(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Tam on yıldır devam eden, aşama aşama derinleşen ekonomik krizin zirveye ulaşan sarsıntılarını yaşıyoruz. On yıl önce, 2014 yılında her şey yolunda iken, önceki gün toplandığı gibi Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplandı ve bir Orta Vadeli Program açıkladı. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına atladığı, Davutoğlu’nun başbakanlık koltuğunda olduğu, ekonominin Babacan-Şimşek ikilisinin elinde bulunduğu zamanlardı. OVP ekonomik istikrarın sürmesi adına reel sektörü, yani hakiki manada artı değer üreten sektörleri destekleyen bir plan içeriyordu.
Bu program hemen iktidar içi bir çatışmaya yol açtı. Erdoğan müteahhitlik sektörünün arkasına geçti ve inşaat sektörünü ezdirmeyeceğini azarlar bir üslupta tekrarlayarak söyledi. Müteahhitlik sektörü İstanbul başta olmak üzere şehir rantına yatırım yapanlarla, devletin büyük alt yapı ihalelerini alan ve büyük kârlar elde eden şirketlerden ibaretti. Finans sektörü ise bu büyük kârlardan iri paylar alan asalak sektör olarak ön plana çıkmıştı. Davutoğlu’nun OVP’si uygulanamadı ve ekonomik kriz tam da bu çalkantı ile başladı ve zamana yayılarak derinleşti.
Kimse kendini kandırıp, büyük ideallere ve ahlâkî önceliklere dayalı bir siyaset tarzını ülkeye egemen kılmaktan bahsetmesin. Siyaset su başlarını tutmak için yapılır. Serveti yeniden dağıtacak güce ulaşmak, herkese boyun eğdirmenin ve en geniş tabanlı halk desteğini elde etmenin yegâne yoludur. Kendi sermaye grubunuza para kazandırırsanız siyasi faaliyetinizi, en çok da seçim kampanyalarını kolayca finanse edersiniz. Medyasıyla, parti teşkilatını seferber etmekle, eşantiyon dağıtmakla, yağmacı bir adanmışlar grubu oluşturmakla sınırlı değildir bu güç; Devletin kasasından ulufe dağıtır gibi bazı kesimlere ilave kazançlar sağlarsınız. Bugün EYT’nin ekonomik krizin en temel sebeplerinden biri olduğu öne sürülüyor. Tartışmak beyhude, iktidara seçim kazandırdı mı kazandırmadı mı, siz ona bakın.
DENİZ TÜKENDİ
Önceki gün, ülkenin önde gelen ekonomi bürokrasisinin yer aldığı Ekonomik Koordinasyon Kurulu toplandı ve bir hafta sonra açıklanacak OVP’nin temel prensiplerini belirledi. Zaman tünelinden geçer gibi, on yıl önce uygulanamayan programın aynısından bahsediliyor. Kilit prensip olarak 2025-27 arasında “kurala dayalı ekonomi politikaları” vaadediliyor. “Kurala bağlı” demek “kişiye bağlı değil” anlamına geliyor. Tek bir kişinin belirlediği ve uygulattığı kararlar yerine ekonominin doğasına ve ihtiyaçlarına uygun gelir/gider, arz/talep dengesi, özerk para politikası, reel sektörün desteklenmesi gibi “kurallar”dan bahsediliyor.
Siyaset hayal satar, ekonomi ise her zaman rakamların demir cenderesi içinde, yani gerçeklerle yol alır. Lafla peynir gemisi yürümez, yani karın doymaz. On yılda deniz tükendi, ne rant alanı kaldı ne gelecek Körfezin sıcak parası. Devletle iş yapan müteahhitlik sektörü, reel sektörden daha fazla yara aldı; hak edişlerini bile alamayanlar tek tek batıyor. Nokta atışlarla müsaadeye mazhar birkaç şirket, vergi muafiyetleri ve köprü-otoyol geçiş garantileri ile ancak korunabiliyor. KKM astarı yüzünden çok pahalıya geldi ve Hazine’yi alt üst etti. Kaynak yaratmak için geride sadece bir ekonomi politikası olarak devlet eliyle hırsızlık anlamına gelen enflasyon kaldı; talebi kısmak, yani halkı yoksullaştırmak için başvurulan bir devlet politikası olarak.
KİTABINA EN UYGUN HIRSIZLIK BİÇİMİ
Enflasyon en örgütlü ve kitabına en uygun görünen hırsızlık usulüdür. Devlet bütün ciddiyeti ile elini halkın cebine sokar, bir sülüğün kanı emmesi gibi halkın parasını çalar. Paranın değer kaybetmesi şeklinde fiyatların artması halkın cebindeki parayı enflasyon oranında çalmak yoluyla girişilen sistematik soygundur.
IMF, EKK toplantısının hemen sonrasında madde 4’e göre bir Türkiye raporu yayınladı ve ekonomi politikasına onay verdi. Ekonomi politikasının kilidi, talebi kısmakta düğümleniyor. IMF talebin azaldığını takdir ederek ilan ediyor, yani yoksullaştırmanın başarılı olduğunu onaylıyor.
Meşhur hikâyedir, bir ülkede devlet başkanlığı için seçim yapılıyor. Adaylar marifetlerini gösteriyor. Biri tuttuğu sazanları halka dağıtırken, diğeri suyun üzerinde yolda yürür gibi yürüyor. Sazanların kılçığını ayıklayıp tavaya atanlar suda yürüyen aday için: “Baksanıza bu adam yüzme bilmiyor” diye lafı çarpıyor.
Seçim sonucunu belirleyecek olan halk, yani geniş kitleler siyasî rekabete “bu işten bizim menfaatimiz ne olacak?” diye bakar. İktidarı elinde tutanlar son on yılda ekonomiyi sürdürülebilir kılmak, bu arada çıkar çarklarını çevirmek için mucizevi çareler ürettiler. Uygulanamayan Kanal İstanbul, tam olarak böyle bir projeydi. Şimdi deniz tükendi, gerçekten tükendi. Önlerinde tek yol vardı: Hukuka dönerek piyasanın ve halkın güvenini yeniden kazanmak. Alışkanlığa dönüşen keyfilik ve düşman üreterek pozisyonunu muhafaza eden bürokrasi buna izin vermiyor. Başka herhangi bir gösterge aramayın. Anayasa işlemiyor, AYM kararlarına uyulmuyor. Anayasa’nın işlemediği bir ülkede ekonomik alanda su gibi hava gibi ihtiyaç duyulan “güven ortamı” nasıl sağlanır?
Erken seçim çağrısını sıklaştıran CHP, bu güven ortamını sağlama konusunda kendiliğinden daha iddialı; zira sırtında yumurta küfesi yok. İktidar değişimi, derin bir nefes alıp yeni bir başlangıç yapmak için tek çıkar yol görünüyor. Siyasî rekabet ise bu sefer doğrudan ekonomiyi düze çıkartacak bu “güven ortamını en kestirmeden kim tesis edebilir?” sorusu etrafında dönüyor.