(The Turkish Post) – TUNA CEVHER
Kadına yönelik şiddet, her geçen gün artarak toplumun kanayan yarası olmaya devam ediyor. Her yıl binlerce kadın, fiziksel, psikolojik veya cinsel şiddete maruz kalıyor. Bu şiddetin ardındaki nedenler çok boyutlu ve karmaşık.
Kadına yönelik şiddet, bireysel bir sorun olmanın ötesinde, toplumun geneline yayılan, ekonomi, eğitim ve sosyal medya gibi birçok alanda etkilerini gösteren geniş çaplı bir kriz haline gelmiş durumda. Peki, bu sorunun kökeninde neler var, şiddet nasıl bu kadar derinlere işlemiş ve çözüm yolları neler olabilir?
ŞİDDETİ BESLEYEN DİNAMİKLER NELERDİR
Kadına yönelik şiddetin kökeninde, cinsiyet eşitsizliği ve ataerkil toplumsal yapılar yer alıyor. Yüzyıllardır süregelen kadınların ikinci planda tutulması, şiddeti adeta normalleştiriyor. “Kadınlar zayıftır, korunmaya muhtaçtır” gibi zararlı toplumsal söylemler, şiddeti besleyen en büyük etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Erkek egemen kültür, erkeklere şiddeti bir güç ve kontrol aracı olarak kullanma hakkını tanırken, kadınların sessiz kalmasını, itaat etmesini bekliyor.
Psikolojik faktörler de şiddetin yaygınlaşmasında büyük rol oynuyor. Alkol ve madde bağımlılığı, öfke kontrol sorunları ve geçmiş travmalar, erkekleri şiddete başvurmaya iten nedenlerden sadece birkaçı. Ekonomik sıkıntılar ve işsizlik, aile içi gerilimi artırarak şiddet eğilimlerini tetikliyor.
KADINA ŞİDDETİN KARANLIK YÜZÜ
Şiddetin sonuçları, bireylerin ve toplumun üzerinde derin izler bırakıyor. Fiziksel yaralanmalar, kalıcı sakatlıklar ve ölümler, şiddetin görünen yüzüyken, psikolojik şiddet çok daha derin ve uzun vadeli yaralar açıyor. Kadınlar, maruz kaldıkları şiddet nedeniyle özgüven kaybı, depresyon ve travma sonrası stres bozukluğu gibi ruhsal sağlık sorunlarıyla mücadele ediyor. Üstelik bu sorunlar yalnızca şiddet gören kadınlarla sınırlı kalmıyor; çocuklar da bu durumdan olumsuz etkileniyor ve gelecekte şiddet döngüsünü devam ettirme riski taşıyor.
Toplumsal düzeyde ise, şiddet gören kadınların iş ve sosyal hayattan çekilmesi, ekonomik bağımsızlıklarını kaybetmesi, ülkenin ekonomik ve sosyal gelişimini de yavaşlatıyor. Kadınların iş gücüne ve eğitime katılımının sınırlı kalması, toplumsal kalkınmayı baltalıyor ve cinsiyet eşitsizliğini derinleştiriyor.
TOPLUMUN GÖZ ARDI ETTİĞİ GERÇEKLER: ŞİDDETİN TOPLUMSAL VE EKONOMİK DAYANAKLARI
Kadına yönelik şiddetin toplumda bu denli yaygın olmasının ardında, derin toplumsal dinamikler yatıyor. Geleneksel cinsiyet rolleri ve kadının “ev içi sorumluluklara” hapsedilmesi, ekonomik bağımsızlıklarının ellerinden alınmasına ve şiddet içeren ilişkilerden çıkamamalarına yol açıyor. Ekonomik bağımlılık, kadınların şiddet döngüsünden kurtulmasını neredeyse imkânsız hale getiriyor.
Ekonomi ile şiddet arasındaki ilişki de göz ardı edilemez. Yoksulluk, işsizlik ve ekonomik belirsizlikler, aile içinde gerilimi artırıyor ve bu da şiddeti tetikleyen bir faktör olarak ortaya çıkıyor. Kadınların iş gücüne katılımının düşük olduğu toplumlarda, şiddet vakaları daha sık görülüyor; bu da kadının ekonomik gücünü kaybetmesine ve daha savunmasız hale gelmesine yol açıyor.
EĞİTİM VE ŞİDDET: CEHALETİN BEDELİNİ KADINLAR ÖDÜYOR
Eğitim, kadına yönelik şiddetin önlenmesinde kritik bir rol oynuyor. Eğitim seviyesi düşük olan bireyler arasında şiddet eğiliminin daha yüksek olması, eğitimli bir toplumun önemini gözler önüne seriyor. Eğitim, bireylere toplumsal cinsiyet eşitliğini ve şiddetin zararlarını öğreterek, şiddetin kökünden kesilmesine yardımcı olabilir. Ancak ne yazık ki, eğitime erişimin kısıtlı olduğu bölgelerde bu farkındalık seviyesi düşük kalıyor ve şiddet bir çözüm aracı olarak görülmeye devam ediyor.
Eğitimli kadınlar ise ekonomik bağımsızlıklarını kazanmakta ve şiddet içeren ilişkilerden çıkmakta daha başarılı olabiliyor. Ayrıca, eğitimli bireyler arasında, şiddetin sosyal ve psikolojik sonuçlarının bilincinde olma durumu, bu tür davranışlardan kaçınma eğilimini de artırıyor.
SOSYAL MEDYA: ŞİDDETİN YENİ ARENASI MI, YOKSA MÜCADELE ALANI MI?
Sosyal medya, kadına yönelik şiddet konusunda hem bir tehdit hem de bir fırsat olarak karşımıza çıkıyor. Bir yandan, sosyal medya platformları, kadına şiddeti normalleştiren, kadın düşmanlığını körükleyen nefret söylemleri için bir zemin oluşturuyor. Öte yandan, sosyal medya aynı zamanda farkındalık yaratmak, mağdurlara ses olmak ve şiddetin görünürlüğünü artırmak için güçlü bir araç olarak da kullanılabiliyor.
Sosyal medyada başlatılan kampanyalar, binlerce kadının yaşadığı şiddeti ifşa etmesine ve toplumun bu konudaki duyarlılığının artmasına vesile oluyor. Ancak bu platformların aynı zamanda şiddeti körükleyen içeriklere karşı daha duyarlı ve proaktif bir tutum sergilemesi gerekiyor.
Kadına yönelik şiddet, kökleri derinlerde olan bir kriz ve bu krizin çözümü, kapsamlı ve çok boyutlu bir yaklaşımı gerektiriyor. Toplum olarak, cinsiyet eşitliğini teşvik etmeli, ekonomik bağımsızlık fırsatlarını artırmalı, eğitimin kalitesini ve erişimini iyileştirmeliyiz. Ayrıca, sosyal medya platformlarının da bu mücadelede sorumluluk alması, nefret ve şiddeti teşvik eden içeriklere karşı daha katı önlemler alması gerekiyor. Kadına yönelik şiddeti bitirmenin yolu, toplumun tüm kesimlerinin ortak çabasından geçiyor. Şiddeti durdurmak, hepimizin elinde.