(The Turkish Post) – VAHAP AKTAŞ
Düşüncenin, düşünebilmenin, tefekkürün eşlik etmediği beslemediği her ideal, her dava şiddete meyleder. Hamasete, slogana, ezbere dayalı siyasi, dini veya ideolojik bir tarafgirlik toplumsal adabın da, siyasal adabın da gelişimine engeldir.
Aklın, bilimin, idrakin, izanın rafa kaldırıldığı, kategorize edilmiş, ucuz paket söylemlerin prim yaptığı birkaç haftayı geride bıraktık. Gördük ki altmış, yetmiş yıl önceki acımasız toplumsal reflekslerden, rövanşist bakış açısından, yok sayma hastalığından, farklı düşünene karşı düşünce zorbalığından vazgeçememişiz.
Hâlâ otoriter ve merkezi tavırlara baş göz üstüne demeler, başkasına yaşama hakkı tanımayan, kendi yaşama biçimini herkese dayatan, farklılığa tahammül edemeyenlerin kasıldığı, itibar gördüğü patolojik bir hal ile karşı karşıyayız.
Üzülüyorum…
Toplum olarak çözülmesi gereken yığınla problemlerimiz, sorunlarımız var bizim. Çözülmesin diye, çözmemek için çok enerji sarf ediyoruz. Çözmek için kimse elini taşın altına koyma cesareti göstermiyor. Her şeye üzülen ama hiçbir şey ile ilgilenmeyen şuursuzluk almış başını gidiyor. Herkes cennete gitmek istiyor, kimse ölmek istemiyor bizim toplumda. Birlikte, beraberce düşünme yetimizi kaybettik. Ortak bir anlam ancak karşılıklı çabalar ile, emek sarf edilerek üretilir.
Yoksulluk, Kürt vatandaşların sorunları, Alevi hakları, gelir bölüşümündeki eşitsizlik, azınlıkların uğradığı mağduriyet, ailelerin dağılması, toplumsal çözülme, ahlaki yozlaşma, dış politikadaki tutarsızlık, insan hakları ihlalleri, KHK mağduriyetleri…
Bunlar toplum olarak, millet olarak çözemeyeceğimiz sorunlar değil. Toplumsal empati, toplumsal mutabakat ile çözülebilecek konular.
Bu ülkenin asli unsurlarının kollektif hafızalarını vatanseverlik, kahramanlık ve ihanet gibi modern ulusçu söylemlerin içerisine gömdüler.
Kollektif hafızaları tekrar filizlendirip yeşertelim. Karşılıklı olarak birbirimizin zihninde mahallelerimize pencere açma cesareti gösterelim artık. Küçük bir pencere açmanın, anlamaya çalışmanın, kucaklaşmanın önündeki en büyük engel zeka değil, NİYET.
Toplumsal olarak bir niyetlenme hareketi çoğu defansları, sütunları, blokajları yıkıp yer ile yeksan edecek. Ama heyhat…
Sosyal medyada ve televizyon programlarında insanların tutumlarını, söylemlerini görüp dinleyince herkesin hâkimliğe soyunduğu, kendi kendine hüküm verip infaz ettiği bir cinnet halinin yaşandığını görüyorum. Tavırlar, feodal kabile kültürünün bu yüzyıldaki izdüşümü gibi. Saygıyı güçle elde etme nobranlığını maharet sayan yüzlerce insan formu. Tek dertleri var, BANA BENZE…
Ömrü mahalle ayırt etmeksizin insan hakları ihlalleri ile mücadeleyle geçmiş, daha huzurlu, daha yaşanabilir bir ülkenin inşasına emek vermiş ve vermeye devam eden insanların yok sayıldığı ruhsuz bir dönem yaşıyoruz.
Ruhsuzlaşan ülkede bu sabah yine daha öncekilerine benzer fotoğraflar gördük, senaryolar izledik. Bu görüntüler, bu fotoğraflar kendi varoluşlarını başkalarının yok olmasına bağlayanların neler yapabileceğini, ne kadar pervasızlaşabileceklerini gösteriyordu.
Yakın tarihimiz ötekiyi yok sayan, varlıkları inkar eden ve neticesi acılarla sonlanan onlarca olayı barındırıyor. Dersim katliamı, 6-7 Eylül hadiseleri, Adnan Mendereslerin, Deniz Gezmişlerin, Mustafa Pehlivanoğlu’nun, Erdal Eren’in idamları, Madımak ve Başbağlar katliamları yakın tarihimizin tuvalindeki en hüzünlü tablolar.
Sorunlarımızı soğuk kanlılıkla, merkeze insanı alarak, tarihimizin ve başka toplumların tecrübelerinden faydalanarak çözmeyi sevmiyoruz. Linç ederek, kavgayla, kargaşayla, curcunayla, şamatayla dünyaya meydan okuyoruz!!! Batıya küfrediyoruz, batıdan aldığımız silahlarla birbirimizi öldürüyoruz. Starbucks’ta, Gloria’da kahve içerek, Burger King’de, KFC’de yemek yiyerek Amerika’yı yeneceğimizi düşünüyoruz.
İdeal bir toplum; ahlaki, insani, siyasi ve sosyal normların, örf ve kültür haline gelmesiyle mümkündür. Her namuslu zekâ bu mümkünlüğe ulaşmadan toplumsal reflekslerinde gelişmeyeceğine inanır.
Refah düzeyini borçla değil bilim ve inovasyonla, güvenliği askeri temelde değil uluslararası topluma ve siyasete entegre olup diplomasi ve denge siyaseti ile çözebilecek tecrübemiz var. Hayata geçirilmeyen her tecrübe bizi malumat ve tecrübe şişkosu haline getirir ve zararlıdır.
Emevîlerin saraylarda üretip paye verdiği, batı dünyasının think-tanklarda zamana göre güncellediği, bizim de hakkını verdiğimiz (!) linç virüsüne karşı Allah, Tanrı, Huda, Rab yardımcımız olsun.