(The Turkish Post) – HALİS GÜL
Diyarbakır’da 8 yaşındaki Narin isimli kızın boğarak öldürülmesi, tüm ülkeyi ayağa kaldırdı. Aile üyelerinden birçok kişi tutuklandı ancak olay halen netliğe kavuşturulamadı. İnfial oluşturan çoğu olayda olduğu gibi Narin hadisesinde de kimileri yeniden idamı dillendirmeye başladı. İdam cezası devam etseydi, kimler aramızda olmayacaktı?
Türkiye Cumhuriyeti’nde ölüm cezası, 1984’ten bu yana uygulanmamaktadır. 2002’deki yasayla tüm idam kararları, ömür boyu hapse dönüştürülmüştür. Bunlar arasında, Abdullah Öcalan’ın 25 Kasım 1999’da Yargıtay tarafından onanan ölüm cezası da vardır. İdam cezası, 2004’te kanun ile Türk Hukuku’ndan tamamen kaldırılmıştır.
1920’de Meclis’in kuruluşundan, 1984’te ölüm cezalarının fiilen kaldırılmasına kadar geçen 64 yıllık dönemde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından onaylanan ve infazı gerçekleştirilen ölüm cezası kararı sayısı 712’dir. Bunlardan yalnızca 15’i kadın hükümlüdür. Ancak bu rakama İstiklal Mahkemeleri’nin, Meclis’i devre dışı bırakarak aldığı idam kararları dahil değildir. Meclise gelmeden İstiklal Mahkemeleri tarafından verilen en az 1.500 – 2.000 civarında idam kararı bulunduğu tahmin edilmektedir.
ERDOĞAN’IN GÖZYAŞLARIYLA ANDIĞI, İDAM EDİLEN 4 GENÇ
Erdoğan başbakan iken, 20 Temmuz 2010 tarihinde AK Parti grubunda, 12 Eylül 2010 Referandumu ile ilgili bir konuşma yapmıştı. Erdoğan, referandumda neden ‘evet’ denmesi gerektiğini, 12 Eylül döneminde genç yaşta idam edilen 4 ismi anarak açıklamıştı. Sağcı, solcu ve İslamcı olarak adlandırılan gruplara mensup bu 4 isim Necdet Adalı, Mustafa Pehlivanoğlu, Erdal Eren ve Hüseyin Kurumahmutoğlu’ydu.
Konuşmasında Necdet Adalı için şair Nevzat Çelik’in yazdığı, Ahmet Kaya’nın şarkı yaptığı ve “Beni burada arama anne” dizesiyle başlayan “Şafak Türküsü”nü okuyan Erdoğan, bu 4 gencin hikâyelerini anlatıp, hapisten ailelerine yazdıkları mektuplardan örnekler okurken gözyaşlarını tutamamıştı.
Başbakan, bu örnekleri verdikten sonra “Bir daha 12 Eylüller yaşanmasın diye onunla hesaplaşmamız lazım. Geçmişin yanlışlarıyla yüzleşmeden daha aydınlık bir gelecek kuramayız” demişti.
12 EYLÜL’ÜN İLK İDAMI
12 Eylül rejimi tarafından idam edilen ilk isim olan Necdet Adalı (1958 – 8 Ekim 1980), dönemin Kurtuluş Hareketi’nin lise kanadı Dev-Lis’e mensup bir devrimci militandı.
Adalı 1977’de Ankara’da Yıldırım Beyazıt Lisesi’nde öğrenciyken bir kahvehanenin taranması olayıyla ilgili olarak tutuklanarak Ulucanlar Cezaevi’ne kondu. Bu sırada gerçekleştirilen bir firar eylemine “nasıl olsa suçsuzluğunun anlaşılacağını” ileri sürerek katılmadı.
Kendisini yargılayan mahkeme başkanı Albay Hamdi Sevinç’in Adalı’nın suçsuz olduğunu ileri sürmesine karşın, mahkeme heyeti tarafından suçlu bulundu. Karara şerh koyan mahkeme başkanı Sevinç bu tutumu nedeniyle ceza aldı ve sonradan ordudan istifa etti.
Necdet Adalı 8 Ekim 1980’de Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi. Şair Nevzat Çelik’in yazdığı ve daha sonra Ahmet Kaya tarafından bestelenen “Şafak Türküsü” şiiri onun için yazıldı. Erdoğan’ın bir bölümünü okuduğu şiir şöyle başlıyor:
Beni burada arama
Arama anne
Kapıda adımı, adımı sorma
Saçlarına yıldız düşmüş
Koparma anne, ağlama.
