(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Yazı birkaç gündür kafamda demlenirken sosyal medyaya bir ‘son dakika haberi’ düştü. ‘Tesadüf müdür, tevafuk mu?’ bilemedim. Kaderin cilvesi mi yoksa? Yok, hayır yazıyı güncellemek gibi bir derdim yok. Burada ‘sıradışı başarı hikayelerini’ fırsat buldukça sizinle paylaşıyorum.
‘Haben’ onlardan biriydi. Sağda solda okunduğunu duydum, sevindim. O kadar emek boşa gitmemiş demek ki… ‘Sağır ve dilsiz’ bir kız olan Haben’in dünyanın en iyi üniversitesinde Hukuk okuması kolay inanılır bir öykü değildi. Üniversite de böyle bir öğrenciyle ilk kez karşılaşmıştı. Zorlukları Haben’le birlikte aştılar ve başardılar.
Bugünkü hikayem Afganistan’dan… Tekrar hatırlatma gereği duyuyorum ‘hikaye ve öykü diyorum’ ama yazacaklarım kurgu ve hayal ürünü anlamına gelmiyor. Biraz sonra anlatacağım hikaye bir masal değil, gerçek bir yaşam öyküsü… Bir belgesel gibi. Biliyorum bugün ‘Afganistan’ hiç de olumlu şeyler çağrıştırmıyor. Karanlıklar içinde, ışıksız, renksiz bir ülke…
AFGANİSTAN: DİRENİŞTEN BUGÜNE…
Oysa Sovyet işgaline ne iyi direnmişlerdi. Bir destan yazmışlardı. Farklı etnik ve dini gruplar omuz omuza vermiş Rusları topraklarına girdiğine gireceğine pişman etmişlerdi. Benim gençlik yıllarına rastlar. Burhanettin Rabbani’yi, Gülbettin Hikmetyar’ı, ‘Pencir aslanı’ Ahmet Şah Mesut isimleri hafızama kazındı adeta. Rabbani derviş fıtratlı bir adamdı. Nereden mi biliyorum? Kendisiyle görüştüm, uzun uzun sohbet ettim çünkü. Sonra Devlet Başkanı oldu.
Hikmetyar’ın mesleğinin doktor olduğunu hatırlıyorum. Google’ya baktım, ‘mühendis’ yazıyor. Rahmetli Necmettin Erbakan’la ilişkileri iyiydi. Erdoğan’la fotoğrafları da zaman zaman siyasetin gündemine geldi. İç kargaşanın başlamasıyla Hikmetyar ülkesini terk etti ve İran’a yerleşti. Kendisine olan ilgi azaldı ve unutulmaya yüz tuttu. Galiba bir ara Erdoğan tedavi için Türkiye’ye getirtti.
Ve şanlı direnişi ve ülkesinden insan hikayelerini anlattığı dokunaklı mektupların yazarı Meral Maruf… Cahit Zarifoğlu’nun teşvik ve yönlendirmesiyle yazdığı mektuplar Mavera’da yayınlanırdı. O mektuplar sonradan kitap da oldu. Bir zamanlar kütüphanemde vardı, şimdi ara ki bulasın… Meral Maruf ne alemdedir acaba? Google’da herhangi bir bilgiye rastlayamadım. Direniş yıllarının Afganistan’ı ile bugünkü Afganistan’ı nasıl değerlendireceğini merak ediyorum.
Demem o ki Afganistan benim neslimin bir döneminde önemli yer tuttu. Yukarıda isimlerini verdiğim zatlar muhafazakar medyada bir kahraman olarak arz-ı endam etti. Sovyetlere karşı kıt ve ilkel imkanlarla verdikleri mücadele tam bir destandı. Sovyetler Birliği’nin çöküşünü hazırladı. Vietnam ABD için ne ise, Afganistan Sovyetlar Birliği için odur.
O yıllardan bir şiir hatırlıyorum. Google’da aradım, taradım bulamadım. Şairi Edip Günenç… ‘Ey buzullarda kavrulan bir hüsranın kargaları / Ey hasılasız bir mevsimin zifiri rençberler / Ve ey hiçbir mağduriyete acımayı öğrenememiş felaket tacirleri’ diye başlıyordu hafızam beni yanıltmıyorsa… Şöyle bitiyordu; ‘14 asırlık bir inancın yüreğinden süzülüp gelen sülün etli ülkem, işte Afganistan…’.
