(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Neyi?
Gerçek problemi yanlış kurunca, çözüm denklemini de varış yerini de yanlış istasyonda bekliyoruz.
Hep bu Amerikan filmlerinin etkisi. PKK’nın yönetici kadrosu ile Türk devletinin bugünkü üst kadrolarının hayal dünyalarını besleyen ortak payda bu Western klasikleri oldu. Kızılderili şefi beyaz adamla karşılıklı barış çubuğu tüttürmeden önce savaş baltalarının toprağa gömülmesi gerekiyor. Beyaz adam Türk devleti, Kızılderililer de Kürtler oluyor. PKK’dan silah bırakmasını beklerken Çin malı A 47 ile, sopanın ucuna iple bağlanmış ip bile kesmekten aciz küçük-ilkel baltayı denk tutmuş oluyoruz.
PKK, bir Soğuk Savaş Örgütü:
PKK, Soğuk Savaş döneminden bugüne intikal eden nadir fosillerden biri. Marksist-Leninist teoriye göre kuruldu. Şu “emperyalizme karşı savaş” sloganıyla ortalığı kan gölüne çeviren benzer örgütlerle aynı ideolojiyi, örgütlenme yapısını ve silahlı mücadele yöntemini benimsedi. PKK’nın yapısını ve yöntemlerini anlamak için teoriden ziyade iki pratik referansa bakmanız gerekir. Birincisi Lenin’in 1917’de “Bütün iktidar Sovyetlere” sloganı ile Bolşevik devrimini başlatması ve aynı modelin köylü Çin’de Mao’nun önderliğinde hayata geçirilmesidir. Terör konusunda asıl etkileyici pratik ise, Castro ve Guevara’nın, küçük bir silahlı grupla yola çıkıp kademe kademe halkı arkasına alarak Küba’da Batista’yı devirip, kalıcı bir iktidar yaratmalarıdır. Bu tecrübelerden damıtılan formül son derece basittir: Şiddet, halk desteğini harekete geçirecek bir propaganda aracıdır. Yani terörün amacı sadece propagandadır. Şiddet tırmandıkça, halk silahlı örgüt korkusuyla veya örgüte karşı devletin baskısıyla pozisyon alır, kan deryası büyür ve sonunda örgüt amacına ulaşır. Sonuca varamayan bu mantık PKK’nın 50 yılının özetidir.
Mülkiye’de 1974’te, Büyük Anfi’nin merdivenlerinde Abdullah Öcalan’ı ilk defa gördüğümde, Soğuk Savaş’ın gölgesinde Petrol Krizi tırmanıyor ve anti-emperyalist edebiyat dalga dalga yayılıyordu. 70’li yılların çıldırtıcı şiddet ortamı daha henüz hazırlık safhasındaydı. Öcalan Lenin’in Demokratik Merkeziyetçilik tezine, etnik temelde takla attırıp demokratik konfederalizme dönüştürerek örgütünü uzun soluklu bir yola soktu.
Olanlar hepimizin hafızasında. 1990’lı yılların ilk yarısında Türkiye’yi esir alan PKK terörünün, kendi hukukunun dışına çıkan devlet terörü ile nasıl dengelendiği ve memleketin çivisinin çıktığını hatırlıyor olmalısınız. Türkiye “ver kurtulcular” ile “vur kurtulcular” arasında ikiye bölünmüştü.
1984 Eruh baskınından bu yana tam 40 yıl geçti. Soğuk savaş sona erdi. İki kutuplu dünyanın çatlaklarına yerleşen terör örgütleri dünya çapında tasfiye edildi. PKK, Soğuk Savaş’tan bugüne canlı intikal eden bir fosil cinsi gibi yaşamaya devam etti.
Nasıl?
PKK’nın varoluşsal sorunu:
Cevap, Orta Doğu’nun hokkabazlara taş çıkartan çok bilinmeyenli ve çok aktörlü dengelerinde aranmalı. Orta Doğu’nun karanlık labirentlerinde PKK’nın önüne hep yeni fırsatlar çıktı. Avrupa’nın, bilhassa Fransa’nın bölge politikası, İran ve Türkiye arasındaki rekabet, Körfez Savaşı ve Suriye İç Savaşı bu fırsatlardan bazılarıydı.
Parlayıp sönen Arap Baharı bile PKK’ya yaradı. İsrail’in Gazze’de yeni sona erdirdiği kıyım, PKK’nın bukalemun yeteneklerinin de sonunu getirdi.
