(The Turkish Post) – MERCAN BULUT
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, Manifest adlı müzik grubu hakkında, Küçük Çiftlik Park’taki performansı nedeniyle “hayasızca hareketler” ve “teşhircilik” suçlamalarıyla resen soruşturma başlattı. Adli makamların adım atması, ülkede bir anda gündem oldu. İktidara yakın kesimler, grubun yaptığı hareketleri ahlaki olarak tasvip etmezken, muhalif takılan ve seküler bir yaşantıyı benimsediğini iddia edenler de, Manifest’e sahip çıktı. Hatta bazı ünlü kadın sanatçılar, dekolteli, iç çamaşırlı ve bikini pozlar paylaşarak, sözüm ona gruba destek verdi. Ancak benim anlamadığım, bir tepki olarak ortaya çıkan akımda, tanınmış ünlü kadınların, çıplak pozlar paylaşmasına bir anlam veremedim. Bana göre; teşhircilik olarak addettiğim bu yaklaşım, kadının kendisine ait ve özel bedenini milyonların beğenisine sunması, gruba destekten ziyade, beğenilme arzusundan öte bir anlam taşımaz. Özellikle sosyal medyada son dönemde, bedenlerin açıkça teşhir edilmesinin sanatla ya da seküler bir yaşamla asla ilgisi yok. Bu kapsamda sanatçı, sadece icra ettiği sanatıyla konuşulmalı. Bugün Manifest grubunun söylediği şarkılardan ziyade, erotik danslarıyla konuşuluyor olması, sanatın Türkiye’de tam olarak anlaşılmadığının açık bir göstergesi maalesef.
Gelelim temel meseleye. Öncelikle gerçek sanat, hem insana hem de topluma tesir eder. Toplumu tahrik etmez. Ben de haliyle, sosyal medyaya koparılan fırtınanın ardından, olayın detayını araştırma ihtiyacı hissettim. Açıkça ifade etmem gerekiyor. İnsanların fikirlerini, düşüncelerini ve gösterilerini özgürce yapması gerektiğini savunurum. Bir başkasının özgürlük alanını işgal etmediği, şiddet ve tahrik barındırmadığı sürece de, sanatın ve eylemin yapılması gerektiğini düşünürüm. Ancak bana katılmayanlar olabilir. Ama ben söylemek zorundayım. Öncelikle sosyal medyanın bu kadar pervasız ve kontrolsüz kullanımına karşıyım. Sebebini de aktarayım. Çevremde ergenlik ve büyüme çağında çok sayında tanıdığım genç var. Sanat adı altında resmen erotizm kokan bu gösteriyi tasvip etmiyorum. Daha 20’li yaşlarında gösteri yapan Manifest sanatçılarının bu kadar, ağır bir gösteriyi yapmalarını yadırgadım. Açıkça söyleyeyim. Kimse bu gösteriyi, ergenlik dönemindeki çocuklarına izletmesin. Onlarda ciddi bir travma yaşatacağı aşikar. Hatta bunu izleyen gençlerin, ruh dünyasında nasıl bir yıkıma sebebiyet verdiğini, önümüzdeki aylarda yaşayarak göreceksiniz. Bunu bir uzman olarak söylüyorum.
ORTADA SANAT YOKTU; EROTİZM VARDI!
Bana göre, burada bir sanat yok. Kızanlar olabilir… Sahnede erotik hatta pornografik seviyede bir tür striptiz gösteri vardı. Dünya eğlence sektörü bunlarla dolu. Belli ki Türkiye’de de Manifest isimli grup bu boşluğu doldurmak için bir adım atmış olabilir. Genç sanatçıların yaptıkları tek bir şey var burada. Kadın bedeninin erkek hazzı için sömürülmesi. Bir süredir erotizm ve çıplaklık, çağdaşlık, kadın meydan okuyuşu ve modern kadın varoluşu şeklinde tanıtılmaya çalışılıyor. Tabii ki kadınlarımızın hayatın tüm alanlarında faal olsunlar. Hatta; öğretmen, hakim, savcı, şarkıcı, edebiyatçı ve film yıldızı olsunlar. Burada mesleklerinin zirvesine yükselsinler. Kadınlar, meslekleri ile icra ettikleri eserlerle ve kararlarla adından söz ettirsinler. Ama asla kimse bedeniyle ön plana çıkmasın. Bunu da sekülerizm olarak topluma dayatmasınlar. Bugün Manifest grubunun erotizm kokan gösterisini, evde ailecek izleyenlere diyecek tek bir sözüm yok! Olamaz da… Onların dünya görüşlerine de katılmıyorum ama saygı duyuyorum. Kendi tercihleri. Ancak bu gösterileri, çocuklarından kaçırmaya sakınanlar lütfen feminizm ve modernizm savunması yapmasınlar. Çok komik kaçıyorlar..
