(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Güç sahiplerinin ruh çağırma seansları eşliğinde 13 yıl geride kalan Gezi ruhunu diriltme gayreti, iktidarın hesaplarına ve çıkarlarına ne kadar uygun?
Müflis tüccarın eski defterleri karıştırması algısını neden yaratıyorlar?
Sormak lâzım: Peş peşe patlak veren skandallar ve felaketlerde, krizlerin yönetiminde akıl ve mantık ne kadar devrede?
Yapıcı, onarıcı bir dilin güç sahipleri nezdinde bir karşılığı olmalı.
Var mı?
Seri cinayet gibi her biri skandal niteliğinde birbirini takip eden gündemlere ve süregiden tartışmalara bakılırsa, yok. Halbuki bu gündemlerde takındıkları tutumların hepsi, kendi ayağına kurşun sıkmak kabilinden aleyhlerinde bir yıkıma ve yıpranmaya yol açıyor. Ayağına kurşun sıkmak hafif oldu; resmen kendi ayaklarına makineli tüfekle ateş ediyorlar.
Böyle bir iktidar cihazının rakibe de düşmana da ihtiyacı yok. Kendi gücünü ve iktidarını cömertçe tüketiyor.
Rasyonel Otorite:
Weber, halkın rızasına dayanan ve ortak iyiliği gerçekleştirmeye çalışan meşrû otoriteyi, sadece “hukukî” sıfatıyla tanımlamaz, yanına bir de aklı koyar, geleneksel ve karizmatik otorite tiplerinin yanı başında “hukukî-rasyonel otorite” başlığı altında ayrı bir tasnife tabi tutar.
Hukuk sadece haklıyı haksızdan ayırmakla yetinmez; her tür ilişkide geçerli normal standartları belirler, öngörülebilir ve güvenilir bir yaşam çerçevesi sağlar. Bu yüzden hukuk aynı zamanda ortak yararı sağlayan aklın gereklerine, sağduyuya ve dengeli bir toplumsal işleyişe hizmet eder. Ortaya çatışmaları asgari düzeye indirmiş, dengeli, sağlıklı bir toplum düzeni çıkar. Herkes işinde gücünde olduğu adil bir ortamda, ortak çıkarları zirveye taşır. Akıl böyle bir düzende güvenilir bir otorite olarak hükmünü icra eder. Bu işten iktidar sahipleri de kârlı çıkar; çünkü sonuç alırlar.
Aynı zamanda kurnazlık peşindeki her iktidar, hukuku kendi iradesinin ve çıkarlarının engeli olarak gördüğü için bu sınırı aşmaya çalışır. En kestirme yoldan sonuca ulaşmak için. İmkân bulup aşar, üstelik sonuç alırsa bu sefer akıl ölçüleri sarsılır. En nihayetinde güç, sağa sola çarparak sahibine zarar veren kontrolsüz ve dengesiz bir canavara dönüşür. Tıpkı freni patlamış kamyon gibi.
Soğuk Savaş döneminin 70’li yılları, Türkiye’de bir darbe tekniği olarak şiddeti yaygınlaştırarak iktidarı gaspetme stratejisine kurban edildi. Ülkenin gençleri, potansiyeli, kaynakları bu uğurda heba edildi. 90’ların başından itibaren güvenlik birimleri içinde derin devlet adı verilen çeteler fail-i meçhul cinayetlerle siyaseti tanzim etmeye girişti. Her şey alt-üst oldu, Türkiye büyük fırsatları elinden kaçırdı. İki deneme, 2007’nin e-muhtırası ve 15 Temmuz darbe teşebbüsü bütün sağlıklı dengeleri alt-üst etti ve Türkiye’ye çok şey kaybettirdi.
Adalet Arayışı:
Bolu’daki felaket için Bolu Belediye başkan yardımcısı ile itfaiye müdür vekili tutuklanıyor. Gerekçe bir AİHM kararına atfen olayın “toplumda huzursuzluğa yol açması”. Huzursuzluk sorumluların cezalandırılması ile giderilir, suç icat ederek değil. Hukuk düzeninin durumunu, adaletsizliğin sebebini bu gerekçe bütün çıplaklığı ile gösteriyor. Suçu, failin fiilinden alıp toplumdaki algısına veya karşılığına göre hükme konu eden bir yargı erki ile karşı karşıyayız. Gerekçedeki AİHM kararında tutuklama sadece bu sebep üzerine inşa edilmiyor.
Gerçekler ile algı arasında ortaya çıkan derin uçuruma iktidar yuvarlanıyor. Yargı da onun peşinden. Savcılık için söylüyorum: Soruşturma gizli, deliller sizin elinizde, her bilgiye ulaşma imkânına sahipsiniz. “Toplumdaki huzursuzluk” gibi her türlü yoruma açık bir algı imgesi üzerine yargı nasıl karar verebilir?
Yüksek tepelerden, güvenli kamu ofislerinden dünyayı seyreden algı mühendislerinin, toplumun idrak ettiği gerçek ile onların ürettiği algılar arasındaki uçurumu görmeleri çok zor. Yoksa Ayşe Barım soruşturması ile Gezi Ruhunu tekrar diriltmek, marjinal bir siyasî partinin liderini tutuklayarak ona can suyu vermek gibi bir hataya düşmezlerdi.
Kangren olmuşsa bacak bile kesilir. Kültür ve Turizm Bakanını görevi başında tutmanın maliyetine nasıl katlanıyorlar?
İktidarın, sonunu getirecek çapta güçlü rakipleri veya düşmanları yok. Mağdur ettikleri güçleniyor. Destek oldukları zaafa uğruyor. Deve kuşu gibi başlarını kuma gömüp gerçeklere gözlerini kapıyorlar.
Kendi ürettikleri ve sadece kendilerinin inandıkları algıların üzerine çıkacak selim akla ihtiyaçları var.