(The Turkish Post) – TUNA CEVHER
Türkiye’nin resmi ekonomi raporları ve büyüme verileri, çoğu zaman “yükselen” bir ülke imajı sunuyor. Ancak, bu parlak tablonun arkasında milyonlarca kişi, günlük hayatta temel ihtiyaçlarını bile karşılayamaz durumda. Kayıt dışı çalışanlar, asgari ücretle geçinen kalabalık aileler, işsizler, mevsimlik tarım işçileri, gecekondu sakinleri, sosyal yardımla ayakta kalmaya çalışan haneler ve çocuklarını okula göndermekte zorlanan aileler… Hepsi aynı gerçeğin farklı yüzlerini temsil ediyor: derinleşen yoksulluk ve sosyal adaletsizlik.
KAYIT DIŞI ÇALIŞANLAR: GÜVENCESİZLİK KISKACINDA
Türkiye’de yaklaşık 8 milyon kişi kayıt dışı çalışıyor. Tarım sektöründe bu oran %80’i, hizmet sektöründe ise %20’yi geçiyor. Çoğu kişi, günlük veya haftalık yevmiye alıyor; sigorta, iş güvenliği ve emeklilik hakkından yoksun. Bu kişiler, iş kazasına uğradıklarında sağlık hizmeti alamıyor, emekli olduklarında ise yaşlılık aylığı bağlanmıyor. Devletin kayıt dışılıkla mücadele programları çoğu zaman kâğıt üzerinde kalırken, denetimlerin yetersizliği ve işverenlerin maliyet kaygısı sorunu kronikleştiriyor.
TÜRKİYE’NİN SESSİZ TARLALARI
Her yıl on binlerce aile, mevsimlik işçilik için şehir şehir dolaşıyor. Çoğu, pamuk, fındık, soğan ve meyve bahçelerinde çalışıyor. Barınma koşulları derme çatma çadırlarda veya prefabrik barakalarda. Elektrik, su, tuvalet, sağlık gibi temel hizmetlerden yoksunlar. Çocuklar genelde ya tarlada çalışıyor ya da eğitimden kopuyor. Resmî raporlara göre, mevsimlik işçi çocukların yaklaşık %70’i düzenli eğitim alamıyor. Çocuk işçiliğinin yaygınlaşması ise ülkenin gelecek kuşaklarının en büyük tehdidi.
KAYBOLAN UMUT
Resmî işsizlik oranı %9-10 arasında açıklanıyor; ancak geniş tanımlı işsizlik oranı %25’i buluyor. Uzun süreli iş arayanlar, işsizlik maaşı şartlarını karşılayamadıkları için herhangi bir destekten de yararlanamıyor. İş bulamayanlar, sosyal yardımlara muhtaç hale geliyor. Uzun süreli işsizlik; aile içi şiddeti, ruhsal rahatsızlıkları ve çocukların okulu bırakmasını tetikliyor. Psikolojik yıpranma, toplumdan kopma ve “faydasız” hissetme duygusu, ciddi bir toplumsal travmaya dönüşmüş durumda.
BİR AY, BİR ÖMÜR
Asgari ücret, temel geçim standardı olarak sunuluyor; ancak gerçeklik çok farklı. Bir yandan kira, elektrik, gıda, eğitim giderleri artarken, bir yandan alım gücü sürekli geriliyor. Kalabalık ailelerde ise tek maaş, bırakın geçinmeyi, ay sonunu getirmeye bile yetmiyor. Devletin “destek paketleri” çoğu zaman sembolik kalıyor, derinleşen yoksulluğu durdurmaya yetmiyor.
ŞEHRİN UNUTULMUŞ ÇEPERLERİ
Türkiye’de kentleşme hızlandı ancak gecekondu bölgelerinde yaşam, modern şehir hayatının çok dışında. Sağlıksız altyapı, düzensiz elektrik ve su hatları, sel ve yangın riski ciddi bir tehdit oluşturuyor. Bu bölgelerde yaşayan çocuklar, okula ulaşımda güçlük çekiyor ve çoğu zaman akranlarıyla aynı eğitim imkanlarına sahip olamıyor. Güvensiz yaşam ortamı, suç oranlarını ve toplumsal dışlanmayı artırıyor.
GEÇİCİ ÇÖZÜMLER, KALICI SORUNLAR
Sosyal yardımlar genellikle seçim dönemlerinde hatırlanan “şov” araçları haline geliyor. Yardım paketleri çoğu zaman düzensiz, sembolik ve yetersiz. Kalıcı istihdam, eğitim ve sosyal haklar yerine, geçici yardımlarla “idare et” politikası yürütülüyor. Bu durum, sosyal yardıma bağımlılığı artırırken, bireylerin üretkenliğini ve topluma katılım motivasyonunu da azaltıyor.
KAPANMAYAN EĞİTİM YARALARI
Yoksulluk, çocukların eğitim hakkını doğrudan tehdit ediyor. Maddi zorluklar nedeniyle çocuklarını okula gönderemeyen aileler, aslında geleceğin en büyük kaybını yaşıyor. Okul masraflarını (ulaşım, beslenme, kırtasiye) karşılayamayan aileler, çocuklarını çalıştırmak zorunda kalıyor. Çocukların erken yaşta iş gücüne katılması, sadece bugünün değil, yarının da kaybolması demek. Özellikle tarım bölgelerinde çocuk işçiliği, eğitimsizlik ve gelecekten kopuş anlamına geliyor. Her fırsatta dile getirilen “eğitimde fırsat eşitliği” kavramı, bu ailelerin gerçeğiyle büyük bir çelişki oluşturuyor.
KIRILGANLIK VE HAK YOKSUNLUĞU
Bu grupların tamamında, ortak ve derinleşen sorunlar dikkat çekiyor. En başta gelir güvencesizliği ve düzensiz kazanç sorunu öne çıkıyor. Günlük yevmiye ya da asgari ücretle çalışanlar, düzenli bir gelire sahip olmadıkları için her ay temel ihtiyaçlarını karşılamakta güçlük çekiyor. Bu durum, ailelerin gelecek planlarını yapmasını da neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Bir diğer temel sorun, sosyal güvenlikten mahrumiyet. Çoğu kişi sigortasız çalışıyor, emeklilik ve iş kazası güvencesinden yoksun kalıyor. Sağlık hizmetlerine erişimde yaşanan engeller, basit bir hastalığın bile haneler için ağır bir mali yüke dönüşmesine neden oluyor.
Eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimdeki eşitsizlik, çocukların ve gençlerin hayatını derinden etkiliyor. Maddi yetersizlik nedeniyle eğitimden kopan çocuklar, erken yaşta çalışmaya mecbur kalıyor. Sağlık hizmetlerinden mahrum kalan aile bireyleri ise hem fiziksel hem de psikolojik olarak yıpranıyor.
Tüm bu zorluklar bir araya geldiğinde psikolojik yıpranma ve sosyal dışlanma kaçınılmaz hale geliyor. İnsanlar, toplumun gerisinde kalmış, unutulmuş ve yalnız bırakılmış hissediyor. Bu durum, bireylerin aidiyet duygusunu ve yaşam enerjisini giderek zayıflatıyor.
GERÇEK BİR SOSYAL DEVLET MÜMKÜN MÜ?
Bir ülkenin gelişmişliği, yalnızca köprü uzunlukları, yeni havaalanları veya ihracat rekorlarıyla ölçülmez. Gerçek kalkınma, en görünmeyen kesimlerin yaşam kalitesiyle doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’nin “görmezden gelinen” vatandaşları, yalnızca yardım değil, hak temelli bir yaşamı hak ediyor.