(The Turkish Post) – TUNA CEVHER
Son yıllarda Türkiye’de yaşanan ekonomik dalgalanmalar, enflasyonun kontrol edilemez boyutlara ulaşması ve asgari ücret artışlarının yetersiz kalması, vatandaşı kira artışlarının kıskacında bırakıyor.
Bu durum, barınma hakkını bir lüks haline getirirken, alternatif konut çözümlerine yönelimi artırıyor.
Ancak bu çözümler, gerçekten bir kurtuluş mu yoksa sürekli bir belirsizlik mi sunuyor?
KİRA FİYATLARI TAVAN
Büyükşehirlerdeki kira fiyatları, enflasyon oranlarının çok üzerinde seyrediyor. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi şehirlerde 100 metrekarelik dairelerin kira bedelleri sırasıyla 25.000 TL, 18.000 TL ve 22.000 TL seviyelerine ulaşmış durumda. Bu rakamlar, asgari ücretle geçinmeye çalışan çoğu vatandaşın barınma ihtiyacını karşılayamaz hale geldiğinin çarpıcı bir göstergesi.
ASGARİ ÜCRET ARTIŞI YETİYOR MU?
Hükümetin enflasyonla mücadele etmek için asgari ücrette yaptığı artış, vatandaşın nefes almasını sağlamak yerine, kira artışlarını tetikleyen bir faktör haline geldi. Ev sahiplerinin, zam beklentisiyle kiralık ilanlarını geri çekip daha yüksek fiyatlarla yeniden ilana koyma stratejileri, piyasadaki kaosu derinleştiriyor. Özellikle düzenlemelerin eksik veya yetersiz kalması, bu durumu daha da karmaşık hale getiriyor.
PAYLAŞIMLI EVLER VE ORTAK KULLANIM ALANLARI: GEÇİCİ ÇÖZÜM MÜ?
Yüksek kiralar karşısında vatandaşların yöneldiği ortak ev kullanımı ve paylaşımlı ev modelleri, maliyetleri düşürse de, barınma hakkının özelleştirilmesine ve belirsizliklere neden oluyor. Kısa vadeli bu çözümü özellikle öğrenciler ve yeni mezunlar gibi düşük gelirli grupları tercih etse de, etkileri çalışan kesime de yansıyor. Yüksek kiralar nedeniyle çalışan bireyler de ortak dairelere ve paylaşımlı ev modellerine yöneliyor. Ancak, bu durumun yaratabileceği sosyo-ekonomik etkiler göz ardı edilmemeli. Şahsi alanın kısıtlandığı, günlük yaşam konforunun azaldığı bu modeller, uzun vadede yaşam kalitesini düşürme riskini taşıyor.
BARINMA HAKKI VE TOPLUMSAL ETKİLER
Kira artışlarının yanında, barınma hakkının giderek erozyona uğraması, toplumsal dayanışma ve sosyal adalet ilkelerini de tehdit ediyor. Toplumun dezavantajlı kesimlerinin barınma ihtiyacını karşılamakta zorlanması, sosyal ayrışmalara ve kent yoksulluğunun artışına neden olabilir. Bu durum, sosyal huzurun bozulmasına ve toplumsal gerilimlerin yükselmesine yol açabilir.
KALICI ÇÖZÜM GEREKİYOR
Hükümetin kira artışlarını sınırlayan düzenlemeleri uzatması, sadece kısa vadeli bir rahatlama sağlayabilir. Ancak, uzun vadede kira piyasasındaki dengesizliklerin düzeltilmesi için kalıcı ve yapısal reformlar gerekiyor. Özellikle, sosyal konut projelerinin artırılması ve kamu-privat ortaklıklarının desteklenmesi, vatandaşın barınma hakkını koruyacak politikaların başında gelmeli. Aksi takdirde, konut krizi toplumun en derin yaralarından biri olmaya devam edecek.