(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
Doğrudan değil, dolaylı olarak…
Türkiye’nin son üç ayda bölgede üstlendiği ve yerine getirdiği kritik rol olmasaydı, Gazze’de ateşkes sağlanamazdı.
Her şey birbiriyle bağlantılı ve olayların yönünü tayin etmek için burnunuzun dibine, hatta içeriye, yani kendi ülkenize bakmalısınız.
Açık politika yürüyor. Her şey ortalığa dökülüyor. Gizemlerle yüklü önümüze gelen şaşırtıcı çıkışların, sürpriz gündemlerin sırrı en fazla bir-iki haftada çözülüyor. Buna rağmen ilişkileri kuramayanlar, sonuçları sebeplere bağlayamayanlar biraz geri durmalı.
Doğrudan yanlıştan, iyiden kötüden değil olanlardan bahsediyorum.
Bölgemizde İran’ın oyundan düşmesi ile sahada sadece iki aktör kaldı: Türkiye ve İsrail.
Denklem basit ve sağlam.
Ne olacaksa bu denklemin bir yerine sığması lâzım.
Tetiği kim çekti?
22 Ekim’de tarihî konuşmasıyla Devlet Bahçeli iki şey yapmış oldu: Silahın emniyetini açtı ve namluyu hedefe doğrulttu.
Hedef Suriye idi.
Gözden gezden arpacıktan hedefe kilitli halde iken silah, aralık ayında HTŞ’nin ileri harekatı ile gümbür gümbür patladı. Askerî açıdan HTŞ’yi tek çatı altında toplayan, eğiten, donatan ve seferber eden Türkiye olduğuna göre, tetiği çeken parmağın kim olduğunu sormayacaksınız.
En yapıcı ve iyimser ifadelerle, Bahçeli’nin Erdoğan’ın tereddütlerini izale etme görevi üstlendiğini söylememiz mümkün.
“Bugün ortada henüz bir Süreç yok” diyenler bir ölçüde haklı. Conflict Resolutin tekniklerinde yer aldığı biçimde, tarafların, aracıların, müzakerelerin yer aldığı bir süreç belki de hiç olmayacak. 2013-15 tecrübesinin ışığında, daha çok bir “Psikoloji Yönetimi Süreci” gerçekleşecek. Bu işi için bu tarafta koskoca Türk Devleti, öbür tarafta tam olarak bu iş için dünyaya gelmiş Sırrı Süreyya Önder gibi bir politikacı duruyor. Öcalan’ın ve Demirtaş’ın dahil olmasıyla süreç, şu TRT’nin karasal yayında bastığı sinyaller gibi açıktan yayılacak. Mesajlar havada çarpışacak ve barika-i hakikat gözlerimize değerek ortaya çıkacak.
Şunu söylüyorum: Bahçeli’nin ısrarla vurguladığı üzere Terör Örgütü muhatap değil. Örgüt, hemen her şeyin devrede olduğu Topyekün Savaş stratejisi ile coğrafî, lojistik açıdan ve halk desteği anlamında siyasî olarak enterne edildi. Onlar olmadan silahın bir anlamı yok, Terör Örgütü’nü muhatap almanın da gereği yok. “Türk-Kürt kardeşliği”, basit bir söz değil, bu sürecin temel stratejisi. Objektif şartlar da buna uygun.
Yeni Hedef:
HTŞ’nin ileri harekatı ile basılan tetikle namludan çıkan mermi, beklentilerin çok uzağını vurdu. HTŞ Suriye’nin Cezire hariç her bölgesine hâkim oldu. Türkiye, bu durumdan vazife çıkartarak, yani fırsatı kalıcı avantaja dönüştürmek üzere silahı yeniden doldurdu ve Fırat’ın doğusuna doğrulttu. ABD “aman yapma!” diyor; Trump’ın Erdoğan övgüleri de bunun içindi.
Gazze’de ateşkesin kesinleşmesi, bu meselenin de çözüldüğünü gösteriyor. Nasıl? Sonuç ortada, ama bu sonuca nasıl varıldığı sorusunun cevabı nasıl olsa bir-iki hafta içinde ortaya dökülür.
