(The Turkish Post) – MERCAN BULUT
Artık sözün bittiği yerdeyiz. Bunu klişe bir söz olarak söylemiyorum. Bundan emin olunuz.
Kaç defa kendime söz verdim. Türkiye’nin iç meseleleri ile ilgili yazı yazmayacağım diye. Ancak insan ne kadar uzaklarda olsa da memleketinden kopamıyor. Çünkü vatanının her bir değeri onun için özlem ifade ediyor. Ancak kötü örnekler arttıkça, insanın ruhu daralıyor. Bunları yazmakla yazmamak arasında bir ikilemde kalıyorsunuz. Sonuçta yazmanın bir faydası olacaksa, kendinize verilen sözlerin bir anlamı da olmuyor.
Konu Türkiye’nin gündemi. Dünyanın hiçbir noktasında gündemin bu kadar saatlik bir değişime uğradığını göremezsiniz. Türkiye’de gazeteciler için konular çok. Ancak siyasi iktidarın rahatsız olmayacağı konuları yazmak koşuluyla.
Belirlenen çizgilerin dışına çıkılmadığında, ülkemin değerli entelektüel aydınları her gece bir hükümet kurup, birini alaşağı ediyor. Ülkenin en can alıcı temel sorunlarına ise kimse kalem oynatmak, fikir beyan etmek istemiyor. Bunlar gündeme gelmediği için de toplumsal sorunlar bir yumak gibi artarak devam ediyor.
ÖNCE SORUNLARI KABUL EDECEKSİNİZ
Öncelikle kim olursanız olunuz, sorunu baştan kabul etmek zorundasınız. Siz “yok” kabul ettiğiniz bir konu hakkında “var” kavramına ulaşamazsınız.
Türkiye’de en temel sorun bana göre toplumun artık bir cinnet yaşaması. Yedisinden yetmişine kadar herkes adeta islim üzerinde yaşıyor. Bir dokunduğunuzda neyle karşılaşacağını hesap edemiyorsunuz.
Örneğin, birkaç gün önce, sivil birkaç polisin bir vatandaşa yönelik mobbing’ine şahit olduk. Evet, devlet size polislik görevi vermiş olabilir. Sizin göreviniz suçluyu yakalamak, toplumun huzurunu ve güvenini sağlamak için mücadele vermek. Devletin belinize emanet olarak taktığı beylik silahını, trafikte bir maganda gibi vatandaşa doğrultamazsınız. Size yönelik bir tehdit algısı yoksa…
Bu olayda kesinlikle vatandaşın bir magandalığı ve barbarlığı söz konusu değil. Ancak sivil polislerin vatandaşa yönelik tehdit ve hakaretamiz ifadeleri ise kabul edilir değil. Bu durumu emniyet teşkilatının sorgulaması gerekiyor. Çünkü söz konusu iki sivil polisin de psikolojik sorunları var. Bu görevlilerin silahları kesinlikle geçici de olsa ellerinden alınmalı.
Trafikte kan akıtmasalar bile başka bir olayda tepki olarak silahlarını kullanmayacaklarını kimse garanti edemez. Biz uzman olarak benden uyarması. Yoksa bütün sorumluluk İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın omuzlarına yüklenir.
KONUŞAMADIĞIMIZ İÇİN, ŞİDDETE BAŞVURUYORUZ
İşte olaylar, olaylar… Al birini vur ötekine.
Polis memurları kan akıtmadılar ancak bir jandarma görevlisi baba ve oğlunu hunharca katletti. Hem de basit bir kira artış oranı yüzünden. Bu sorununun sorumlusu da soruna çözüm üretemeyenlerdir.
Bir dönem benim gördüğüm temel bir problem vardı. Özellikle de güvenlik bürokrasisinde polis ve jandarma görevlileri bellerine silahlarını taktıklarında güvenleri artıyordu. Yürüyüş kısmına girmiyorum. Bir anda masum bir kişi canavar oluyordu. Birkaç kez bunu arkadaşlarla konuştuğumda, silah taşıyan görevlilerin mutlaka bir eğitime tabii tutulması kararı çıkmıştı.
