(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
“Tarih Sümer’le başladı”.
Noah Kramer’in bu isimdeki meşhur kitabını Türkçeye çeviren Muazzez İlmiye Çığ ile biz de tarihi başlatanlar arasına katılmış olduk.
110 yaşında önceki gün vefat eden bu büyük Sümerolog ve Hititolog’u muhafazakâr-milliyetçi kesimler pek sevmezler. Galiba tarihi de pek sevmezler. Bilhassa bu topraklarda çok eskilere dayanan köklü tarihi.
İnsanlık 5 bin yıllık bir tarihe sahip. “Tarih” kelimesini, kayıtların tutulduğu, yani yazının icat edildiği zamandan başlatıyoruz. Yazıyı yazarsınız, ama muhafaza edemezsiniz. Kâğıt yanar. Kullanabileceğiniz diğer malzemelerin hepsi ya çürür ya da yıpranır. Sümerliler ellerinde bol miktarda bulunan çamuru, kayıtları tutmak için kullandılar. Küçük çivi darbeleriyle kilden tabletlerin üzerine, resim alfabe ile yazılar yazdılar. Pişirilince taşa dönen bu kayıtlar, zamanın bütün yıpratıcılığına direnmiş ve toprağın altında geniş kütüphaneler halinde günümüze intikal etmiştir. Kâğıt, kayıt aracı olarak bin yıldan geriye gitmez. Parşömen, yani deri sayfalar ile papirüs ise zor bulunan ve muhafaza edilemeyen materyallerdir. İşte bu yüzden bizler bin yıl öncesine ait çok fazla belgeye sahip değilken 5 bin yıl öncesini neredeyse en ince ayrıntısına kadar biliyoruz. Gündelik hayat, edebiyat, dinî inançlar-mitoloji, eğitim, tıp-sağlık gibi alanlarda Sümer-Akad ile Hitit uygarlığından kalan muazzam bir bilgi yığınına sahibiz. Akad kısmı Samî ırkının tarihini kapsıyor.
Çivi yazısının sökülmesi ve koleksiyonların deşifre edilmesi ile geçmişe dair çok şey öğrendik. En çok da geçmişte insanların tıpkı bugün bizim yaşadığımız gibi hayatlarını geçirdiklerini, bizlerden çok fazla farkları olmadığını anlamış olduk. Kramer’in kitabı bu benzerlikleri sistematik bir şekilde açıklamaya girişir.
GEÇMİŞ HAYAT VE BUGÜN
Gençler tıpkı bugünkü gibi âşık olmakta, edebiyatın lirik ve dramatik biçimleri bugünkü yaratıcılıkla yarışacak şekilde kalıplara dökülmektedir. Gündelik hayat, inançlar hatta batıl itikatlar arasında büyük benzerlikler bulunmakta, onları anlayarak kendinizi daha iyi tanımaktasınız.
Diğer taraftan yaşam biçimi ve alışkanlıklar, hatta önemsediklerimiz ve anlamını bilmediğimiz inanışlar bile gün gibi aydınlığa çıkıyor. Basit bir örnek. Kapının açılıp kapanabilmesi için bir milin etrafında dönmesi gerekir. Bunun için şekil alabilir bir eşik taşına ihtiyacınız var. Sümer’de bu taştan yok, sallarla Kuzey’den Fırat’ın yukarı kesimlerinden getirtiliyor. Bu yüzden evin en pahalı ve değerli kısmını oluşturuyor. Arkasından eşiğin kutsallığına dair bir sürü söz bugüne kadar kuşaktan kuşağaaktarılıyor. “Eşiğe yüz sürmek”, “Eşiği atlamak” gibi.
“Eti senin kemiği benim” Hitit kültürünün bir sözü. Öğretmene çocuğun babası, “etini morartacak kadar dövebilirsin ama kemiklerini kırma” demiş oluyor.
Kil tabletlere çivi ile yazılan inançlara dair ritüeller de böyle. Burnu yere yapıştıracak şekilde secdeye kapanma, dua için elleri kaldırma Sümer kabartmalarında görünüyor. Muazzez İlmiye Çığ’ın başı da Sümer-Akad inancı ve ibadetleri ile Sami dinleri arasında bulduğu benzerlikler yüzünden belaya girmişti.
Tarih bilmeden hayata ve çevrenize dair gerçeklik duygusuna sahip olamazsınız. Yerçekiminin olmadığı bir dünyada, gelip-geçici rüzgârların önünde savrulup toza dumana karışmanızı engelleyen sağlam bağlar tarihle kurulur. Üstelik bizler bütün insanlığın ortak geçmişinin doğup şekillendiği toprakların sakinleri ve sahipleriyiz.
TÜRK TARİH TEZİ
Osmanlı devleti dağılırken, bizi gerisin geri Orta Asya’ya sürmekle tehdit etmişlerdi. Kurtuluş savaşı gibi ateşten bir sınavı geride bırakıp zorluklar içinde cumhuriyet kurduktan sonra, bu Orta Asya efsanesini paranteze almak için, Türk tarih Tezi adıyla, Sümer ve Hititleri de kapsayan, böylece Anadolu’nun kadim halkları olduğumuzu savunan bir görüş geliştirildi. Sıhhiye’deki Hitit Güneş Kursu, Sümerbank, Etibank gibi isimler o tezden geriye elimizde kalanlardır. Türkiye’de Sümer ve Hitit araştırmalarının arkasındaki motif de başlangıçta buydu.
Yaşadığımız toprakların kültürüyle, mitolojisiyle geçmişine sahip çıkmak, ırkçılığın ötesine geçip kültüre odaklanmak daha önemli ve değerli. Her konuda, bilhassa inançlar konusunda mukayese imkânına sahip olmak, inanın bağlı olduğunuz inançları daha da sağlam hale getirir ve yapaylıktan uzaklaştırır.
Meselâ Hz. Nuh Tufanı’nın Sümer ve Akadlarda çok farklı versiyonları var. Hz. Nuh’tan Athramkasis veya Ziusudra adıyla bahseden versiyonlardan birinde hikâye şöyle başlıyor: “İnuma ilu av ilu” yani “Tanrılar henüz insan iken”. Tıpkı “bir varmış bir yokmuş” gibi. Ne kadar da bugüne ait değil mi?
Şayet tarihin nasıl başladığını, yani içinde yol aldığımız ırmağın nasıl aktığını merak ederseniz Muazzez İlmiye Çığ’a çok şey borçlu olduğumuzu göreceksiniz.
Umarım uzun hayatı genç kuşaklara ilham kaynağı olur.