(The Turkish Post) – PORTAKAL ÇİÇEĞİ (ÇOCUK YAZAR)
Uzun zaman önce etrafta bir rivayet dolaşırmış. Bu rivayete göre, Osmanlı Devleti içerisinde herkesin bildiği, korktuğu ve heybeti ile kök salmış bir ejderha yaşarmış. İnsanlar ejderhayı hiç görmemelerine rağmen, ondan korkarlarmış. Geceleri bazı homurtular duyulurmuş şehirde. Bunun sadece rüzgardan ya da denizin kayalara sürtmesinden oluştuğunu düşünen de varmış. Ama ejderhadan olduğunu düşünen de…
O yıl, bir saman kıtlığı yaşanmış. Çiftçiler samanları toplayıp arazilerine bıraktıklarına yemin etseler bile, kral inanmazmış. Hep onları suçlar, samanlarını koruyamadıkları için onları cezalandırırmış. Akıllı bir çiftçi, sabah samanlarını toplamış her zaman koyduğu arazisine yerleştirmiş, gece olduğunda nöbet tutmaya başlamış. Beklemiş beklemiş, gelen geçen yok. Sadece esen rüzgar, o ve çöpü karıştıran kedi varmış. Artık samanların kaybolmasının nedeninin rüzgar olduğunu düşünüyormuş. Uzun bekleyişin ardından gözleri uykuya yenik düşmüş. Başını hemen yanında duran kayaya yaslamış. Artık gözleri uyku ile olan savaşı kaybetmiş ve uykuya dalmış. Tahmini bir saat sonra bir anda rüzgar hızlanmış. Önünde işte onu görmüş, ejderha! Çığlık atmaya başlamış, koşmuş koşmuş koşabildiği kadar. Durmamış, o kadar korkmuş ki, şehre girdiği anda bayılıp kalmış.
Sabah uyanan şehirliler yerde yatan adamı görünce nefesleri kesilmiş. Adamın gözleri yuvalarından çıkacak gibi görünüyormuş. Şehir sakinleri adamı hastaneye yetiştirmiş. Doktorlar ne yaparlarsa yapsınlar, adam bir kelime söylemiyormuş. Adamın neden bu kadar korktuğunu anlamayan şehirliler, normal hayatlarına devam edemiyorlarmış. Bu kadar gündeme gelen bu meseleyi kral da merak etmeye başlamış. Vezirini hastaneye göndermiş. O dakikaya kadar ağzını açmayan şoktaki adam, veziri görür görmez başlamış anlatmaya…
“Vezirim; ben samanlara ne olduğunu anlamak için gece nöbet tutmaya karar vermiştim. Bir kaç saat geçtikten sonra uykuya yenik düştüm. Yaklaşık bir saat sonra rüzgar hızlanmaya başladı. Ben ne olduğunu anlamadan büyük bir gölge gördüm. O da beni görmüştü. Üstüme gelmeye başladı, o gördüğüm gölgeden kaçıyordum. Şehir girişine gelince artık dayanamadım, bayılıp kaldım. Galiba o gördüğüm yaratık bir ejderhaydı.”
Onları dinleyen şehir sakinlerinden bir uğultu koptu. Herkes ejderha kelimesini duyunca irkilmişti. Vezir alaycı bir tavır takındı, kim inanırdı ki buna? Bu adam kimsesiz ve galiba da akıl sağlığı iyi değil diye düşündü. Ama yine de görevi gereği elinden geleni yapmalıydı. Adama şifa dileyip, hastaneden çıkıp atına bindi, saraya doğru yol aldı.
Vezir olanları duyduğu gibi krala anlattı. Kral dinledi. Ama O da gülmemek için kendini zor tutuyordu. “Bu adam bu hikayeleri nasıl uyduruyor” diye geçirdi içinden. Ama kralın kafasına takılan soru şuydu; ejderhalar etçildi eğer samanlarını çalan bir ejderha olsaydı oğlakları, kuzuları ve inekleri de çalardı.