Kaç zamandır yüzüm traşlı
Gözlerim şafak bekledim
Uzarken ellerim kulağım kirişte
Ölümü özledim anne…
BALGAT KATLİAMI’NDAN SONRA…
Necdet Adalı’dan birkaç saat sonra idam edilen Sağcı Mustafa Pehlivanoğlu, 12 Eylül darbesinden sonra idam edilen ilk ülkücüydü.
Mustafa Pehlivanoğlu mahkemesi boyunca polisin ifadesini işkence zoruyla aldığını ve masum olduğunu iddia etmişti. Ailesi idamı, infazdan üç gün sonra çocuklarını ziyarete geldiklerinde öğrenebildi.
Mahkemenin idam kararının ardından, Pehlivanoğlu’nun olayda silah kullanmadığı tespit ediliyor. Ancak bunun üzerine yapılan idamı durdurma girişimlerine, Kenan Evren engel oluyor. Evren, “Bana da öyle bilgi geldi. Ama artık çok geç infazdan dönemeyiz.” diyor.
İdam kararını veren Sıkıyönetim Mahkemesi Hâkimi Ali Fahir Kayacan daha sonra anlattığı anılarında, Mustafa Pehlivanoğlu’nun asılan solcu Necdet Adalı’ya denge olsun diye idam edildiğini belirtmişti.
18 YAŞINDAN KÜÇÜKTÜ…
Erdoğan’ın ismini andığı üçüncü genç, Erdal Eren oldu.
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi Giresunlu Erdal Eren, 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giydi ve asılarak idam edildi. Onu idama götüren süreç şöyle gelişti:
Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve ODTÜ öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980’de Milliyetçi Hareket Parti’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü. Suner’in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat’ta düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasında Erdal Eren de vardı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge’yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi.
Nüfustaki doğum kaydı 25 Eylül 1961 olan Erdal Eren’in, ailesinin nüfusa büyük yazdırdığı yönündeki ifadesi üzerine fizyolojik olarak 18 yaşından küçük olduğu ve gerçek yaşının tespiti için kemik grafilerinin çekilerek tıbbi tespit yapılması istendi. Askeri Yargıtay Daireler Kurulu, “doğum tarihinde bir ihtilaf olmadığı” gerekçesiyle bu talebi kabul etmedi ve cezayı onayladı.
Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde infaz edildi.
ASMAYALIM DA BESLEYELİM Mİ?
12 Eylül Darbesinin mimarı Kenan Evren, “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü Erdal Eren için söylemişti. Erdal Eren, idam edilmeden 16 saat önce ziyarete gelen gazeteci Savaş Ay ve Emin Çölaşan’a, “avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18’den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını” söylemişti.
Eren’in idam kararını iki kez bozan Yargıtay 3’üncü Dairesi üyesi emekli Hakim Albay Ahmet Turan, idamdan 28 yıl sonra şöyle konuşmuştu: “Eren’in er Zekeriya Önge’yi kasten öldürdüğüne dair vicdani kanaatim yoktu. Eren önden ateş etmiş, asker sırtından vurulmuştu. Kurşunun da o tabancadan çıktığına dair kanıt yoktu.”
SABAH NAMAZINDA DİPÇİKLE
Erdoğan’ın ismini zikrettiği dördüncü genç ise 14 Temmuz 1987’de, Mamak Cezaevinde sabah namazını kılarken bir askerin arkadan kafasına dipçik vurmasıyla öldürülen Bafralı Hüseyin Kurumahmutoğlu oldu.
Kurumahmutoğlu, MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası’nın Bafra sanıklarındandı ve ölümünden sonra hem ülkücü – sağcı, hem de İslamcı örgütler tarafından kahramanlaştırıldı.
‘DARAĞACI’NDA 3 FİDAN’
12 Mart Muhtırası olduktan üç gün sonra yani 15 Mart 1971’de bir motosiklette Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, diğer motosiklette ise Sinan Cemgil Sivas’a doğru yola çıktılar. Sivas girişinde çevirme olduğunu haber almaları üzerine yönlerini Şarkışla’ya çevirdiler. Motosikletin bozulması gibi yaşanan hadiselerin ertesinde yakalandılar.