ZARİFA ADİBA’NIN DOĞUM GÜNÜ
Zarifa Adiba işte o Afganistan’da dünyaya gelmiş bir kız. Bizim dile çevirirsek Zarife Edibe… Literatüre Zarifa diye geçtiğini için benim tercihim de bu olacak. Savaştan sonra doğdu; 1998’de… İhtimal ki çocukluk yılları direnişin olağanüstü hikayelerini dinlemekle geçti. Bir gün annesine ‘Ben ne zaman doğdum’ diye sordu. ‘Hatırlamıyorum’ dedi annesi; ‘Ama amcalarının evindeki bir Kur’an’da yazılı olduğunu biliyorum’.
Amcalarının evine gitti, annesinin sözünü ettiği Kur’an’ı buldu fakat aileden herkesin ismi yazılıydı ama onun ki yoktu. Bu kadar önemli mi doğum günü? Tabii… Hikaye oradan başlayacak çünkü. Zarife sonunda bir tarih bulur; ‘Dedem sayesinde kuzenlerimden biriyle aynı yıl doğduğumu biliyordum. Başka hiçbir şey bilmiyordum. Bilmeyi gerçekten istiyordum. Diğer herkes gibi ben de doğum günümü kutlayabilmek istiyordum. 2013’te bir gün Facebook hesabımı açarken 5 Mayıs diye girdim. Ve o tarih benim doğum günüm oldu. Annemin benim doğumumu beklemediğini, umut da etmediğini anlıyordum. Ama seçeneği yoktu…’.
Mevzuya hızlı girdiğime bakmayın… Son dakika haberini unutmuş değilim. Kabil yönetimi ‘erdem yasasını’ yürürlüğe koydu. Yasaya göre, kadınlar kamusal alanda yüzlerini gösteren kıyafet giyemeyecek… Kadınlar kamusal alanda konuşmayacak… Kadınlar akraba olmadıkları erkeklere bakmayacak… Kadınlar tek başına ulaşım araçlarına binmeyecek… Ve müzik yapılmayacak…’. Sürpriz mi? Değil. Taliban yönetiminin maalesef dinden anladığı bu. Ve öteden beri bilinen bir şey. Meçhul bir yerden çıkıp gelmiş değil yani.
Evet, Afanistan’da müzik yapılmayacak… Hiçbir çalgı çalınmayacak, şarkı türkü söylenmeyecek… Yapılıyor muydu? Belki gözden ırak, uzak ve tenha yerlerde… Müziğin bir Afganlının hayatında yeri yok. İnsan merak ediyor; düğünler nasıl yapılacak acaba?
ÖZGÜRLÜK İÇİN ÇALIYOR
Zarifa bir müzisyen… ‘Özgürlük İçin Çalmak’ adını verdiği bir kitap yazdı. ‘Genç bir Afgan kızın yolculuğu’ diyerek kendi hayatını anlattı. Ben de o kitaptan yararlanarak Zarifa Adibe’yi size tanıtmaya çalışacağım. Karanlığın içinde parlayan bir ışığın, bir yıldızın öyküsü bu. Kendi ifadesiyle; ‘Müziği hep sevdim. Yaşadığımı hissetmemi sağlıyor. Annem küçük bir kız çocuğuyken hep şarkı söylediğimi anlatır, öyle ki köydekiler şakalar yaparlarmış. ‘Senin bu kız büyüyünce müzisyen olacak’ diye takılırlarmış…’.
Afganistan gibi bir ülkede doğmuş bir kız çocuğunun müziğe ilgisi nereden gelir ki… Cevabı Zarifa versin; ‘Müzik tutkumun nereden geldiğini hala bilmiyorum. Evde müziğe ilgi duyan kimse yoktu. Benim gerçekten bir enstrüman çalacağım hayalinden bahsetmek bile mümkün değildi. Ailem aşırı dindar değildir, eğitimsiz ve yoksuldur. Ana neyse ki hiç okula gönderilmemiş ve 14 yaşında evlendirilmiş annem müziği hiçbir zaman günah olarak görmedi. Büyüdükçe bu tutkum geleceğe ve ünlü olmaya dair rüyalarımı beslemeye başladı. 11 belki 12 yaşında pop yıldızı olmaya karar vermiştim. Kendimi elimde mikrofon etrafımda bana sevgi ile bakan hayranlarımı görebiliyordum. Hayatımın tatsız gerçekliğinden uzaklaşmak için hep bu hayale sığınıyordum’.
