(The Turkish Post) – MERCAN BULUT
Diyarbakır’da cinayete kurban giden Narin’in ölümü bize Türkiye’deki toplumsal ‘çürüme’yi yeniden gösterdi. Bir aile arasında yaşandığı iddia edilen çarpık ilişkiler ağının getirdiği ahlaki bir dejenerasyon. Sonucunda da, ahlak dışı ilişkilere şahit olduğu öne sürülen masum bir yavrunun hunharca, bir aşiret birlikteliğiyle ortadan kaldırılması.
İddialara göre, masum kızın infazında kimler yok ki… Anne, ağabey, amca ve kuzenler. İşte size ortaçağ toplumlarında yüz yıllar önce karşılaşılan bir vahşet tablosu. Aslında Narin’in infazı bize gösterdi ki, maalesef doğu toplumlarında kadının ve kızın hiçbir karşılığı yok. Alırsınız, satarsınız ve sonrasında da infaz edersiniz. Kimse de size müdahalede bulunamaz.
Bizler Narin kızımızı konuşurken, bu kez Tekirdağ’da 2 yaşındaki minik bir yavrunun vefat haberi geldi. Hem de yavrucağıza taciz ve tecavüz edilmiş halde. İnsanlığını kaybetmiş ve “Esfele Safilin” derecesindeki bir insan grubu hem de bunu annesinin gözleri önünde yapıyor. Anne olacak başka bir yaratık da buna sessiz kalıyor. Ve neticesinde evladı gözlerinin önünde can çekişerek hayatını kaybediyor. İster bu kadın için uyuşturucu bağımlısı deyin, isterseniz alkolün etkisiyle yaptığını iddia edin. Ama bu kadınlar bizim insanımız. Bu yaratıklarla aynı havayı soluyorsunuz neticede. Bu kapsamda kendimi şanslı hissediyorum. Bunlardan bir nebze uzaktayım. Ama hem Diyarbakır hem de Tekirdağ’daki iki kan donduran vakada da, ortak obje olarak anneler ön plana çıkıyor. İki kadın da, iffetsizliklerinin sonucu olarak, çocuklarının gözleri önünde katledilmesine sessiz kalıyorlar. Ne kadar acı değil mi?
İşte bunlar yaşanırken, eski TBMM Başkanı Bülent Arınç, iktidarın ve siyaset mekanizmasının sorumluluğuna dikkat çeken paylaşımlarda bulundu. Arınç, özetle şunları dile getirdi: “Son günlerde içimiz küçücük bir yavru için; Narin için yanıyor… İçimizi bir kor gibi yakan haberi aldığımız günden beri yüreğimiz ağzımızda en ufak umut verici bir haber bekledik; ama gelmedi. Umut verici haber almak bir yana, her geçen gün gelen acıtıcı ve korkutucu haberler ile yalnızca midemizi bulandıran kesif bir koku çalındı burnumuza… Bir koku var duyuyor musunuz? Aile kurumunun yozlaştığı, ahlâk, edep ve hayânın neredeyse sadece lafta kaldığı, toplumsal çürümenin kokusu bu. İçinde olduğumuz durum bazen kutsal değerlerini kaybeden ve ahlâkî açıdan çöken Sodom ve Gomore’yi hatırlatıyor bana; bazen de cahiliye dönemini… Hangisi daha ürkütücü, hangisi daha korkunç bilemiyorum.”
ARINÇ, PARTİSİNE SERT BİR DALIŞ YAPTI
Sayın Bülent Arınç’ın hedefinin kim ya da kimler olduğu belli. Kendi partisini hedef haline getirdi. Çünkü Ak Parti 2002 yılından beri Türkiye’de tek başına iktidar. Ve gelinen süreçte de sorumluluktan kaçma gibi bir durumu asla söz konusu olamaz. Bir siyasi iktidar başarının da başarısızlığın da sorumlusudur. 22 yıldır ülkede her alanda etkin bir siyasi iktidarın gelinen sürecin hesabını vermesini istemek de en makul davranış olarak algılanması gerekir. Bu açıdan da Arınç, açıkça siyasi paydaşlarına “Bu yaşanan sürecin mimarı biziz. Sorumluluktan kaçamayız” diyor aslında. Arınç, siyasi olarak sözünü sakınan bir siyasetçi değil. Hatta bir dönem “AK Parti’nin vicdanı” söylemi onun için kullanılırdı. Artık “Özgün bir ağırlığı yok” ne yazık ki. Ancak yine de bu değerlendirmelerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan ve çevresi nezdinde değerlendirmeye tabii tutulacağından şüphem yok. Ancak nasıl bir çözüm üretilir, bu konuda bir fikir beyan etmek gerçekten çok zor.
