(The Turkish Post) – KAMİL ASLAN
Lafı uzatmadan sorayım? Türkiye’de hâlâ futbolun adaletine inanan var mı? Bugün taraflı tarafsız sokaktaki kime mikrofon uzatsanız, hiçbir taraftar adalet kavramına inanmadığını açıkça ifade ediyor.
Ancak temel bir sorun var Türkiye’de. Sadece büyük takımların hakları ve adalet çığlıkları ekranlara yansıyor. Onun dışında Anadolu takımlarının mağdur olması kimsenin umurunda değil. Zaten Anadolu takımları, sadece büyük takımların mücadele ettiği bir ligde, çerez gibi ortada duruyor. Asıl amaç Galatasaray, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın hakkının yenilmemesi. Trabzonspor’u artık bu kulvarda düşünmek bile istemiyorum. Çünkü ligin 20. Haftası itibariyle canı en fazla yanan takımlardan birisi de Bordo Mavili takım. Ancak Başkan Ertuğrul Doğan, bazen sesini yükseltiyor. Sadece yükseltmekle kalıyor! Bir sonraki hafta takımın hakkı yine yenilmeye devam ediyor.
Ünlü İngiliz yazar George Orwell’ı bilmeyen yoktur. Bir edebiyat gurusu olan Orwell, yıllar öncesinde eleştiri okları haline gelen kitabı Hayvan Çiftliği’nde hayvan aforizması üzerinden sistem eleştirisinde bulunur. Orwell’a göre; “Bütün hayvanlar eşittir ama bazı hayvanlar öbürlerinden daha eşittir.” Kağıt üzerinde bakıldığında bütün hayvanlar, çiftlikte yaşar. Ancak bazı barınma, gıda ve iş yükü açısından diğerlerinden farklılık arz eder. Aslında hafta sonunda oynanan Konyaspor- Fenerbahçe maçını izlediğimde yeniden George Orwell’ın meşhur yaklaşımı aklıma geldi. Zaten müsabakanın futbol kalitesi zayıftı. Ancak karşılaşmada ne yazık ki hakemin verdiği ve vermediği kararlar maçın da skorun da önüne geçti. Ceza sahası içinde Dzeko, rakip oyuncunun ayağına bile isteye, taammüden bastı. Hakem faul bile vermedi. VAR devreye girmedi. Konyalı oyuncu acı içinde dakikalarca kıvrandı, durdu. Hakem adeta ayağı kırılacak oyuncunun yanına gelip, kontrol bile etme gereği hissetmedi. Avrupa’da bu pozisyon olsa net kırmızı. Ve oyuncu üç maç yeşil sahalara hasret kalır. Bizde ne oldu? Oyuncu sarı kart bile almadı. Ya aynı pozisyonu Konyaspor’u oyuncu yapsaydı ne olurdu? Net kırmızı kart verilir, medya o oyuncuyu linç ederdi. İşte Türk takımları ve taraftarları bu şartlar altında adalet bekliyor. Daha çok beklerler, benden söylemesi! Çünkü sistem maalesef böyle işliyor.
Dünyada futbol ekonomisinin büyük bir pastası var. Milyarlarca Eurolar havalarda uçuşuyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Bazı iş adamları ve para tutkunlarının bu pastadan pay almak için nasıl yarış verdiklerini görüyorsunuz. Alınan komisyonlar, hediyeler ve lüks yaşamlar da bunun cabası. İşte şartların bu kadar güçlü olduğu bir düzende adalet beklenir mi sizce? Bence hayır! Bir de bu düzenin içine iddia, bahis ve kumar gibi kavramları kattığınızda işin rengi de değişiyor. Artık legal bir sistem, illegal olmaya başlıyor. Hal böyle olunca da, oyuncusundan hakemine, taraftarından yöneticisine kadar iddia ve bahis oynuyor. Sonuçta da tatsız, adaletsiz bir lig ortaya çıkıyor. Bakın sorabilirsiniz, dünyada da futbol ekonomisi aynı değil mi? Tabii ki her ligde benzer oyunlar mevcut. Ancak takibi ve kontrolü sıkı yapıldığı için bu kadar pervasızlık yok ne yazık ki. İşte hakemlerin maç yönetimini, “VAR” denilen sistemin “YOK” gibi davranmasını ancak böyle yorumlarsınız. Bununla birlikte, kulüplerin finansal yönetimi, sponsor anlaşmaları, yayın gelirleri ve transfer piyasası gibi birçok faktörü de dışarıda tutamazsınız.
FUTBOL SADECE BİR TOPTAN İBARET DEĞİL… İDDİA VE BAHİS SORUNLARI
Türkiye’deki futbol kulüplerinin yönetim yapıları, genellikle seçimle belirlenen başkanlar ve yöneticilerden oluşur. Bu yöneticiler, kulübün finansal sağlığını koruma ve sportif başarı hedeflerine ulaşma sorumluluğunu taşırlar. Ancak, çoğu kulüpte bu yöneticilerin futbolu daha çok kişisel çıkarlarına göre yönetmeleri sıkça eleştirilir durumda. Kulüp yönetimlerinde sıkça görülen mali disiplinsizlik, borç yüklerinin artmasına ve kulüplerin finansal istikrarını kaybetmelerine yol açmakta. Örneğin, büyük Türk kulüpleri borçlarını kapatma amacıyla büyük transfer harcamalarına yönelirken, bu durum genellikle kulüp ekonomisini daha da zor bir duruma sokuyor. Ayrıca Spor Yasası’nın tam manasıyla uygulanmaması da büyük bir dezavantaj. Çünkü başkan ve yönetiminin yaptığı borçlar şahıslarına değil, kulübün hanesine yazıyor. Yönetim değiştiğinde ibra edildiği için de, kimse borç yükü altında ezilmiyor. Batan patronların özel şirketleri değil, kulüpler oluyor. Bugün Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray olmak üzere bütün kulüpler borç yükü altında eziliyor. Aslında kulüpler normal şartlarda batak durumda. Başkanların şirketleri kâr açıklarken, kulüplerin zarar açıklamasının tek bir gerekçesi var. Kulüplerin “ÇİFTLİK” gibi yönetiliyor olmasından ileri geliyor.