Babası ailesi tarafından dışlanmış ve yurtdışına çalışmak için gitmiş, yıllardır haber alınamıyordu; ‘Ben bir Hazara’yım. Uzun zamandır baskı altında olan ve zulme uğrayan ve ülkenin en yoksul kesimi olan Şii azınlıktanım. Ötekiyim, örtülü – açık süretli aşağılanıyorum. Tek odalı küçük bir evde yaşıyorduk. Annem, iki erkek kardeşim ve ben… Ne koruyucu bir baba, ne de bir koca vardı. O evde ne zaman enstrüman çalmaya başlasam herkesin şimşeklerini üzerime çekiyordum. Fazlasıyla şikayetçi olan sinirli komşularımız vardı; ‘Yapma Zarifa olmuyor böyle. Kimseyi uyutmuyorsun. Buna bir son ver artık…’ Yepyeni harmonikom satıldı. Onun yerine bir kağıda piyano tuşlarını çizdim ve çalışmaya devam ettim’.
‘Kağıttan Flüt’ten sonra ‘kağıttan piyano’… İlk fırsatta Ahmet Altan’a bu kitabı hediye etmeliyim. Bir yazara ilham verecek çok satırlar var kitapta. Ben ancak çok azını aktarabiliyorum. Ha bu arada bu yazıyı yazarken ‘YouTube’dan Zarifa’nın çaldığı enstrümanın tiz seslerini dinliyorum.
Afganistan’da ‘kadın olmak’ zordur; ‘Bazen erkek olarak doğmadığım için üzülürüm. Afgan toplumu kızları ‘soruna’, erkeklerin onuruna her an leke sürebilecek uçsuz bucaksız bir günah havuzunun kaynağı haline dönüştürmüştür. Eminim ki erkek olarak doğsaydım saygı görür, daha kolay kabul edilirdim. Bu şansa sahip olabilmek için her şeyi yapardım. Saklanmak zorunda kalmadan müzik yapabilirdim’.
Okuldaki hocası müziğe olan yeteneğini fark eder. Ve Zarifa’nın müzik eğitimi alması için onu cesaretlendirir. Müzik eğitimi veren ANIM’a katılmasını önerir. Evet, Zarife annesi gibi eğitimsiz değil, okula giden bir Afgan kızı. Bunun kolay bir şey olmadığını söylemek lazım. ‘Çünkü’ diyor Zarifa; ‘Afganistan’da iyi bir kız, babasının söylediklerini kabul eder. İyi bir kız asla okula gitmez. İyi bir kız bulaşıkları yıkar ve evde oturur. Ve ne yazık ki ben kötü bir kızım. Çünkü okula gidiyor, eğitim alıyorum. İnsan olarak haklarımı istiyorum. Sevdiğim şeyi yapmak istiyorum…’.
Biraz yaşı geçmiş olmasına rağmen seçme sınavında başarılı olur. Hocası akranlarının seviyesine ulaşmak için çok çalışması gerektiğini söyler; ‘Lütfen bana bir şans verin, sizi pişman etmem’ der. Müzik eğitimi yönetimin esnediği dönemin ürünüdür elbette. Okulun müdürü Ahmad Sarmast, Taliban bombasının hedefi olur. Yara almadan kurtulur. Hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğu sıkıntılı dönemde tamamının kızlardan oluştuğu ‘Zohra’ adı altında bir orkestra kurar. Zohra, aşk, sanat ve güzellik kraliçesi demek. Bizdeki ‘Zühre’ ile aynı kökten gelmeli.
