(The Turkish Post) – SUNA YAMAN
Türkiye’de demokrasi ve basın özgürlüğü başlıklarında yaşanan gerileme, artık istatistiklerin ötesine geçip günlük hayatın bir gerçeği haline geldi. Ülke, uluslararası endekslerde hızla gerilerken, içeride ise muhalefete ve bağımsız medyaya yönelik baskılar adeta yeni norm haline geldi.
MUHALEFETE SİSTEMLİ BASKI: HUKUKUN ARAÇSALLAŞMASI
İzmir’de aralarında eski belediye başkanları ve CHP’li yöneticilerin de bulunduğu 157 kişi, yolsuzluk ve usulsüzlük suçlamalarıyla gözaltına alındı. Tutuklananlar arasında eski İzmir Belediye Başkanı Tunç Soyer de bulunuyor. Mart ayında benzeri bir operasyonla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da tutuklanması, geniş çaplı protestolara neden olmuştu. Muhalefet yalnızca siyasi değil hukuki olarak da kuşatılmaya çalışılıyor.
Hukukçular, bu operasyonların hukuki değil, siyasi saiklerle yürütüldüğünü savunuyor. Birçok uzman, bu süreci “hukukun araçsallaştırılması” olarak nitelendiriyor ve demokrasinin en temel ilkesinin, yani adil rekabetin, ciddi şekilde tahrip edildiğini belirtiyor.
MEDYADA TEK SES HAKİMİYETİ
RSF’nin 2025 Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke arasında 159. sırada yer aldı. Bu sıralama, Türkiye’yi “çok ciddi baskı altındaki ülkeler” kategorisine taşıyor.
Bağımsız medya kuruluşları, reklam ve kamu kaynaklı gelirlerin kesilmesi, cezai davalar, sosyal medya yasakları ve idari para cezalarıyla kuşatma altına alındı. Son örneklerden biri, gazeteci Fatih Altaylı’nın “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” suçlamasıyla tutuklanması oldu. Altaylı’nın, hükümeti eleştiren yorumları nedeniyle hedef haline gelmesi, Türkiye’de gazetecilerin ifade özgürlüğünün ne denli kırılgan olduğunu gösteriyor.
Ayrıca, Reuters’ın geçen ay yayımladığı bir analize göre Türkiye’de medya sektörünün yaklaşık %90’ı, doğrudan veya dolaylı olarak hükümet yanlısı sermaye gruplarının kontrolünde. Bu durum, kamuoyunun farklı bakış açılarına erişimini ciddi şekilde sınırlarken, eleştirel haberciliğin neredeyse tamamen marjinalleşmesine yol açıyor.
DEMOKRASİ ENDEKSİ: GERİLEME KESİNTİSİZ SÜRÜYOR
Economist Intelligence Unit (EIU) 2024 Demokrasi Endeksi’nde Türkiye, 167 ülke içinde 103. sırada, “melez rejim” kategorisinde yer alıyor. Özellikle sivil özgürlükler (2,06/10) ve seçim süreçleri (3,50/10) gibi temel göstergelerdeki düşük puanlar dikkat çekiyor.
Freedom House’un 2024 raporuna göre de Türkiye “özgür olmayan ülkeler” grubunda yer alıyor. Rapor, hükümetin sistematik olarak muhalif siyasetçileri, gazetecileri ve sivil toplum temsilcilerini hedef aldığını ve yargının bağımsızlığının büyük ölçüde zedelendiğini vurguluyor.
AB VE ULUSLARARASI ÇEVRELER: KINAMANIN ÖTESİNE GEÇMEYEN TEPKİLER
Türkiye’nin demokrasi karnesi her geçen gün zayıflarken, Avrupa Birliği ve diğer batılı müttefikler çoğunlukla “kaygı duyuyoruz” açıklamalarıyla yetiniyor. Türkiye’nin stratejik konumu, göç anlaşmaları ve NATO üyeliği, daha sert adımların atılmasını engelliyor.
Ancak insan hakları örgütleri, uzun süredir uluslararası toplumun bu “temkinli sessizliğinin” Türkiye’deki otoriterleşme sürecini cesaretlendirdiğini savunuyor.
TOPLUMSAL YANKILAR
Sokaktaki yurttaş için durum yalnızca bir endeks meselesi değil; gündelik yaşamı doğrudan etkileyen bir kriz. Muhalif seçmenler, açıkça fikir beyan etmekten çekinir hale gelirken, toplumsal kutuplaşma daha da derinleşiyor. Üniversitelerde öğrenci kulüpleri üzerinde sıkı denetimler, barolara ve meslek odalarına müdahaleler, sivil toplum kuruluşlarına karşı sıklaştırılan denetimler de bu baskının farklı yüzleri olarak öne çıkıyor.
SESSİZ ÇÖKÜŞÜN ANATOMİSİ
Türkiye’de demokrasinin krizi artık istisnai bir durum değil, yeni normal olarak karşımıza çıkıyor. Muhalefete yönelik yargı operasyonları, basının kuşatılması, ifade özgürlüğünün daralması ve yargının bağımsızlığının aşındırılması, Türkiye’yi çağdaş demokrasi ölçütlerinin gerisine itiyor.
Uluslararası toplumun sessizliği, içerideki baskıcı uygulamalara adeta örtülü bir onay işlevi görüyor. Oysa gerçek bir demokrasi, yalnızca seçim sandığına indirgenemez; bağımsız yargı, özgür basın, çoğulculuk ve temel haklar bir bütün olarak korunmadığında sandık da anlamını yitirir.