(The Turkish Post) – HÜSNÜ YUSUF TURABİÇ
İmralı’dan dönen DEM heyeti ‘görüşme trafiği’ sona yaklaştı. Heyet İYİ Parti dışındaki neredeyse tüm partilerle bir araya geldi. Sırada Selahattin Demirtaş var. 3 kişiden oluşan heyet hafta sonu hapishanede Demirtaş’ı ziyaret edecek. Ahmet Türk ekibe geçici değil, kalıcı olarak eklendi. Bundan sonraki İmralı görüşmesine de katılacak.
Ahmet Türk olayı bile sürecin ne kadar tuhaf yürüdüğünün göstergesi. İçişleri Bakanlığı iki ay önce ‘terörle ilişkisini’ gerekçe göstererek Mardin Belediye Başkanlığı’ndan uzaklaştırmıştı. Mardin’de ‘sakıncalı’ görünen Türk, Ankara’da ‘muteber’ kişiye dönüştü. Ve DEM heyetinde yerini aldı. Daha ilginci bu tuhaflığın yadırganmaması, doğal karşılanması.
DEM heyetinin partilerle yaptığı görüşmenin ardından kamuoyuna kısa açıklama yapıldı. Hemen tüm görüşmelerin ‘olumlu havada’ geçtiği duyuruldu. Çok fazla bilgi paylaşılmadığı sonucunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Partilerden ‘sızıntı’ olmaması mümkün değil çünkü. ‘İmralı’nın talepleri neler?’ sorusu halen cevapsız.
Medyaya magazin iddia yansıdı. Öcalan serbest kaldıktan veya ev hapsine alındıktan sonra ‘evlenmek istediğini’ devlet yetkililerine iletmiş. DEM heyetiyle de paylaştı mı, bilmiyoruz. Bu meselenin bugünün konusu olmadığı da muhakkak. Sürecin o noktaya kadar ilerleyip ilerlemeyeceği bile kuşkulu. Henüz yolun başındayız…
Genel af bu kapsamda yine gündeme geldi. Eğer süreç ilerleyecekse ‘genel af’ ve ‘demokratikleşme paketi’ kaçınılmaz. DEM’le görüşmede yer alan AK Partili Abdullah Güler soru üzerine ‘Genel af şu an gündemimizde yok…’ dedi. Bu cümle ‘genel af’ olmayacağı anlamına gelmez. ‘Şu anda…’ yok. O kapı kapatılmış değil. Zamana bırakılmış durumda. Yarının nelere gebe olduğunu kestirmek güç.
Benzer bir açıklama da MHP’li Feti Yıldız’dan geldi. Yıldız ‘Şu an genel affın şartları yok’ dedi. Tartışılır tabii bu. Yargı kararlarının yoğun tartışıldığı bir ortamın içinde Türkiye. Toplumun adalet talebi var. Hapishaneler ağzına kadar dolu. Siyasi mahkum ve mahpusların yararlanamadığı infaz düzenlemeleri toplumda onulmaz yaralar açtı. Genel af için bundan daha uygun zemin ve iklim olabilir mi?
Her ne kadar iktidar cephesi gönülsüz yaklaşsa da genel af konusunun süreçten bağımsız olarak da ele alınması kaçınılmaz. Yargının açtığı toplumsal yaraları sarmanın başka yolu yok. Neyse, bu ayrı konu…
Meclis’te İYİ Parti dışında sürece olumsuz yaklaşan, daha baştan kapıları kapatan parti çıkmaması pozitif bir gelişme. Buradan partilerin olumlu yaklaştığı sonucunu çıkarabiliriz. Fakat bu sürecin ilerleyen aşamalarında sorunlara yol açmayacağı anlamına gelmez. ‘Öcalan talepleri ve Ankara’nın adımları…’ belirlenmeden partilerin destek veya kösteğinden söz etmek sağlıklı olmaz. Yan çizmeye meyilli partilerin varlığı gözden kaçmıyor.
İlk tur görüşmelerde en dikkat çekici gelişme, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dışarıda kalması. Ne ‘cumhurbaşkanı’ sıfatıyla ne de ‘AK Parti Genel Başkanı şapkasıyla’ heyette yer aldı. Oysa tüm partiler DEM heyetini ‘lider düzeyinde’ ağırladı. Sadece AK Parti düşük profille DEM’in karşısına çıktı. Erdoğan neden katılmadı, niçin geride durdu? Sürece mesafeli olduğundan mı? Bu sorunun cevabı henüz yok. Fakat ilk günden itibaren ‘gönülsüz’ bir tutum içine girdi. Bahçeli’ye ‘ortaklık hatırına’ destek verdi fakat İmralı’nın özne olduğu hiçbir cümle kurmadı. ‘Terörsüz Türkiye’ vurgusunu tekrarladı.
Süreçte tek belirleyici ismin ‘Erdoğan’ olduğu şüphesiz. O da rengini göstermemekte ısrarlı. Görüşmeye katılmamasını ‘mesafe koyma ve soğuk bakma’ diye yorumlamak bile mümkün. Ne Erdoğan ne AK Parti sözcüleri Erdoğan’ın görüşmeye niye katılmadığı konusunda tatmin edici bir açıklama yaptı. Bu mesele ‘bekle gör…’ politikası izlenecek bir mesele değil. Ya içindesin, ya dışında… Ortası yok. Süreci geliştirecek ve ilerletecek olan Erdoğan’dan başkası değil.
AK Partili Güler’in söylediği ‘Bu bir çözüm süreci değil’ cümlesi Erdoğan’ın politikası olacaksa İmralı trafiğinin adını ve siyasi anlamını da ortaya koymak durumunda. söylendiği gibi ‘süreç değil, açılım değil’ ise nedir? Belli ki ilkinden farklı yol izlenecek. Bu yolu tanımlamak ve taşlarını döşemek gerekmiyor mu? ‘Belirsizlik’ yeni sürecin bir gereği mi yoksa? Doğru veri ve bilgiler kamuoyuyla paylaşılmazsa yanlış ve yalan haberler meseleyi zehirlemez mi?