Okula başladıktan iki ay sonra Zarifa ‘flütü’ bırakır ve viyolayı eline alır. Neden mi? ‘Hocamı viyola çalarken ilk dinlediğimde içimde derin bir huzur duygusu hissettim. İlk görüşte aşk gibiydi. Yaylı estrümanın tenörü kemanla çello arasında duran viyola hızla kalbime girmişti. Derin ses aralığı sırdaşım, en iyi arkadaşım oldu’. Ama çok sevdiği viyolasını eve getiremiyordu çünkü amcaları müzikle uğraşmasına şiddetle karşıydı.
Aşkla çalışır, çalışır ve tamamının kızlardan oluştuğu ‘Zohra Orkestrasının’ maestroluğuna yükselir. Onun şefliğinde çalar kızlar. ‘Zohra’ haber olmaya başlayınca birgün orkestra Davos’tan davet alır. Önce Zürih ve Cenevre’de sahneye çıkacaklar. Sonra da Almanya’da Weimar ve Berlin’de… Final ise dünya liderlerini ağırlayan Davos olacak… Orkestranın ilk uluslararası etkinliği bu… Zarifa ve arkadaşlarını heyacan sarar.
Ailesi Zarifa’nın yurtdışına gitmesine ‘hayır’ der. Hem müzik, hem yurtdışı asla olmaz. Annesinin inadı inattır; ‘Kes artık… Hayır dediysem hayır demektir’. ‘Ama anne Obama’nın eşi Michelle de orada olacak’. ‘Emin misin?’. ‘Yüzde yüz…’. Michelle Obama kız çocuklarının eğitimine yaptığı katkılarından dolayı Zarifa ve annesinin rol modelidir.
Annesi sonunda ‘pes eder’; ‘Pekiyi’ der ve ekler; ‘Dualarını zamanında etmeyi unutma. Ve en önemlisi her zaman saçını düzgünce ört. Başörtünün olmadığı tek bir fotoğraf ve video görmek istemiyorum’. Amcalarına ve ailenin geri kalanına ise annesi Zarifa’nın İngilizce bildiği için orkestraya tercüman olarak eşlik ettiğini söyler; ‘Hayır tabii ki enstrüman çalmayacak. Diğerleri için çevirmenlik yapacak…’.
‘BU AKŞAM BEN AFGANİSTAN’IM’
Sırtına yüklediği viyolayla Davos’a doğru yola çıkarlar. Oraya vardıklarında Obama’nın seçimi kabettiğini ve Davos’a gelemeyeceklerini öğrendiğinide derin bir hayal kırıklığı yaşar Zarifa. Michelle ile tanışamayacaktır. Uzaktan da olsa onu göremeyecek. Oysa ne hayaller kurmuştu. Ne rüyalar görmüştü Michelle üzerine.
Ve ‘o an’ gelir. En iyi Zarifa Adibe’nin kendisi anlatsın; ‘İşte burada kulisteyim. Basamaklara oturmuş, beni çağırmalarını bekliyorum. Ön sırada Afgan davullarıyla Najiba ve Shekiba’yı görüyorum. Hepsinin üzerinde geleneksel nakışlı elbiseler var. Benim peçem kırmızı, siyah ve yeşil… Afgan bayrağının renginde. Birkaç dakika sonra adım anons edilecek. Salondan mırıltılar yükseliyor, liderler, patronlar, sanatçılar omuz omuza oturuyorlar. İşte buradayım. Az sonra sahneye çıkacağım. Birkaç ay öncesinde varlığından bile haberdar olmadığım bir dinleyici kitlesiyle yüzyüze geleceğim. Sonra arkamı döneceğim, kollarımı iki yana açacağım, ‘bir, iki üç’ diye fısıldayacağım ve batonumu kaldıracağım. Hareketimle beraber kızlar ‘Watan Jan – Canım Vatanım’ parçasını çalmaya başlayacak. Bu akşam ben Afganistan’ım…’.
