(The Turkish Post) – TUNA CEVHER
14 Ocak 2025 tarihinde Bağcılar 15 Temmuz Mahallesi’nde meydana gelen trajik olaydan sonra Adana’da bir polis memuru, aile üyelerinden beş kişiyi öldürdü.
Yaşanan bu trajik olaylar, sadece bireysel bir aile dramı olmanın ötesine geçerek, toplumsal şiddetin ve aile içi anlaşmazlıkların önemini bir kez daha gündeme getirdi.
BAĞCILAR’DA YAŞANAN KATLİAM
12 yaşındaki bir kız çocuğu, kafası taşla ezilerek öldürüldü. 5 yaşındaki kardeşi ise yaralandı. Aile dostları oldukları belirtilen 51 yaşındaki Zekeriya A.’nın elektrik tamiri bahanesiyle eve girerek çocuklara taşla ve bıçakla saldırdığı öğrenildi.
Bu olay, yerel medyada sınırlı bir şekilde yer buldu, ancak geniş bir toplumsal yankı uyandırmadı. Halbuki, bir çocuğun hayatına son verilmesi, toplumun çürüyen değerlerini ve artan şiddet eğilimlerini gözler önüne seriyor. Peki, bu duyarsızlaşmanın arkasında ne yatıyor? Şiddet haberlerine karşı toplumsal bir normalleşme mi söz konusu?
YAŞANAN VAHŞİ SALDIRI, SADECE BİR YANSIMA
Bağcılar’daki katliamlar, şiddetin sadece fiziki değil, toplumsal ve psikolojik boyutlarıyla da bizi sarstığını gösteriyor. Sadece İstanbul’daki değil, Türkiye genelindeki pek çok kentte benzer sorunlar var. Ebeveynlerden çocuklara, kadından erkeğe, her tür şiddet ne yazık ki bir norm haline gelmeye başladı. Bağcılar’daki katliamlar, toplumun giderek daha fazla şiddet üreten bir yapıya büründüğünü gösteriyor. Artık şiddet, sıradan bir olay olarak kabul edilmeye başlanıyor.
SOSYAL ŞİDDETİN AYAK SESLERİ
Bu vahim olaylar, toplumda artan sosyal şiddetin bir yansıması olarak görülmeli. Sosyal şiddet, bireylerin ruhsal sağlığını olumsuz etkileyen ekonomik, psikolojik ve toplumsal baskıları içerir. Bağcılar’da, Adana’da ve birçok yerde yaşanan bu katliamlar, bireylerin sosyal destekten yoksun kaldıklarında nasıl trajik sonuçlara yol açabileceğini göstermekte. Sosyal şiddetin önlenmesi için toplumun her kesiminde bilinçlendirme çalışmaları yapılmalı ve ailelere psikososyal destek sağlanmalı.
AİLE KATLİAMI: BİR İNTİHARIN ARDINDA
Bağcılar’da daha önce de benzer bir katliam yaşanmıştı. 2012 yılında Bağcılar’da yaşanan aile katliamı, sadece kişisel bir trajedi olmanın ötesine geçti. Engin Sargık, hayatındaki bütün buhranları ve kayıpları, kendisine ve ailesine yönelik büyük bir öfkeye dönüştürdü. Yaşadığı psikolojik sorunların sonucunda, yakınlarına kıydı ve kendi hayatına son verdi. Ancak bu trajedinin ardında, yalnızca bireysel bir kırılma değil, daha geniş toplumsal bir sorunun da yattığı açık. Aile içindeki şiddet, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın pek çok yerinde artarak devam ediyor ve bunun önlenmesi için daha etkili adımlar atılması gerekiyor.
ADANA’DA POLİS DEHŞETİ: YİNE BİR AİLE KATLİAMI
Mehmet Tehçi, aile üyelerinden beş kişiyi öldürdü. Geçen yıl intihar eden oğlunun ölümünden aile üyelerini sorumlu tuttuğu iddia edilen Tehçi’nin, bu nedenle cinayetleri işlediği belirtiliyor. Ancak bu sadece gizli kalan aile içi şiddetin olabilecek en vahşi şekilde gün yüzüne çıkması. İlk değil son olmayacağını da biliyoruz ama el ile tutulur hiçbir önlem yok. Bu tür olayların önlenebilmesi için toplumsal farkındalığın artırılması gerekiyor. Özellikle aile içi iletişimin ve psikolojik destek bu noktada önem arz ediyor, hem bireysel hem de toplumsal çözüm yollarının bulunması gerekli.
NE ZAMAN DÖNÜŞÜM BAŞLAYACAK?
Durmayan şiddet toplumun bu olaylara karşı duyarsızlaşmasına mı sebep oldu yoksa devletin, şiddetle mücadele için daha etkin adımlar atma konusunda yetersiz kalması artık bu olayların önemsenmemesine mi yol açtı. Toplumun her kesiminde, sadece kurbanlara değil, aynı zamanda bu şiddetleri üreten toplumsal yapıların değişmesi gerektiğine dair bir bilinç oluşturulmalı.