Suriye’de Esad’ın tepetaklak olması ve bir İngiliz rejisi ile ABD-İsrail ekseninin Türkiye’yi denkleme dahil etmesi, bu Soğuk Savaş artığı örgüte yerleşebileceği esaslı bir aralık bırakmadı.
Sonuç çok bariz: PKK, başlangıcında kendini var eden anti-emperyalist yolculuğu bir daire şeklinde tamamlayıp gelip -kendi tabiriyle- başladığı yere döndü ve emperyalizme teslim oldu.
Tekrarlayalım: İngiltere’nin emperyal tecrübesi ile sevk ve idare ettiği ABD-İsrail ekseni, Orta Doğu’da PKK’ya yaşam alanı bırakmadı. İran’ın burnu sürtmüşken, Arap dünyası teslim olmuşken kimse ellerine yapışıp kalan terör örgütleri ile politika yürütmek istemiyor. PKK, tıpkı 99’da Öcalan’ın teslim edilmesi gibi, koli bantlarıyla paketlenip Türk devletine teslim edildi.
Aslında önümüzde duran tablo çekirgenin birkaç kere zıplamasından sonra gelip köşeye sıkışmasından ibaret.
PKK önce ideolojisini, sonra emperyalist destekçilerini kaybetti:
PKK, Marksist-Leninist ideoloji üzerinde bir örgütsel yapı kurmuş ve büyütmüştü. Sosyalist ideoloji, Soğuk Savaş’ın bitmesi ile seperatist milliyetçi ideoloji ile yer değiştirdi. Bu sefer de Kürtlerin çıkarları ile örgütün çıkarları arasındaki çatışmalar ön plana geçti. PKK, Stalinist yöntemlerle bütün muhalif Kürt hareketlerini bitirdi. Ama elindeki bu milliyetçi ideoloji de daha çok başkalarının hizmetine sunduğu kullanışlı örgüt sayesinde varlığını sürdürdü. Kısaca PKK, silahlarından çok önce, asıl kendisini var eden ideolojisini kaybetti.
Uluslararası çapta destek bulamayan terör örgütlerinin yaşama şansı yoktur. Ayrıca ideolojisi olmayan bir örgüt, terör araçları ile neyin propagandasını yapabilir? PKK’nın aşamadığı propaganda engeli: İsrail’in güvenlik çıkarlarına hizmet etmek. Kürtler bu durumu kaldıramıyor.
PKK’nın ne yapacağını kestirmek için elimizde tek sağlam ölçü var: Şiddetin propaganda değeri ne kadar?
Cevap: Hiç kalmadı.
Ağırlık merkezi silahtan siyasete geçti. Öcalan’a terör örgütünün lideri olarak değil, Kürtlerdeki karşılığı yüzünden müracaat ediliyor. PKK’ya “silah bırak” çağrısı, gerçekte Kürtlere “PKK’yı bırakın” çağrısı demek.
Selahattin Demirtaş’ın denkleme dahil edilmesinin sebebi de bu. Kandil’deki yaşlı politbüro üyelerinin Kürtler arasında hiç karşılığı yok.
İdeolojiler, kitleselleşmiş psikolojilerdir. Kürtlerin psikolojisini kim kontrol ediyor? 40 yıldan sonra bu psikolojinin içine silahın girip yerleşeceği, hükmünü yürüteceği bir alan kaldı mı?
Mesele Suriye’de Cezire’de düğümlendiğine göre, silahın anlamını o bölgeye yerleştirelim:
Cezire’de, ENKS’yi içinde barındıran bir Kürt otoritesi üzerinde PKK’nın etkisi olabilir mi?
PKK’nın silah bırakması ve Cezire’yi terketmesi meselesi, o bölgede Barzani yanlısı muhalif Kürtlerin yaşayabilmesinin ve özgürce politika yapmalarının da ön şartı değil mi? Öyleyse mesele, PKK’nın silah bırakması üzerinden aynı zamanda “Kürtlere Özgürlük” meselesi değil mi?
Silah bırakma çağrısına, PKK’nın Türk Devleti karşısında silah bırakması olarak bakmak eksik ve hatalı bir bakış açısı. PKK ideolojik bir örgüttü. İdeolojisi dağıldı. İdeolojisi dağılan bir örgütü hangi silah bir arada tutabilir?
Silahı elinde tuttu diyelim, üreteceği şiddetin kendisine ne faydası olur?