(The Turkish Post) – ASLI GÜNEY
Türkiye’de yargı organları hakkında geçmiş yıllarda da bazı iddialar ortaya atılmıştı. Ancak son birkaç yılda deşifre olan olaylar, yargıdaki krizin ne kadar ciddi olduğunu gözler önüne seriyor. Özellikle bazı hâkim ve savcıların belirli suç gruplarından tutuklu kişileri tahliye etmek için milyon liralarla ifade edilen rüşvet aldığı iddialarıysa yargının bittiği anlamına geliyor.
Son olarak Dilan ve Engin Polat’ın tahliye edilmesi için bazı yargı mensuplarının açıktan rüşvet aldığının telaffuz edilmesine rağmen, HSK ve Adalet Bakanı’nın sessiz kalması kabul edilemez. Tuz kokmuşsa, bir ülkede adaleti asla tesis edemezsiniz. O zaman da herkes adaletini kendi tesis etmeye başlar.
Bir hukukçu olarak sonradan söyleyeceğimi, önceden haykırayım. Hem de yüksek sesle. Bir ülkede güvenin, adaletin ve demokrasinin temelini adalet oluşturur. Şayet bir ülkede adalet mekanizmasını ortadan kaldırırsanız, bir binanın temelini de ortadan kaldırmış olursunuz. Yoksa yamalı bohça gibi, sütunları boyamak zorunda kalırsınız. Nihayetinde de en küçük bir sarsıntıda, bina yerle bir olur. Maalesef Türkiye’de yaşanan durum budur.
En tepeden sokaktaki vatandaşına kadar, kimse adalete güven duymuyor. Siyasi iktidar kanadı, adalet güven endeksini kontrol etmek için sürekli anket üstüne anket yaptırıyor. Ancak her defasında vatandaşların adalete güveni çok düşük çıkıyor. Bunun oluşmasının temelinde de, şüphesiz son dönemde basına yansıyan bazı tahliye kararları yer alıyor. Hatta bazı yargıçların, tutukluları tahliye etmek için, sanık avukatları ile iş tuttukları iddiası adliye koridorlarında konuşuluyor. Ancak sorun şu ki, HSK ve Adalet Bakanlığı bunları hiç duymuyor. Duymamaya devam ediyor.
Adli kurumlara kimse güven duymazken, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, trajik bir konuşma yaptı geçtiğimiz günlerde. Adli Yıl açılışında Tunç, inşasına başlanan yeni adalet sarayı hakkında bilgiler verdi. Yanlış duymadınız! Adalet Bakanı’nın konuşması gereken temel bir konu vardır her daim: O da adalettir. Yargıda yaşanan aksaklıklar, yeni yargı konuları vb konularda da tabii ki aparat olarak eklenebilir. Bunun dışında bir ülkenin Adalet Bakanı, başka konulara kafa yormaz, yoramaz.
Ancak sayın bakan, çıkmış, Çevre ve Şehircilik Bakanı’nın konuşması gereken bir alanla ilgili yorumda bulunmuş. Bakan bey diyor ki, “Ankara Adliyesinin tek çatı altında toplanmasıyla ilgili çalışmamızı 3 yıl gibi kısa bir süre içerisinde tamamlayacağız. Dünyanın en büyük adalet sarayı Ankara’mızda inşa ediliyor. 622 bin metrekare kapalı alana sahip olacak.”
Tamam dünyanın en büyük binası olacak anladık. İçinde adalet olacak mı? Beni ilgilendiren temel konu bu. O binada görev yapan hakim ve savcılar, sadece adalet için mi mücadele edecek, yoksa güçlünün hakkını mı savunacak? Toplumu ilgilendiren en temel konu bu. Bakan şunun garantisini verecek mi; hakim ve savcıların ismi rüşvet ve iltimas gibi konularda hiç geçmeyecek. Bunun garantisini verebiliyor mu? Ben söyleyeyim… Asla veremez. Şayet sonuç buysa, bence yeni bina yapmanıza gerek yok. Siz adaleti tesis ettikten sonra, binanın hiçbir anlamı yoktur. Önemli olan binanın dış dizaynından ziyade, temelinin sağlam olup olmadığıdır.
