek olan bu “yeni çözümsüzlüğü derinleştirecek çözüm süreci” de diğerleri gibi dağın fare doğurmasıyla sonuçlanacak ve Erdoğan’a büyük bir şans kapısı daha aralayacak ve “ne yapalım yani ülkemizi mi böldürelim” diyerek gündemi saptırıp vakit kazanmasına sebep olacak.
Senaryo iyi. Hayali bile insanı heyecanlandırmaya yetiyor. Roller, kostüm ve dekor da fena sayılmaz. Zamanlama harika! Ancak oyuncular sıkıntılı. Hiçbiri rolünü iyi oynayamayacak kadar aksiyon ve fonksiyonunu kaybetmiş ve derin katakullilerde başarılı olsalar bile halkın gözünde sıfırı tüketmiş eski fişekler. Payandayla ayakta duran fosilleşmiş ve dünyada türü kalmamış canlı türlerini hatırlatıyorlar.
Türkiye’nin en önemli konusu olan bu tarihi konuyu neden AKP, en güçlü olduğu zamanda çözemedi de en zayıf olduğu bir zamanda dile getiriyor, hiç düşündünüz mü? Ve bunda bir hinlik olduğunu akıl edemeyecek kadar saf mı zannediyorlar vatandaşı?
Millet herşeyin farkında… Yeni bir siyasi çıkış arıyor herkes. Kararsız seçmenin yüzde 35’lere dayanması da bunu açık seçik gösteriyor. Ama onlar sahneden çekilmek istemedikleri için hokkabazlıklarını yeni versiyonlarla güncelliyorlar.
Bu umulmadık hamle kamuoyunda büyük sansasyon yarattı yine de… Birçok farklı senaryodan bahsediliyor: İyimser olanlar konunun dış aktörlerle görüşüldüğünü ve içerden de zaten kimsenin itiraz etmeyeceği milli bir konu olduğunu ve bizzat Öcalan’la işin kotarıldığından bahsediyorlar.
Tabii ki bunca sükut-u hayal yaşayan Kürtler yutarsa…
Çünkü sürekli çark ederek güvenirliğini bütün dünyada kaybetmiş ve ‘One Minute’ ile başlayan çark siyasetinde Mısır, BAE, Suudi Arabistan, ABD, Rahip Brunson, Rusya’dan Almanya’ya kadar tüm ülkelerle önce köprüleri uçurup sonra bozduğu ilişkileri yeniden tesis etmek için hepsinin kapısına giderek itibar dilenen ve zikzak çizmede dünya rekorları kıran asrın lideri varsa karşınızda bir kere değil on defa düşünmelisiniz…
Şimdi ise sıra Suriye’de… İtibar ve güveni tamamen sıfırlanınca konuyu temcit pilavı gibi yeniden ısıtmaya çalışması -yüzde yüz haklı bile olsa- kimseyi artık tatmin etmiyor. Ancak başka da çaresi yok.
Hani derler ya, yalancının evi yanmış kimse inanmamış.
Senaryosunu kim çizerse çizsin, Erdoğan ve Bahçeli giderayak bu kronik sorunu “boyacı-şıracı” politikasıyla gündeme getirerek bütün can yakıcı ekonomik ve sosyal sorunları, bebek katliamları ve sağlık mafyasını, hukuksuzluk ve cezaevlerindeki iğrenç olayları, KHK zulmünü unutturmaya ve gündemi değiştirmeyi başarmış gibi görünüyor.
Öyle ya; güvenlik mi ekonomi mi? Elbette öncelikli olan güvenlik.
Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli. Yeniden iki üç yıl sürecek bir taşla on kuş vuracak sihirli bir maymuncuk bulundu. Hem de bütün kapıları sonuna kadar açmasa da oyalayacak bir yepyeni süreç.
Bu hikayeyi AKP tarihinde biz binlerce kez gördük. Sıkışınca “gaz çıkarma, sorunları çözecekmiş gibi yapma ama halının altına süpürme, umut dağıtma, zamana yayma, kandırma, arkadan dolanma, boyundan büyük işlere önce el sonra da ters takla atma ve algılarla yönetme” modeliydi bunun adı. Hiçbiri tutmayınca sonunda tutabilecek ve kimsenin “hayır” diyemeyeceği bir sihirli kelime arandı ve bulundu: Çözüm süreci… Eureka!
Olumsuz bakanlar ise yalanına cüppe gerçeğine can feda anlayışıyla hareket ediyorlar.
Düğün değil bayram değilken konunun beklenmedik bir anda beklenmedik bir şekilde çok muhalif bir liderin ağzından gündeme getirilmesi bunun bir “ya tutarsa mizanseni” olduğunu açıkça gösteriyor…
Evet, şüphesiz bu konu çözülürse ülkeye demokrasi gelir. Devletin hukuk devletine dönmesi ve kuvvetler ayrılığı ilkeleri zayıf da olsa gerçeğe dönüşebilir.
