(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Mansur Yavaş efsanesi…
Bu efsaneye, Zümrüdü Anka kuşunun kanatlarını takıp havalandıranlar Mansur Yavaş’ın rakiplerinden başkası değil: Parti içinde İmamoğlu, dışarda Erdoğan.
Siyasî rekabeti meydan muharebesi gibi görüp, tarafsız gözlemci sıfatıyla yüksek bir tepeden izlemeyi ve yorumlamayı deneyelim.
Bahçeli’nin patlattığı bombanın ilk sonuçlarından biri olarak erken seçim için, “seçim sath-ı maili”nde, yani seçimin eğimli zemininde kaymaya başlayanları izliyoruz. CHP, bu bombadan hissesine düşeni kaptı ve herkes siperlere atlayıp vaziyet aldı.
Cumhurbaşkanı adaylığı iddiası ile meydanlara inen Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş birbirlerine karşı kılıçları çekmiş, dışarıya karşı adaylıklarını ilan etmiş görünüyorlar. Aralarındaki düello, orta yol bulmaya çalışan pürtelaş Özgür Özel’i yıpratıyor. Kurultay çağrılarına muhatap oluyor. Ekrem İmamoğlu, “Ahmak Davası” üzerinden yakaladığı mağduriyet ivmesini, tam saha pres yaparak, yani halkla ilişkilere ağırlık vererek avantaja dönüştürüyor. Mansur Yavaş, MİT soruşturması iddiası ile benzer bir mağduriyet-mazlumiyet imajı oluşturmaya gayret ediyor. İmamoğlu yerinde duramıyor, keskin sirke misali fırsatları abartıyor; Mansur Yavaş soyadı ile müsemma hareket ediyor.
Hangisi doğru?
Hüküm vermek için acele etmeyin.
Çünkü teraziye ağırlığını koyan karşı taraf. Saray, hangisine hücum ederse onu diğeri karşısında avantajlı hale getiriyor. Bu durum o kadar belli ki, Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu’nu cumhurbaşkanlığı seçiminde rakip olarak tayin ettiği izlenimi bile doğuyor. Oyunu kuran Saray olunca her türlü entrikanın, sağ gösterip soldan kroşe indirmenin, kamuoyu nezdinde şaşırtıcı bir tarafı kalmadığı için, entrika tezgâhı bir türlü biçtiği donu dikemiyor.
ERKEN SEÇİM ATMOSFERİ
Bahçeli ile Erdoğan arasında Yeni Açılım süreci üzerinden neticesi henüz alınmayan bilek güreşi, Erdoğan cephesinin inisiyatif kaybı yüzünden Türkiye’yi erken seçim atmosferine soktu. Kayyım operasyonları, okyanus ortasında bir volkanın yavaş yavaş doğması gibi seçim sandığının yükselişini tetikliyor. CHP’nin içinin karışması, parti içi muhalefetin birbirine girmesi ufukta seçimin görünmesi yüzünden. CHP, birbirine zıt siyasî-ideolojik kimliklerden oluşan bir koalisyon. Mansur Yavaş’ın bu kimliklerin her birine ayrı ayrı yabancı olması en büyük avantajı. 19. yüzyılda Avrupa’da bağımsızlığını kazanan yeni milletlerin başına hep dışardan ve aynı aileden krallar tayin edilmiştir. CHP’de ancak dışardan birinin, güçlü bir iktidar vaadi ile bu uyumsuz parçaları bir arada tutabileceğine dair içgüdüsel bir refleks var. Mansur Yavaş’ı açık ara önde gösteren anketler bu kanaati güçlendiriyor.
İmamoğlu, geleceğin cumhurbaşkanı sıfatıyla vaatlerde bulunmaya başlayarak öne çıkmaya çalışıyor. Mansur Yavaş, “sağlı-sollu darbeler”den şikâyet ederken, bir yandan da seçimden sonra parlamenter sisteme dönüş programını, aynı sıfatla yani geleceğin cumhurbaşkanı sıfatıyla açıklıyor. Kısaca Ankara ve İstanbul Belediye reisleri arasında yarış başlamış durumda.