Şu gerçeği, bütün analizlerin test aracı olarak merkeze yerleştirmek zorundayız: Orta Doğu bölgesinde karar veren ve verdiği kararı uygulayan sadece iki aktör var: Türkiye ve İsrail. Ortaya çıkan tablo, bu iki aktör arasında gerilimli de olsa bir uyumun var olduğunu, ayrı ayrı “iş” ve “birlik”in, yani işbirliğinin yürüdüğünü gösteriyor. Elbette arkada, Dışişleri Bakanımızın ifşa ettiği şekilde 2.5 ülke duruyor: ABD, İngiltere ve Fransa.
Cezire’de ABD tarafından donatılan ve eğitilen silahlı gücün tasfiyesi veya Şam’a entegre olması çok zor; ancak Türkiye’nin güvenlik endişelerini giderecek formüller üzerinde çalışıldığı belli. Türk Devleti eline geçen fırsatı avantaja çevirmek için sınırları zorlayarak uğraşıyor. Neticede içerdeki süreç buraya bağlı olduğu için bir uzlaşma ihtimali yüksek görünüyor.
Her şey oraya bağlı olduğuna göre içerde ilerleyen “Türk-Kürt Kardeşliği Stratejisi”nin arkasına 2.5 devleti ve İsrail’i koyduğunuz zaman, işlerin nasıl ilerleyeceğini ve nereye varacağını kestirebilirsiniz.
Nerede takılıyoruz?
Takıldığımız yer iç politika, daha doğrusu siyasî rekabet alanında ayağımıza takılan koca koca taşlar.
Bu kadar köklü ve kapsayıcı bir değişimin siyasî rekabette fırsat pencereleri açması ve tehlikeler barındırması kaçınılmaz. Erdoğan açıktan, bu süreci politik kariyeri için bir fırsata çevirmeye çalışıyor. Başka türlüsünü beklemek siyasetin tabiatına aykırı.
Ancak bu alanda düz mantık işlemiyor.
Birkaç adım sonrasına bakarak söyleyelim: Meclis’te 400 oyla yapılacak bir anayasa değişikliği ile erken veya geç yapılacak bir seçimde kimin başkan seçileceğini garanti altına alamazsınız.
Hem ekonomik kriz, hem de Kürt-Türk kardeşliği süreci hukuk ve demokrasi olmadan çözülemez. Nitekim ekonomide kronik patinajın ve Süreç’teki belirsizliklerin sebebi bu durum. Her iktidar sahibi kalıcı ve sınırsız bir güç ister. 15 Temmuz’un sunduğu sınırsız imkânlara, sistem değişikliğine rağmen Türkiye’de fiili bir otokrasi kurulamadı. Diktatörlüklerde seçim kaybetme endişesi olmaz; olduğuna göre demek ki hala seçimle her şeyin değişebileceği demokratik sistemin içinde yaşıyoruz.
Anayasa değişikliğini istediğiniz gibi yapın, kimsenin seçilme garantisi yok.
CHP’nin, 23 Nisanlardaki ilk mektep çocuklarının fon gösterilerini hatırlatan kırmızı kart protestoları ile iktidar partisinin vaziyeti, demokrasinin mevcut haliyle parti örgütleri üzerinden işlemediğini gösteriyor.
Hem ekonomik kriz hem de artık kısaca “Süreç” adını verdiğimiz gelişmeler kişilere bağlı ilerlerse, bu işten ilk önce iktidar cihazı ve iktidar sahipleri zararlı çıkacak. Kişilere dayanan dar alandaki patinajdan çıkılması, demokratik ortamın rahat bir nefes alması lâzım. Mevcut haliyle elde ne varsa hep aleyhe işliyor.
Suriye’deki gelişmeler, İsrail ile Türkiye arasındaki uyum ve içerdeki Süreç, siyasetin bütün taraflarını kendi evlerinde bir restorasyona zorluyor. AK Parti’den “yuvaya dön” çağrıları, hukuk devletine dönüş sinyalleri ve daha demokratik bir vizyon beklemelisiniz. Anayasa gündemi, İktidarın yönlendirmesi ile Parlamenter sisteme geri dönüş hamlesi olarak belirebilir.
Her şey her şeyle bağlantılı. Elbette riskler çok fazla.
Gazze’de sağlanan ateşkeste Türkiye’nin rolünü gözden kaçırmazsanız, risklerin barındırdığı fırsatları tek tek ayıklayabilirsiniz.