(The Turkish Post) – HÜSNÜ YUSUF TURABİÇ
Ankara’da ‘eylül’ ayıyla birlikte yeni bir mevsim başlar. Önce Adli Yıl açılır, sonra okullar… Ve Ekim’in ilk günü Meclis, mesaisine kaldığı yerden devam eder. Eylül sadece şairlere, değil siyasetçilere de ilham kaynağıdır. Randevular hep sonbahara verilir. Yeni parti, yeni atılım gibi…
Eylül kelimesinin kökenine baktım, ‘Arapça’ imiş, şaşırdım doğrusu. Türkçe sanıyordum. Arapça’ya da Süryanice’den geçmiş. Hasad festivalinin yapıldığı aya ‘eylül’ denmiş. ‘Sadece mahsulun değil, siyasetin de fikirlerin de hasadı eylül ayıyla başlıyor’ desek yanılmayız herhalde.
Yazıya oturmadan önce ‘Adli Yıl’ın açılış konuşmalarını bekledim. Yeni Yargıtay Başkanı Ömer Kerkez’den kayda değer bir cümle aktarmadı sosyal medya. Oysa eskiyi hatırlıyorum, Sami Selçuk’un konuşmaları ‘manifesto’ gibi kitap olurdu. Basit bir açılış konuşması değildi. Derin bir felsefe vardı. Önceki Başkan Mehmet Akarca için olumlu cümle kurmak zor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmaya başlamasıyla medya hareketlendi ve peş peşe mesajlar akmaya başladı. ‘Teorik’ olarak Erdoğan’ın güzel cümleler kuracağına şüphe yok. Ama devri iktidarının yargı ve adalet kararları için aynı şeyi söylemek mümkün değil. Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay kararını uygulamadı yerel mahkemeler. AYM ve AİHM kararlarını uygulamayan dikkate almayan ve görmezden gelen yargı sistemi hakkında olumlu değerlendirme yapmak mümkün mü?
YARGIYA AK PARTİ TABANININ BİLE GÜVENİ KALMADI
Kolay tutuklama kararları, uzun tutukluluk halleri, basit iddianameler ve mahkeme salonlarından yükselen ‘adalet çığlıkları’ karşısında keşke Yargıtay Başkanı ve Cumhurbaşkanı bir özeleştiri yapsa ve yeni adli yılı adaletin tecelli edeceği bir dönemin başlangıcı olarak ilan etse… Ne iyi olurdu. Yargıya AK Parti tabanının bile güveni kalmadı.
Erdoğan 22 yıllık iktidarı süresince en kötü sınavını adalet alanında verdi. Oysa partinin adı ‘adalet’ kelimesiyle başlıyordu. Topluma en büyük vaadiydi. 28 Şubat’ın yargısından olumsuz etkilenmiş olan toplum umutlarını AK Parti’ye bağladı. İlk seçimde ezici çoğunlukla Meclis’e gönderdi. Fakat güvendiği dağlara karlar yağdı. Adaleti buz tuttu. Dondu kaldı. Ne yazık ki devasa adalet sarayları ‘adaletle’ taçlanmadı. Yolu mahkemeye düşenden ilk duyulan ses ‘feryad-ı figan’ oluyor.
Sözler güzel, cümleler akıcı… Erdoğan dedi ki; ‘Mahkeme salonlarımızın duvarında yazan ‘Adalet Mülkün Temelidir’ sözü devletin adaletle ayakta durduğunun delilidir. Bizim milletimizin ayırıcı vasfı adalettir. Modern adalet sarayları önemlidir, teknolojik yeniliklerden yararlanmak önemlidir. Kabul edelim ki bunların hiçbirisi adaletin garantisi değildir. Asıl olan vicdanların huzur bulmasıdır…’.
Erdoğan şunu da söyledi; ’Mahkeme kararları elbette herkes için bağlayıcıdır. Hukuk devleti olmak bunu gerektirir…’.
Peki, gereği yapılmayan AYM ve AİHM kararları ne olacak?
ADALET İÇİN UMUT VAR MI?
Gördüğünüz gibi ne isabetli tespitler var… Ne binalar ne de teknolojik alt yapı adaletin garantisidir. Söylediği doğru… O harika mimariyle inşa edilen adalet saraylarında ‘adalet şarkıları’ söylenmiyor aksine ‘adalet çığlıkları’ yükseliyor. Sanki Erdoğan da bunun farkında gibi. ‘Adaletin garantisi değil’ ifadesinin nedeni bu olmalı.
Peki, adalet yönüne bir çaba, bir umut var mı? Ahh keşke olsa. Sadece reform paketleri, yeni kanun ve düzenlemelerle ‘adaletin tesisi’ mümkün değil. Mevzuat elbette önemli ancak yargıda yaşanan asıl sorun kişi hak ve özgürlüklerini daraltan uygulamalarda… Yeni dönemde ‘adalet’ için umutlu olmak istiyor insan ama maalesef o ışığı adli yılın konuşmalarından aldığımızı da söyleyemeyiz.
Erdoğan haklı, ‘Devlet adaletle ayakta durur…’… Adalet yoksa temellerinden sarsılmaya başlar. O sarsıntıyı durdurmak ‘adalete yeniden dönüşle’ mümkün.