Kaybedecek ata kimse oynamaz. Siyaset iddia işi.
İktidara yürüyen CHP’de çatışan hiziplerin üzerinde uzlaşacağı iddialı ortak proje şöyle şekillenecek:
Öncelikle, kesin bir takvime bağlanmış parlamenter sisteme dönüş programı üzerinde mutabakat sağlanacak. Böylelikle parti genel başkanlığı makamı, yakın zamanın başbakanı sıfatıyla önem ve ağırlık kazanacak. Özgür Özel peşinen başbakanlık koltuğuna oturacak. CHP’nin cumhurbaşkanı adayı da aynı takvimle parlamenter sistemin sembolik cumhurbaşkanı sıfatıyla safralarından kurtulmuş olarak hemen bugün siyasî teraziye çıkacak.
KİMİN KAZANMASI DAHA GARANTİ?
Cumhurbaşkanı kim olacak meselesi bu şekilde yumuşatıldıktan sonra, asıl kritik ve acil soruya sıra gelecek:
Kim aday gösterilirse CHP’nin müstakbel iktidarı, yani seçim garanti altına alınır?
Sırasıyla CHP kurmaylarının, parti grubunun, parti teşkilatının, üyelerin ve oy verecek olan seçmenlerin nezdinde bu soruya verilecek cevap, kişilerin iddiasına göre verilecek.
“Cumhurbaşkanı adayı kim olsun?” sorusu yanlış. Doğru soru: “Kimin kazanması daha garanti?”
Tekrar savaş stratejilerine dönelim.
Tarihin en büyük askerî (yani siyasî) dehalarından biri, I. Justinianus’un komutanlarından Belisarius’tur. Belisarius (Ölümü: 565), Ayasofya inşa edilirken Doğu Roma İmparatorluğu ordusunun başında, daha sonra “Son Romalı General” olarak şöhret bulan 25 yaşında bir askerdir. Gözü kara ve kıyıcı bir komutandır; Nike ayaklanmasında, İstanbul’da, Hipodromun kapılarını kapattırıp 20 bin silahsız sivili kılıçtan geçirip isyanı bastıran odur. Dehasının en önemli kanıtı Perslere karşı kazandığı büyük zaferdir. Belisarius bu zaferi, Pers ordusundan sürekli kaçarak, hemen hemen hiç savaşmadan kazanmıştır. Bizans ordusunu takip etmekten yorulan Pers ordusu, perişan olup dağılmış ve sonuçta ağır bir yenilgiye uğramıştır. Bu olay, hiç çatışmaya girmeden savaş kazanmanın benzersiz örneğidir.
Mansur Yavaş efsanesinin püf noktası, kendi doğal mecrasında şekillenen ve bütünüyle savunma pozisyonuna bağlı “rasyonel pasifizm” adı verilen işte bu strateji. Mansur Yavaş’ın kurmay heyetinde “bir şeyler yapmalı” diyerek onu aksiyon almaya kışkırtanların mevcut olduğu anlaşılıyor; ancak hareket her zaman bereket getirmiyor. Mevcut rekabet veya savaş tablosunda, çatışmaya girmeyerek karşı tarafı doğal yıpranma sürecine mahkûm eden zafere ulaşacak.
Geçen hafta itibariyle cins atlar start almış oldular. “Kop da gel” naraları sizi yanıltmasın.
Siyasî tarihimizin tuhaf efsanelerinden biri doğuyor ve muharebe meydanında birileri stratejiyi, yani siyasî aklı devreye sokuyor.
Kızın gevezeliğinden ve sorgulamalarından şikayetçi delikanlı: “Bırak gözlerin konuşsun” diyerek romantik bir tonlamayla sevgilisini susturuyor.
Mansur Yavaş’a da, rasyonel pasifizmle uyumlu bir replik kalıyor: “Bırakalım anketler konuşsun.”