(The Turkish Post) – MERCAN BULUT
Türkiye’yi dışarıdan bir gözle izlediğinizde, sanki bütün ölümler Filistin’de ve Ortadoğu ülkelerinde yaşanıyor. Sabahtan akşama kadar, ulusal bütün kanallar, bölgedeki İsrail ve Filistin arasında yaşanan savaşı ele alıyor. Uzmanlığı belli belirsiz aynı kişiler, bölgedeki gerginliği ele alıyor.
Özellikle çocuklara yönelik ölümler, uluslararası arenada geniş yer bulduğu için, bu öğeler özellikle vurgulanıyor. Filistinli çocukların hayat şartlarının ne kadar kötü durumda olduğu, çocukluklarını bile yaşayamadan hayattan koptuğu anlatılıp duruyor.
Çocuk denildiğinde akan sular duruyor benim için. Yaşı hiç önemli değil. Gözü yaşlı bir çocuk gördüğümde göz pınarlarım bir anda çağlayan gibi akmaya başlıyor. Çünkü bir çocuğun yüzündeki mutluluk ne kadar değerliyse, bir saliselik hüzünde de o kadar acı. Ne var ki, hem Türkiye’de hem de dünyanın farklı noktalarındaki ekran avcılarının tek bir derdi var. O da reyting ve izlenme kaygısı. Yoksa Filistinli ya da sair ülkelerdeki çocukların gözlerindeki acı, hüzün ve gelecek kaygısı bunların umurunda değil. Olanlar tabii ki de yok değil. Onlar bu sıralamanın dışında elbette ki.
Diyorum ya, bazı kişilerde ekran sahteliği var. Gözlerinin içine baktığınızda bunu açıkça görüyorsunuz. O zaman buradan sormak gerekiyor. Kendi ülkenizde, kendi çocuklarınız nasıl bir hayat yaşıyor, hiç düşünüyor musunuz? Yoksa çocuklar sadece uzaklarda ve savaşlarda öldürülür, sulh zamanları evlerde, ailelerin içinde hep sevilir, hep özenle büyütülür, öyle mi zannediyorsunuz? Maalesef öyle görülüyor. Toplumsal bir yaklaşım tarzıyla, ateş başka evde yandığı müddetçe, başkasının helvasını yemek ve onu hayırla yad etmek çok kolay. O zaman psikoloji tabiriyle tersten bir soru soralım. Ölen, ağlayan, gözyaşı döken ve hüzün bulutları arşı titreten çocuklar, ya sizin çocuğunuz olsa ne yaparsınız? Bu sorunun cevabını herkes biliyor. Eğer ki evlat sizinse, “Yeri göğü inletirim” dediğinizi hissediyorum. Doğrusu da bu elbette de. Bir baba ve anne evlatlarının daha müreffeh bir hayat yaşaması için mücadele verir. Onların saçlarını teli bile değerlidir onlar için. Ben de bir evladı olan ebeveyn olarak, aynı düşünceleri taşıyorum. Sabahtan akşama kadar, gözüm hep onun üzerinde elbette.
Maalesef temel bir sorun var. Günlük, sıradan hayatınızı nasıl bir cephede yaşadığınızın ve adı konulmayan hayalet savaşların ortasına mütemadiyen korunmasız çocuklar doğurduğunuzun farkına hiç mi varmıyorsunuz? Artık çocuk doğurmak sadece, kadın ve erkeğin cinsel isteklerini yerine getirmek için araç haline gelmiş sanki. Dediğim gibi bu ifadeler geneli kapsamıyor. Kimse bu sözlerden alınmasın. Ancak artık geçim şartları ve toplumsal dokuyu düşündüğünüzde çocuk sayısı o kadar önemli ki. Artık anne ve babalar, sadece bakacakları, bakımı üstlenecekleri kadar çocuk düşünmeli. Evet rızık Allah’ın takdirinde. Bundan şüphe yok. Yoksa birileri üç çocuk hedefi koydu diye, kimse de akşam çocuk hazırlığı yapmasın sakın. Yoksa sonuçları ağır oluyor.