Diğer yandan, Manifest grubunun son konserinde yaşananlar, yalnızca bir müzik performansının sınırlarını aşarak, sanat-ahlak ilişkisini tartışmaya açan sembolik bir olay olarak düşünmek gerekiyor. Ne yazık ki, konser sırasında sergilenen davranışlar, kimi izleyiciler için “özgürlük” göstergesi, kimileri için ise “yozlaşma” örneği olarak dikkatle takip edildi. Bu son yaklaşım tarzı, sanatla ve sanatçı kavramını yeniden gündeme getirdi.
ÖZGÜRLÜK KÜRÜSÜNÜN DE SINIRI OLMALI
Haliyle sanatçı, sınırları zorlayan, alışılmış olanı yıkan ve yeni ifade biçimlerini arayan kişi olarak bilinir. Muhtemeldir ki, Manifest de, bu iddianın mirasçısı olarak ön plana çıkmak istemiş olabilir. Bu gösterisiyle, kendilerince kadının özgürlüğünü, feminen yaklaşımın geldiği noktayı, isyanı, özgürleşmeyi ve toplumsal zincirleri kırmayı estetik bir form içinde sahneye taşımak istemiş olabilirler. Sahnenin bir özgürlük kürsüsü olduğunu düşünerek, marjinal bir adım atmış olmaları bana güçlü bir yaklaşım geliyor. Hatta Manifest grubunun yaptığını hiçbir şekilde tasvip etmesem de, bunun, her hangi bir çevreye mesaj vermek ya da sosyal medyada gündem olmak gibi bir saikle yapılmadığını düşünüyorum. Ancak Türk toplumu bu kadar marjinal bir gösteriyi kaldıracak yeterlilikte olmadığı için, gençlerden oluşan bir müzik grubu, hem sanatlarını hem de geleceklerini maalesef ipotek altına aldılar. Onlar adına üzüldüm…
Ancak sanat icra edilirken, toplumun temel değerlerini de görmezden gelemezsiniz. Çünkü ahlak, bireyleri ve toplumu bir arada tutan görünmez bir sözleşme işlevi görür. Özellikle kalabalıkların bir araya geldiği mekânlarda, ahlaki sınırların toplumsal huzurun teminatı olduğunu görmezden gelemezsiniz. Manifest’in konserinde sergilenen aşırılıklar, sahnede ya da seyirci alanında pek çok kişi tarafından “toplumsal düzenin çiğnenmesi” olarak algılanması da doğal haliyle. Bu noktada ahlak, yalnızca bireysel bir erdem değil, toplulukların uyum içinde varlığını sürdürmesinin şartı hâline geldiğini de unutmamak gerekiyor.
MANİFEST’İN ŞOVUNA TÜRKİYE HAZIR DEĞİL!
Dün Türkiye’de bir kez daha gördük ki, toplum henüz marjinal ve erotizm kokan şovlara henüz hazır değil. Şayet bu gösterisini dünyanın başka bir ülkesinde yapmış olsalardı, belki makul ve doğal da karşılanabilirlerdi. Ancak mutaassıp ve muhafazakar bir toplumda, marjinal bir gösteri yapmanın tabii ki, bir bedeli olacaktır. Öncelikle gelebilecek eleştirileri, olgunlukla karşılayabilen sanatçıların olması gerekiyor. Henüz ergenlik seviyesindeki altı genç sanatçıyı, toplumun ortasına atmak da doğru değil. Burada iyi bir iletişimciye ihtiyaç var. Gençlerin ağzından küçük bir özür ile bu olay, kapatılabilir. Diğer yandan da, marjinal çevrelerin destek mesajlarına sığınıp, yola devam etmek de, onların sanat hayatına zarar verebilir. Benden acizane bir uzman tavsiyesi.
Bu aşamadan sonra, düşünülebilecek tek bir yaklaşım tarzı var. Esas mesele, “ahlaki yozlaşma”nın var olup olmadığını tartışmaktan ziyade, sanatın özgürleştirici gücünü toplumun ortak değerleriyle nasıl barıştırabileceğimizi sorgulamamız gerekiyor. Çünkü sanat, tek başına özgürlükle; ahlak ise tek başına düzenle var olamaz. İkisi arasındaki gerilim, aslında modern toplumun ruhunu yansıtır. Bunu başarmak da sanatçıların, evrensel hoşgörüsüyle ancak mümkün olabilir.






