Malum emniyette mobbing ciddi bir sorun olduğu için, polis memurları da amirlerinden yedikleri azarı vatandaştan çıkarıyor. Ya da evindeki eşinden, sokaktaki tartıştığı bir bireyden. Neticesi sanki pimi çekilmiş insanlar aramızda dolaşıyor.
Ben Türkiye’deki dostlarımı sürekli uyarıyorum: “Sakın evinizden çıktıktan sonra kimseyle bir diyaloğa girmeyin” diye. Çünkü neticenin ne olduğu belli değil. Hem kamu görevlilerinde hem de vatandaşlarda yaşanan şiddet meylinin temelinde, konuşamama ve iletişim sorunları bulunuyor. İnsanlar sorunlarına sözsel çözüm üretemediği için de direk şiddete başvuruyor.
Hadi bunlar güvenlik görevlileri ile vatandaşlar arasında yaşanıyor. Ya Fenerbahçe ile Göztepe arasında oynanan maçta yaşananlara ne diyeceksiniz?
Bir takımın başkanı taraftarına sahip çıkmak için saha kenarından onların yanına gidiyor. Bu olayın doğru ya da yanlış olduğunu sorgulamak benim işim değil. Ancak Fenerbahçe Başkanı’na bir şahsın arkadan saldırıp onu yüzüstü yere sermesine ne diyelim? Yanında korumaları varken, sinsice yaklaşıp sırtına okkalı bir yumruğu yapıştırıyor.
Biz sportif faaliyetlerden bahsederken, sahalarda holiganizm yeniden hortladı. Bir de gördük ki, şüphelinin suç dosyası bayağı kabarıkmış. Gözaltı aşamaları derken, şüpheli saatler sonra yeniden aramıza salındı. Bir sonraki seferde kime zarar vereceğini hep birlikte göreceğiz.
KADIN GAZETECİYE KENDİ MAHALLESİNDEN AĞIR KÜFÜRLER
İnanır mısınız, ben bunları saymakla yoruldum. Son bir başlıkta gazeteci yazar Cemile Bayraktar’a açacağım.
Yıllar öncesinden bildiğim kadarıyla Cemile Bayraktar, siyasi iktidarla kol kola mücadele veriyordu. Hatta siyasi iktidara yakın gazetelerde köşe yazıyor, televizyon programlarında yorumculuk yapıyordu. Bununla da sınırlı değildi. Siyasilerin uçaklarındaki masada da verilmiş onlarca fotoğrafı vardı. Ne var ki Cemile Bayraktar, orman yangınları konusunda toplumsal bir duyarlılık gösterip, siyasi iktidarı eleştirdi. Muhtemelen kendisi de şaşırmıştır. Ancak ok bir kere yaydan çıkmıştı.
Cemile Bayraktar, yangınlardaki can ve mal kayıplarından dolayı duyduğu üzüntüyü makul bir seviyede aktarmıştı sadece. Ne mi oldu? Siyasi iktidara yakın sosyal medya hesapları bir anda Cemile hanıma ağza alınmayacak ağır küfürler ve tahrik edici ifadelerle saldırmaya başladı. Kendisine küfürler edenler, muhalefet partililer değildi bu kez. Bir dönem kol kola mücadele ettiği, fikir alışverişinde bulunduğu mahalle arkadaşlarıydı. Cemile Bayraktar, edilen küfürler karşısında şaşkınlığını gizleyememişti.
Ne yazık ki bunlar spesifik birkaç örnek. Toplumda ekonomik ve siyasi olarak ayrışma artıkça bu sorunları artarak göreceğiz. Çünkü bu sorunlar bumerang gibi herkesi etkisi altına alacak. Buradan hem iktidara hem de muhalefete seslenmek istiyorum: “Geç olmadan bunun önüne geçin. Yoksa hiçbiriniz huzurlu olamazsınız.”