(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
“Her şey planlandığı gibi gidiyor”
Karmaşık operasyonların kritik aşamaları geçildiğinde, filmlerde sıkça duyduğunuz replik böyledir. Çözüm Süreci, hiç olmazsa bu sürecin Kürt siyaseti tarafı bu şekilde kendi yolunda ilerliyor. Sorun yok gibi görünüyor. İşler planlandığı şekilde ilerliyor.
İmralı Heyeti Erbil’de Barzani ile görüşüyor. Suriye’de Cezire’de, PKK/PYD tarafı ile karşı kutupta yer alan ENKS arasında uzlaşma arayışı bütün hızıyla devam ediyor. Şeyh Mürşid Haznevî bu uzlaşmayı daha öteye götürüp Şam ile ilişki kurmak için bütün enerjisini harcıyor. PKK kanadının neredeyse bütün uzantıları yeniden “Öcalan’a özgürlük” kampanyası başlatıyor. Tuncer Bakırhan, siyasî nezaketi yukarılara taşıyarak Bahçeli ile görüşüyor, hem geçmiş olsun dileklerini iletiyor hem de sürece katkılarından dolayı teşekkür ediyor. En önemlisi, endişelerin ve soru işaretlerinin yoğunlaştığı PKK politbürosu, yaygın karşılığı ile Kandil, içinde bol bol demokrasi kelimesinin geçtiği bir metinle sürece desteğini net bir şekilde açıklıyor.
Daha ötesi de var. İmralı’ya stüdyo kurulmuş, Öcalan’ın farklı muhataplara iletilmek üzere altı video çektirdiği iddia ediliyor. Demek ki bütün hazırlıklar ikmal edilmiş. Şubat ayının sonuna kalmadan süreç resmen başlamış olacak.
Bu tablo, bu işle görevli devlet kadrolarının bütün hazırlıklarını ikmal ettiklerini, kadayıfı altlı üstlü kızartma işlemini bitirdiklerini gösteriyor.
Peki ya kararı verip düğmeye basacak olan Siyasî İrade? Kadayıf yeteri kadar soğudu; şerbet ocağın üzerinde tam kıvamına kaynamaya devam ediyor. O sıcak şerbeti soğumuş kadayıfın üzerine döküp bir müddet beklemek, sonra servis etmek lazım.
İşte oradan kafa karıştıran çok farklı işaretler geliyor.
Kandil mi, Kobani mi?
PKK, Irak dediğimiz egemen bir devletin, anayasal statüye sahip otonom bölgesinde Kandil dağ silsilesini silah gücüyle yıllardır mesken tutuyor. Ne Irak devleti ne de Barzani yönetimi bu fiili duruma engel olamadı. Türkiye ise on yıllardır o bölgeye askerî operasyon alanı olarak eğildi. Pençe-Kilit adıyla bu operasyonlar hala devam ediyor.
Şimdi aynı gücün, yani örgütsel yapının dağdan inip ovada, Türkiye’nin burunun dibinde Kobani’yi mesken tutması, üstelik bu durumun Suriye devleti tarafından ve uluslararası güvencelerle garantiye alınması bekleniyor. Çözüm Süreci dediğimiz gündemi harekete geçiren ana zemberek burası. Bütün gerçekliği ve çıplaklığı ile taraflar bu zembereğin üzerine eğilmiş vaziyette. Aktörlerin kararları ve eylemleri bu zembereğin baskısının eseri.
Böylesine belirleyici bir gerilim hattı, iki tarafı da yani hem PKK’yı hem de Devleti geleneksel tutumlardan uzaklaşmaya, yeni bir statüko oluşturmaya zorluyor. PKK için bu değişim, silahlı kalkışmayı sona erdirmesi ve legal bir yapıya evrilmesi. Cezire ona bu fırsatı sunuyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti ise bu zemberekte biriken güçten terörü sonlandırmayı ve tam olarak uyumlu bir Türk-Kürt ittifakı çıkartmayı umuyor. Çözüm Sürecine, “Türk-Kürt Kardeşliği” adı verilmesi boşuna değil.