Deniz Gezmiş ve arkadaşları, 16 Temmuz 1971’de başlayan “THKO-1 Davası”nda TCK’nin 146. maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle 9 Ekim 1971’de 146/1 maddesi uyarınca idam cezasına çarptırıldı. Verilen karar daha sonra Türkiye Büyük Millet Meclisine getirildi. 24 Nisan 1972 Pazartesi günü yapılan Meclis oturumunda CHP lideri İsmet İnönü, “27 Mayıs’tan sonra idama mahkûm edilenlerin idam edilmemeleri için parti olarak var güçleriyle çalıştıklarını, siyasi suçlardan dolayı idam olmamasını, yeni bir kanun çıkarılmasını” önerdi ve şöyle devam etti: “Suçluların cezaları müebbet hapse çevrilmelidir. Nihayet bunlar genç, tecrübesiz, taşkın insanlardır. Taşkınlıklarının hiçbir netice veremeyeceği kendilerine ve emsallerine öğretilmiştir.”
Konuşmalardan sonra yapılan oylamada Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının idam kararı, 48 “ret” oyuna karşılık 273 “kabul” oyu ile Meclis tarafından onaylandı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan ile birlikte 6 Mayıs 1972 tarihinde gece 1.00-3.00 arası, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi.
ASANLAR LANETLE, ASILANLAR RAHMETLE ANILIYOR
Adli mahkumları konu dışı tutarsak, Türkiye’de siyasi sebeplerle gerçekleşen idamlar hep tartışma oluşturdu. Asılanlar rahmetle, asanlar lanetle anıldı. İskilipli Atıf Hoca’dan Adnan Menderes’e, Deniz Gezmiş’lerden Erdal Eren’lere, Mustafa Pehlivanoğlu’lara kadar tüm idamlar tepki toplamıştı.
Siyasi idam cezaları, o süreçte gücü elinde tutanların intikam alması olarak değerlendiriliyor. İktidar ya da kamuoyunun bir kesiminin baskısı ile alelacele yapılan mahkemelerde, delillerin yetersizliğine rağmen insanların yaşama hakkı elinden alındı. Daha sonradan suçsuzlukları anlaşılsa ve itibarları iade edilse bile geri dönüşü olmayan kararlarla ölen öldüğüyle kalıyordu.
ERGENEKON SANIKLARI
Ergenekon davaları sürecinde müebbet yani ölene kadar hapis cezaları alanlar, yıllar sonra beraat ile tahliye oluyor, müebbet kararı verenler ise Ergenekoncuların çıktıkları yerlere giriyordu. Yani idam cezaları devam ediyor olsaydı Ergenekon, Balyoz vs. gibi davalarda yargılananlar çoktan idam edilmiş olacaklardı.
SALİH MİRZABEYOĞLU
‘Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs etmek’ suçundan aldığı müebbet hapis cezası iptal edilen Salih Mirzabeyoğlu mahlaslı Salih İzzet Erdiş’e yıllar sonra beraat veriliyordu. Dönemin İstanbul 6 No’lu Devlet Güvenlik Mahkemesi, 2 Nisan 2001’de verdiği kararla Salih İzzet Erdiş’i idam cezasına çarptırmıştı. İdam cezası, 2004’te tekrar yapılan uyarlama ve 2005’te yeni TCK hükümleri gereğince ağırlaştırılmış müebbet hapse dönüştürülmüştü. Erdiş 16 yıl hapis yattıktan sonra yeniden yargılanması sonucu 22 Temmuz 2014’te tahliye edilmişti. 2016’da beraat alan Erdiş 16 Mayıs 2018’de ise hayata gözlerini yumdu.
AB SÜRECİ DE İDAMA ENGEL
Kıbrıs İlim Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Merdan Hekimoğlu, idam konusunda duygusal, popülist dalganın yükselen cezbesine kapılmadan, devlet aklının ülke menfaatlerini esas almak suretiyle, rasyonel bir şekilde hareket edebilmeyi başarması gerektiğini ifade ediyor.
İdam cezasının geri getirilmesinin Türkiye’nin 1949’dan beri “kurucu üye” sıfatıyla içerisinde yer aldığı Avrupa Konseyi’yle olan ilişkilerinin bütünüyle bozulmasına neden olacağını vurgulayan Prof. Hekimoğlu, “Zira insan haklarının ‘ağır ihlali’ olarak görülen ‘idam cezası uygulaması’ Avrupa Konseyi devletlerinin hiçbirinde mevcut değil. Avrupa Konseyi üyeliğimizin askıya alınmasının veya sonlandırılmasının ekonomimizde nasıl yıkıcı sonuçlara yol açacağının muhasebesini bu bağlamda iyi yapmamız gerekiyor.” açıklamasında bulunuyor.
***
HALİS GÜL’ÜN TÜM YAZILARI