Muhteşem bir konser verirler; ‘Alkışlar ve coşku hayal edebildiğimiz her şeyin ötesindeydi. Salonda herkes ayaktaydı. Bizlere veriler çiçek buketleri karşısında derinden etkilenmiştik. O unutulmaz geceden sonra sık sık çocukluk hayalime ulaştığımı düşündüm. Benim ilk zaferimdi’. Ve tabii son olmayacaktı. Kozasından çıkmıştı. Davos’tan yükselen Zohra’nın sesi bütün dünyada yankılanır. Zarifa bir anda medyanın ilgi odağı olur. Televizyonlara, gazetelere röportajlar verir. Ülkesini ve yaşadığı zorlukları anlatır. USA Today muhabiri yaptığı görüşmenin 90 saniyelik bölümünü gazetenin internet sitesine koyar. Ve kısa sürede en çok paylaşılan videolardan biri olur; ‘Neyse ki anneme verdiğim sözü tutmuştum ve başımda Afganistan’ın renklerindeki örtüm vardı’.
Ve Davos’ta konuşmacı olarak panele çağrılır. Sanki ‘Michelle Obama’ konuşuyor gibi alır mikrafonu eline, başlar anlatmaya; ‘Eminim hepinizin Afganistan’ın nasıl bir yer olduğuna dair sabit düşünceleriniz var. Evet savaş var, saldırılar şiddet var, ama aynı zamanda güçlü kadınlar da var; Bisiklete binen, dövüş sanatları yapan, maraton koşan kadınlar… Ve Zohra var. Bize bakın işte burada karşınızda oturuyoruz’. Moderatör araya girerek bazı dinleyicilerin gözyaşlarını tutamadığını söyler. Annesi de memnundur; ‘Güzel olmuş Zarifa. Bir Afgan kadını olduğunu asla unutmamalısın. Afganistan’da bu sadece senin hikayen değil, diğer sayısız kızın da hikayesi… Bu hikaye hepimizin…’.
Zarifa’nın kendisine kafese almak isteyen Afganistan şartlarına direnişi burada bitmiyor. Üniversite için Kırgızistan’a gitmesi de büyük mücadelenin sonunda gerçekleşir. Yüksel tahsil için Bişkek’in yolunu tutar; ‘Kırgızıstan’ın başkentine Ekim 2018’de soğuk yağmurlu bir sabah ulaştık. Hava hala karanlıktı. Çalışma masamın üst kısmına annemin ve kardeşlerimin birkaç fotoğrafını, birkaç sayfa nota ve benim için önemli olanları unutmamak için her gün bakmak üzere üç post—it yapıştırdım; 1. Buradayım… Demek ki birgün Harvard’a gidebilirim. 2. Kendini sevmeyi öğren… Başkalarından beklemeyi bırak. 3. Hayatını yaşa… Sadece bir defa dünyaya geliyoruz…’. Bişkek’te katıldığı bir konferansta şunları söyler; ‘Pek çok kişi bana ‘Zarifa bazen kız olduğunu unutuyorsun’ demiştir. Ama size bir şey söyleyeyim; Asla unutmadığım bir şey varsa o da bir kız olduğumdur. Ve benim güçlü yanım bu. Benim gücüm…’.
Ve 2021 Ağustos’unda bir sabah kardeşi Ali telefon eder; ‘Zarifa Taliban Kabil’de…’. Amerika’dan hocası arar, ona duygularını; ‘Eyvah her şeyi kaybettik’ diye söyler. Hocası teselli eder; ‘Müzik okulu Taliban’dan daha güçlü. Afganistan’da çalamayacak olsak bile okul direnmeye devam edecek…’. Zarifa’yı hiçbir cümle avutamaz; ‘Öfkem yatışmıyor. Cesaretim kırılmış da olsa küçücük bir özgürlük alanı için savaşarak geçen bunca yılın boşa gittiğine inanmayı reddediyorum. Umutsuzluğa sürüklenmemek için Zohra’da çaldıklarımızı, kızların dans ettiklerini hayal etmeye ihtiyacım var…’.
Zarife Adibe’nin öyküsü bu kadar mı? Değil elbette. Bir yazının sınırları içinde hayatının ancak bir parçasına ışık tutabiliyorum. Satırlara son verirken Zarifa’yı muhteşem direnişi ve başarılarından dolayı ayakta alkışlıyor, Afganistan karanlığında kafesler içinde yokluğu mahkum edilen diğer Zarifa’lar için hüzünleniyorum. Zulmün en ağır bedeli; nice beyin ve yetenek kendini ifade etme imkanı ve fırsatı bulamadan heba olur… İşte Afganistan.