Dünyadaki 142 ülke arasında hukuk devleti sıralamasında 117. sırada olan Türkiye, Erdoğan’ın Bahçeli ile hukuka ters takla attırarak şimdi şapkadan yeni bir tavşan çıkarma çalışmasına tanık olacak. Çıkarırlar mı çıkarırlar. Herkes inanmasa da inanır gibi yapıyor. Asıl tehlike de burada işte… Nifak yani…
Binlerce kez kandırdığı halkını yine kandırır mı? Kandırır. Zira kandırılmaya dünden razı milyonlar var.
Mevlana’nın “Şems geliyor” yalanına cüppesini ve gerçeğine ise canını vereceğini söylemesi gibi Türkiye’de yaşayan her vatandaş konu çözüm süreci olunca can-ı gönülden destekler mi? Evet, destekler. Ama oy verir mi? Vermez.
Aklını kiraya vermeyenler bu konuya ihtiyatlı bir iyimserlikle yaklaşıyorlar.
Hayatı yalan-dolan, kandırma, nifak ve ikiyüzlülükle geçmiş olan birinin böyle büyük bir hayra vesile olması aklı olana inanılmaz gelse de “ihtimal ki uluslararası camiaya önemli bir diyet borcu ödemek kaydıyla hayırlı bir işe tarihte ilk kez imza da atabilir” diyorlar.
Bugüne kadarki yönetim tarzı hep “mış gibi yapma, algı siyaseti, sanal gündemlerle günü kurtarma… Sonra da çark etme politikası” olan bir liderin hangi sözü inandırıcı olabilir ki?
Asıl amaç ve gerçek şu: İktidar içerden ve dışardan çok sıkıştı. Ekonomi ve hukuk yerlerde sürünüyor. Halk perişan. İşsizlik had safhada… İntiharlar ve boşanmalar korkunç boyutlarda.
Seçime kadar halkı oyalayacak bir malzeme lazım. Muhtemelen bu konularda derin bir vizyonu olan ve Almanya’nın Nazi hukuku konusunda doktoralı Fahrettin veya topu topu 4 muhtarlık kazanmış olan büyük siyaset adamı (!) ‘Sayın Perinçek’ formülü buldu. Kimsenin inanmayacağını bildikleri için de inandırıcı olsun diye veya yarın süreç akâmete uğradığı zaman da bir günah keçisi olsun diye figüran olarak Bahçeli’yi seçtiler.
Asıl mesele zaman kazanma… Güvenlik kaygılarını öne çıkarıp Kürt Memed’i bir kere daha nöbete gönderme… Dış tehditlerle içeriyi dizayn etme…
Sloganı da şu: “Anayasa değişikliği bahane -Tekrar seçilme şahane”
Keşke gerçek bir çözüm olsa…
Keşke herkese demokrasi uygulansa…
Hukuk devletine dönülse…
Ahir ömründe Kürt Sorununu çözen liderler olarak keşke tarihe geçse Bahçeli… Ve de Erdoğan…
Ama heyhat!.. İkisi de treni kaçırdı artık. Zamanında yerin altındakileri bile yaptıkları güzel işlerde imdatlarına koşturan Fethullah Gülen de yok artık.
İki cümle ile bitirelim: Biri “Sizde şah diyeni öldürürlerse, ben de bu yayladan şaha giderim” diyen Pir Sultan.
Diğeri “Ölümüm hayatımdan daha çok hizmet edecek. Ve zalimler için yaşasın Cehennem!” diyen Bediüzzaman.
Halk, bu derin gaflet, dalalet ve hatta ihanetin faturasını görüp yıkılan yuvaların, tarumar olan toplumsal barışın, cezaevlerinde tecavüze uğrayan kadınların günahına ortak olmamak için uyanmış gibi görünüyor. Kararsızlar bunu gösteriyor.
Deva Partisi “üçüncü yol” dedi. Tutar mı? Tutabilir. Çünkü CHP hiç ümit vadetmiyor. Çünkü davul da tokmak da derin güçlerin elinde.
Bu derin güç, cemaatı bitirdikten sonra Balyoz dosyasında sıranın AKP’ye geleceğini söylemişti
Şu anda AKP’nin dibi oyuluyor.
Levent Gültekin yıllardır “Erdoğan’ı Saddamlaştırıyorlar” diyor.
Bakın şimdi de Öcalan’a mahkum ediyorlar. Ona yalvarttırıyorlar. Bahçeli’yi de… Neden? Yarın “bunların terörle işbirliği yaptığını belgelemek” için… Bir derin akıl işliyor. Birileri de nasıl olsa battık bari tadını çıkaralım havasında… Ama ülke elden gidiyor.
Dış politikada tükürüğünü yalatıtırıyorlar ve tüm düşmanlaştırdığı kesimlerle -cemaat hariç- tekrar barıştırmaya çalışıyorlar.
Çare yok. Olanlardan ders alınmazsa daha kötü günler gelecek.
Hepimiz birgün öleceğiz. Fethullah Gülen öldü. Bahçeli ve Erdoğan da bizim gibi sıra bekliyor…