Arınç’ın da söylemlerinden hareketle, Türkiye’de bir “Toplumsal cinnet hali” yaşanıyor. Artık Türkiye’de herkes hesabı kendisi kesmek istiyor. Çünkü ne yargısına, ne siyasetine ne de siyasetçisinin bir çözüm üreteceğine inanmıyor. Bundan dolayı da kızdığında, elindeki silahı ve bıçağıyla sokağa hücum ediyor. Bundan dolayı da kadınlar, cani erkekler tarafından, acımasızca, hunharca katledilebiliyor. İnsani bir duygu hissedilmeksizin, hem de kendilerini güvenli hissettikleri evlerinde.
ARTIK SÖZ BİTTİ, ÇÖZÜM ZAMANI
Artık sözün bittiği yerdeyiz. Bu sözü siyasilerden sıkça duymuşsunuzdur. Alın bir de benden işitin. Siyasiler gündelik konuları çözmek yerine, kanayan bu travmatik sorunu bir çözüme kavuştursunlar. Tabir yerindeyse, şeytan taşlamak yerine temel olayların bir netliğe kazandırılması adına bir takım adımlar atılması gerekiyor. Bu çözümler kesinlikle kanunla, tüzükle ya da genelgeyle olacak şeyler değil. Sebebi çok açık. Toplum bir cinnet hali yaşıyor. Yedisinden yetmişine herkes bu çözümsüzlüğün bedelini ödüyor. Ödemeye de devam edecek. Çünkü Meclis’e seçtiğimiz vekillerimiz bile o bina çatısı altında, birbirine hakaret ediyor, ötekileştiriyor ve saldırıyor. Bir hatibinin konuşmasına bile tahammül edemiyorlar ne yazık ki. Masalarına vuruyorlar, bağırıp çağırıyorlar. Çözüm beklediğimiz mekanda bunlar yaşanırken, toplum da çareyi kendi yöntemlerinde buluyor ne yazık ki.
İşte Meclis’e çözüm yolu. Şeytan taşlamayı bırakıp, hemen yanınızdaki vakalara lütfen çözüm bulun. Aldatma, ahlaki sınırları zorlama ve cinsel sorunlar toplumun temeline dinamit koyuyor haberiniz olsun. Diyarbakır’da yaşanan cinayetin temelinde de muhtemelen benzer bir iddia var. Her ne kadar kadının kocası, şüphelerini kendine saklamak saikiyle, kadınına ve kardeşine toz kondurmamaya özen gösterse de, ortaya çıkacak acı gerçekten de kaçamayacak ne yazık ki. Bir baba için en acı olaylar da bunlar olsa gerek. Kendini aldatan bir eş, bunun ortaya çıkmaması için kardeşini öldüren bir ağabey ve kendi öz kardeşi tarafından yıllarca aldatılmak. Bu duygular bile insanı ölüme sürükler. Ne diyelim. Allah sabır versin kendisine.
Daha ne bekliyorsunuz? Mecliste grubu bulunan bütün siyasi partiler, bugün bir araya gelmeyecekseniz ne zaman konuya çözüm üreteceksiniz. Artık toplum bir cinnet hali yaşıyor. Ama biz hala şeytan taşlamaya devam ediyoruz. Unutmayalım ki, sessiz kaldığımız, göz yumduğumuz ve tepki göstermediğimiz her vaka, bir gün bizi de hedef alacaktır. Bunu da unutmamamız gerekiyor.