Konjonktür çok uygun. Böyle bir ittifak kurulmazsa iki taraf da çok şey kaybedecek; ama asıl kaybedenler Kürtler olacak.
Sebep?
Dünya, Trump adındaki çılgının kaptanlığa soyunduğu alametle seri depremlerin ve fırtınaların arasında belirsiz bir geleceğe doğru yol alıyor. ABD’nin Suriye iç savaşı ile birlikte İsrail’in güvenliği için yedek bir güç olarak baktığı Suriye Kürtlerini, az bir bedelle Türkiye’ye satma riski, Trump eliyle çok daha kolay. Türkiye’yi bu bedeli ödemeye zorlayacak asli faktör ise PKK tehdidi. Halbuki Türk-Kürt İttifakı ABD’nin hesaplarının dışında iki taraf için de kazançlı bir yol sunuyor. Bizler, Türkler ve Kürtler olarak bu coğrafyaya mahkûmuz. Bizim de içinde yer aldığımız coğrafyada yeni bir dünya kuruluyor. Elbirliği ile başkalarının ve coğrafyanın bize dayattığı kaderi değiştirebiliriz.
Bir Orhan Doğan Hatırası:
Galiba 2005 yılıydı. Kürt siyasetinin önemli isimlerinden rahmetli Orhan Doğan aradı, nazik bir şekilde bir öğle yemeğine davet etti. Çok zarif bir adamdı. Bana çok şaşırdığım şu soruyu sormuştu: “Aklımıza gelen her çareye başvurduk, sonuç alamadık. Siz dışardan bize ne tavsiye edersiniz?” Samimiydi. O sırada Meriç Nehri taşmış, Edirne sular altında kalmıştı. Şöyle dediğimi hatırlıyorum: “Neden Güneydoğu ve Doğu’nun dışına çıkıp bu ve benzeri Türkiye sorunlarıyla ilgilenmiyorsunuz?”
Çok genç yaşta vefat etti. Bugün sağ olsa, aynı soruyu sorsa, Adem Sözüer’in T24’te Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajı özetledikten sonra şu cevabı verirdim. “Ne anayasal haklar düzenine ne de hukuksuz kayyım atamalarına onayım var. Ama… Anayasa’nın ve temel haklar düzeninin askıda olduğu, mahkeme kararlarının bile uygulanmadığı bir ülkede neden taleplerinizi etnik kimlikler üzerine inşa ediyorsunuz? Türkiye’nin yolsuzluk sıralamasında 107. sırada yer almasına neden kayyım atamaları kadar tepki göstermiyorsunuz?
PKK’nın yayınladığı ve sürece desteğin ilan edildiği bildiri demokratik talepler etrafında dönüyor. “Kürt özgürlüğü temelinde Türkiye’nin demokratikleşmesi”, “herkesin demokratik yararının esas alınması” gibi tekrarlar var.
Halbuki:
Türkiye özgürleşmeden, hukukun üstünlüğü tesis edilmeden Kürtlerin özgürleşmesi diye bir şey söz konusu olmaz. Tersine PKK’nın terör tehdidi, demokratik hakların askıya alınması, temel hak ve özgürlüklerin ihlal edilmesinin gerekçesi olarak cömertçe kullanılıyor. Baksanıza, Çözüm Süreci için Cezire’de herkes seferber oluyor PYD ile ENKS’yi barıştırmayı başaramıyor.
İşte bu yüzden Kürtlerin demokrasi adına daha somut bir hedef belirlemesi lâzım.
Şöyle ki:
Araplar, Türkler, Ezidîler, Asurîler değil, onların hepsini bir kenara bırakın, Rojawa adı verilen Suriye’nin Cezire bölgesinde bütün Kürtler, bilhassa muhalif Kürtler hukuk garantisi altında, özgür bir şekilde yaşayabilecek mi?
Eğer bu mümkün olursa, Türkiye’de Çözüm Süreci başarıya kolayca ulaşacak, hatta Türkiye’nin demokratikleşmesine ciddi katkılarda bulunacaktır.
Kürtlerin özgürlüğü herkesten önce Kürtlerin elinde. Türklerinki de.






