Tabii ki yüksek volümlü rakamların konuşulduğu bir ligde en fazla konuşulan kavramlarsa hakemler oldu. Yıllar boyunca adaletli bir hakem kararına rast gelmedik ne yazık ki. Hakem sadece normal şartlarda görevini yapsa kâfi. Ancak bazen art niyetli kararları görünce insan saç baş yoluyor. Özellikle Fenerbahçe- Konyaspor maçında Dzeko’nun pozisyonu buna işaret. Hakemin takımı ve siyasi görüşü tabii ki olur. Ancak bunu yansıtmaz. Bir hakimin siyasi ve dini inancını yargılamasına karıştırmadığı gibi. Ortada tek bir gerçek olmalı, mutlak deliller. Ne yazık ki, Türkiye’deki futbol ekonomisinde hakemlerin rolü de önemli bir tartışma konusu. Hakemlerin performansları, bazen kulüp yöneticilerinin ve taraftarlarının hedef gösterdiği unsurlar arasında yer alıyor. Türkiye’de, bazı kulüplerin hakemler üzerindeki baskıları, futbolun adil ve temiz bir şekilde oynanmasını engelleyen bir faktör olarak görülmekte. Hakemlerin kararları, kulüp yöneticileri ve medya tarafından eleştirilir ve bu, hakemlerin tarafsızlıklarını sorgulayan bir ortam yaratıyor. Ayrıca bazı hakemlerin ellerindeki net verilere rağmen, gerçek kararları vermemeleri de ayrı bir tartışma konusu. Aslında temel sorun. Hakemlerin kararlarının mutlak olması. Bir yargı kararının bile istinaf yolunun olduğu bir düzende, hakemin verdiği adil olmayan kararların tekrarının olmaması ayrı bir garabet olarak duruyor. Hal böyle olunca da, hakem eskileri de sadece eleştirmekle yetiniyor. Aslında eleştiri konusu olan sadece büyük takımların haklarının yenilmesi. Aksi durumda Anadolu takımları zaten her gün mağdur. Onları düşünen kimse yok. Önemli olan futbol ekonomisinin zarar görmemesi. Bunun temelini de büyük takımlar oluşturuyor.
HAKEM ATAMALARINDA ADALET KAVRAMININ SAĞLANMASI
Neticede, Türkiye’deki futbol ekonomisi, kulüplerin yöneticilerinin ve hakemlerin rolüyle şekillenen dinamiklerle derin bir şekilde bağlantılı. Ancak, bu ekonomik yapının daha adil, şeffaf ve sürdürülebilir bir hale gelmesi için kulüp yöneticilerinin daha dikkatli bir yönetim anlayışı geliştirmesi, hakemlerin ise dış baskılardan arınarak daha bağımsız bir şekilde kararlar alabilmesi gerekiyor. Ancak hakemlerin yeterince adil bir ortamda seçilmesi, baba oğul, yeğen, damat vb gibi devir şeklinde görevlerini sürdürmeleri asıl sorunu oluşturuyor. Hal böyle olunca adalet kavramı, yerini yanlı kararlara bırakıyor. Hakem atamaları, performans değerlendirmeleri ve disiplin süreçlerinde şeffaflık eksikliği, güven sorunlarına yol açan temel faktör olarak bulunuyor.
Yine MHK’nın yönetim politikaları, hakemlerin tarafsızlığına gölge düşürebilecek kadar tartışmalı kararlara sahne oluyor. Eleştiri oklarının hedefi haline gelmiş hakemlere sahip çıkılması ve bir sonraki hafta yeniden görev verilmesi de, kurulun adalet kavramındaki çelişkileri gözler önüne seriyor. Ayrıca Türkiye’deki hakemlerin performansı, çoğu zaman uluslararası standartların gerisinde kalıyor. Bu durum da, maç sonuçlarına doğrudan etki eden hatalara neden oluyor. Kısacası hakemlerin sürekli gelişimini sağlamak için yeterli eğitim ve teknoloji yatırımı yapılmaması, VAR sistemi gibi teknolojilerin etkin kullanılmaması da tartışmaların artmasına neden oluyor haliyle.
Acizane bunun önüne geçilmesinin birkaç yolu bulunuyor. Kulüp yöneticileri ve hakemler için bağımsız denetim mekanizmaları oluşturulmalı, karar süreçleri şeffaf hale getirilmeli. Bunun yanı sıra, kulüp yöneticilerine mali yönetim ve uzun vadeli strateji konularında eğitim verilmeli. Hakemlerin de teknik ve psikolojik eğitimine daha fazla kaynak ayrılmalı. Ayrıca VAR sisteminin etkinliği artırılmalı ve hakem performansı yapay zeka destekli analizlerle desteklenmeli. Son olarak da, hem MHK hem de kulüp yönetimleri üzerindeki siyasi etkiler minimuma indirilmeli, bağımsız bir futbol yönetimi anlayışı benimsenmeli. Bu şartların sağlandığı bir ortamda da, hakem hataları devam ediyorsa, hakemlerin hemen futbolla ilişiği kesilmeli. Aksi durumda Türkiye’de bu tartışmalar daha çok su götürür.