Sayın Bakan bunları neden mi söyledim? O zaman açıklayayım. Kara para aklama ve vergi kaçırma suçundan yargılanan Dilan ve Engin Polat davasında mahkeme geçtiğimiz günlerde ara kararını açıkladı. Engin Polat’ın 3 ayrı suçtan toplam 20’şer yıldan 40’ar yıla kadar hapisle cezalandırılmasının istendiği davada, mahkeme, tutuklu sanıklar Engin Polat, Sezgin Polat, Alper Kürşat Polat ve muhasebeci Ahmet Gün için tahliye kararı verdi. Sanıklar tutuksuz yargılanacak ve ayrıca yurtdışı çıkış yasağı uygulanacak.
Bence verilen kararda hukuki bir sorun yok. Hukuki yargılamalarda bu tür kararlar hep olabilir. Ancak temel sorun tahliye sonrasında yaşandı. Tartışma yaratan bu karara en sert tepkiyi gösteren isimlerden biri Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ oldu. Konuyla ilgili sosyal medya hesabından bir paylaşım yapan Özdağ, “Hapishaneden nasıl çıktığını biliyorum. Ne yazık ki yazamıyorum. Sen, kocan ve benzerleriniz 85 yaşında kadınların kağıt mendil satarak kiralarını ödemeye çalıştığı, pazar yerlerinde çürümüş meyvaları toplayarak karnını biraz doyurabildiği bir ülkede hak etmediğiniz ve terbiyesizce yaşadığınız görgüsüz zenginliğiniz ile hem zamanın ruhunu hem devrin yüz karasını temsil ediyorsunuz” dedi.
O zaman Adalet Bakanı’na sormak gerekiyor. Sayın Bakan, Ümit Özdağ, “Hapishaneden nasıl çıktığını biliyorum. Ne yazık ki yazamıyorum.” derken ne demek istedi? Lütfen topluma izah edebilir misiniz. Bu konuda bakanın net bir açıklama yapmadığını açıklamak isterim. Ancak Ümit Özdağ, bir gazeteye verdiği röportajda, Polat çiftinin ciddi rüşvet ödeyerek çıktığını açıkladı. Sayın Bakan, lütfen bize, “Ümit Özdağ yalan söylüyor, yanlış bilgi veriyor, Türk yargıçları rüşvetle karar vermez” deyiniz. Ama siz de diyemiyorsunuz. Bunu biliyorum.
Gelelim son noktaya. Artık Türk yargısında tuz kokmuş. Bunu herkes biliyor. Kaldı ki, hakkında yakalama kararı bulunan ve yargı süreci devam eden Sezgin Baran Korkmaz, birkaç gün önce gazeteci Fatih Altaylı’nın YouTube kanalına katıldı. Korkmaz da yargı camiasıyla ilgili feci açıklamalarda bulundu. Fetö borsası, sahte raporlar ve operasyonlarla ilgili. Alın size bir Türkiye fotoğrafı. Nereden tutarsanız tutunuz. Yargı alarm veriyor. Ha bu arada bir savcının, bir suç şebekesinin lideriyle bir adamını kurtarmak için yaptıkları rüşvet pazarlığını saymıyorum.
Bunlar birkaç spesifik olaylar. Ancak artık bütün adliyelere sirayet etmiş durumda. Adalet Bakanı’na benden küçük bir uyarı. Bence dünyanın en büyük adalet binasını yapmak yerine, küçük binalarda mutlu olan ve sadece adaletle hüküm veren savcı ve hakimlerle çalışmanız. Bunu yaparsanız hem ülkeniz hem de vatandaşınız kazanır. Aksi durumda suç gruplarının yargı üzerindeki gücünü kıramazsınız. O zaman da ne kadar anket yaptırsanız, kimse verdiğiniz kararlara saygı göstermez.