Kralın aklını kurcalayan bu sorular bitmek bilmiyormuş. Son on günde aldığı saman vakaları artık burnuna kadar gelmiş. Bir seçme düzenlemeye karar vermiş. En güçlü, yakışıklı, cesur ve at kullanan delikanlıya para ödülü ile birlikte ejderhayı bulma görevi verilecekmiş. Yarışma günü gelmiş çatmış. Kral tahtına kurulmuş ve delikanlıları beklemeye başlamış. Delikanlılar gelmeye başladıklarında kral hepsini tek tek almaya başlamış. İlk delikanlı gelmiş, kendini tanıtmış. Bu delikanlı taa Fransa’dan geliyormuş. Kral bu seçmenin bu kadar duyulmasını şaşırmış, ama bu işin ülke içinde ve gizli kalmasını istiyormuş. Çünkü eğer duyulursa ve delikanlıya bir şey olursa onu sorumlu tutarlarmış. Hemen hemen on delikanlının ardından bir delikanlı gelmiş. Kral onu çok sevmiş, hemen deneme odasına almış. Çocuk ağaca tırmanmış, aslanı terbiye etmiş. Ama o sırada her şeyden habersiz bahçede dolaşan küçük örümceği görünce vezirin kucağına atlamış. Vezir, kral ve diğer yaverler gülmekten yerlere yatmışlar. Onlar güle dursunlar, seçmeler devam ediyormuş.
Kral birkaç saatin ardından üç tane delikanlı seçmiş. Bizim örümcekten korkan delikanlı da onların arasındaymış. Kral kararını en güçlü duran delikanlıdan yana kullanmış. Bizim ki, çok sinirlenmiş. Hızla saraydan uzaklaşmaya başlamış. Evinden miğferini, kılıcını aldığı gibi ormanı geçtikten sonra gelen dağa gitmeye hamle etmiş. Tam o sırada atı elini yalamış. Aaaa, evet delikanlının bir atı vardı. Atına atladığı gibi dağa doğru yol almaya başlamış.
Hemen hemen dört günün sonunda dağa varmış. Ama gittiği bu yol daha görevin yarısıymış. Atını bir ağaca bağlamış, son bir kez yelelerini okşamış. Çantasından halatını çıkarıp tırmanmaya koyulmuş. Genç, bu görevin çok yorucu olacağının farkına varmış, her gördüğü düz alanda mola veriyormuş. Yine bir molanın tam ortasında iken büyük bir çığlık duymuş. Ama bunun bir insan çığlığı olmasına imkan yokmuş. Toplamış eşyalarını ve daha da hızlı tırmanmaya başlamış. Daha ne kadar gideceğim diye düşünürken bir bakmış yeni bir düzlük daha. Ama bu düzlüğün diğerlerinden farklı olmasının sebebi sonunda bir mağara olmasıymış. Az önce duyduğu bütün çığlık ve homurtular oradan geliyormuş. Mağaranın girişine doğru temkinli adımlar atmış.
Girişe geldiğinde başını hafifçe içeriye doğru uzatmış. Dev gibi bir saman yığını… Ortasında kendisinin iki katı büyüklüğünde bir yumurta! Bu samanların hepsinin çiftçilerin kaybolan samanları olduğunu anlamış. O sırada ejderha içerideki bir delikten samanların yanına oturmuş. Demek ki bütün bu samanlar yavrusu içinmiş. Trink!!! Genç delikanlı için jeton düşmüş. Yıllardır süren bütün bu saman kaybolmaları ejderhanın samanları erzaklayıp, yavrusu olduğunda sakladığı samanlarla ona yuva yaptığı anlamına gelir diye düşünmüş. Aslında ejderha bütün bunları yavrusu için yapıyormuş. Yavaşça geri geri adımlar atmaya başlamış genç delikanlı. Dağdan aşağı inmiş ve tekrar atına binmiş.
Bu örnek davranışı kısa bir cümle ile nasıl herkese anlatırım diye düşünürken aklına şu söz gelmiş: “Sakla samanı gelir zamanı”. Bu cümle bunun için en uygun olanıymış. Artık saklanması ve zamanı geldiğinde bir nesnenin kullanılması için bu cümleyi kullanacaklarmış.
Vay bee… Ne rivayetmiş değil mi? Ben de bunu ilk öğrendiğimde çok değişik hissetmiştim. Eğer merak ediyorsanız, söyleyeyim… Bu rivayeti kimden ve nasıl öğrendiğimi kimseye asla söyleyemem. Çünkü bu bir sır! Eee, o zaman artık “Sakla samanı gelir zamanı ” atasözünün kimden ve nasıl geldiğini biliyorsunuz. O zaman artık bana müsaade. Görüşürüz 🙂
Not: Bu olayların hepsi Portakal Çiçeği’nin hayal ürünüdür. Lütfen gerçek sanmayınız.