ELİ KANLI ERKEKLER, GÖKTEN İNMEDİ!
Bunları neden mi yazdım? Çünkü artık, Türkiye’de ciddi bir toplumsal cinnet hali yaşanıyor. Buna ekonomik sebepler, geçim darlığı, kadın erkek anlaşmazlığı ve çevresel faktörleri de eklediğinizde, cinnet hali arşa uzanıyor. Ne zaman Türkiye ile ilgili haberlere göz atsam, her gün birileri sokak artasında vahşice öldürülüyor. Ne var ki, bu ölümler ve sebepleri bir gün bile uzmanları tarafından ele alınmıyor.
Açıkça ifade edelim, karısını, sevgilisini, çocuğunu gözünü kırpmadan öldüren erkekler bu ülkeye gökten zembille inmiyorlar. Onların varlığı korkunç bir sosyal mühendislikle ince ince inşa ediliyor. Toplumsal cinsiyet rolleri dağıtılırken “eli kanlı erkeklik rozeti” kalplerine ve beyinlerine dev çivilerle çakılıyor. Dinle el ele veren siyaset, erkeği katil, kadını ve çocuğu maktul mertebesine görkemli törenlerle oturtuyor. Erkeği kutsal bir figür olarak inşa eden, anneler bugünün temellerini döşüyor adeta. Neticede de hodgam, bencil ve narsist erkek bireyler sokaklara salınıyor. Hiçbir inceleme ve teste tabii tutulmadan da, bu kişiler, evlendirilip aile babası rolü veriliyor. Hayatında sorumluluk adına hiçbir görev ifa etmemiş bu kişiler, her sıkıştıklarında şiddet faktörüne başvuruyor. Önce eşini, annesini ve kardeşini dövüyor. Her defasında şiddetin dozu artıyor. Son kertede de cinnet haliyle, kadını öldürüp sokağın ortasına atıyor. Allah’ın ve Resulünün cennetle müjdelediği kutsal bir canlıyı.
Onun için önemli olan, afili sözlerle iddialı politikalar yapmak yerine, önce o aileyi değerli kılabilecek bir dünya kuramız gerekiyor. Ne yazık ki, uzaklardan böyle bir şey göremiyorum. Kadınlar ve çocuklar öldüğü ile kalıyor. Anneler ve babalar da mezarları başında gözyaşı dökmeye devam ediyor.
SİYASET ÇÖZÜM ÜRETMELİ
Kadınların, erkeklerin, farklı cinsel yönelimleri olanların, çocukların, gençlerin, yaşlıların, yoksulların kendilerini ne sosyal açıdan ne de ekonomik açıdan asla güvende hissetmediği bir düzende, hiçbir siyasetçi ailenin değerinden bahsedemez. Ülkeyi bir yandan orta çağ karanlığına gömerken, diğer yandan ailevi değerleri yüceltemez. Maalesef ülkenin her bir noktasında gelen haberler ise yürekleri dağlamaya devam ediyor.
Son birkaç aydır ailevi tartışmalardan dolayı, erkek önce çocuklarını, eşini öldürüyor sonra da canına kıyıyor. Ya da boşanma sonrasında cinnet hali yaşayan bir baba, çocuklarının en sevdiği yemek olan köfteyle onların karnını doyurup, sonra onları infaz ediyor. Onları aynı sofranın başına oturturken nasıl bir yalana imza attı bilinmez. Temel sorun yaşanan cinnet halinin temelinde, ekonomik sebepler var.
Artık siyasiler, deve güreşi yapmak yerine buna çare üretmeli. Aksi halde her gün bu cinnet hali gelmeye devam edecek. Bundan sonrasını hayal bile edemiyorum. Diyorum ya zaman geçmeden adım atılmalı. Yoksa yarın çok geç olacak. Narşist bireyler, çözemediği her sorunda yine şiddete başvuracak. Neticede de gözü yaşlı bir anne ya da baba, beton bir mezarın başında çığlıklarını haykırırcasına ağlamaya devam edecek.