(The Turkish Post) – KEMAL ALBAYRAK
Hayatı yaşarken insan iki trajedi ile karşılaşır. Kafasında, kalbinde tasarladığı arzusunu elde edememek. Diğeri ise tasarladığını elde etmektir. Burada sınır ve ölçü olmaz ise çöküntüyü yaşar ve yaşatır.
Bir çöküşün romanında “Martin Eden’in yazarı, Jack London” bunu çok güzel anlatır. Romanın kahramanı Martin Eden eğitimsiz bir gençtir. Yoksul ve alt sınıfta yetişmiş biridir. Gemi işlerinde çalışırken bilmediği bir kişiyi boğulmaktan kurtarır. Bu kişi üst sınıftan, çok varlıklı, sınırsız güç ve servetin sınıfındandır. Statüleri çok farklı; kurtaran diplerde, kurtarılan üslerde… Boğulmaktan kurtarılan kişi, kurtarıcısı ile ilişki kurarak evine davet eder. Yakınlaşırlar, dostluklar artar. Ziyaretler farklı çevreleri yakınlaştırır. Kurtarıcı olan Martin, olağanüstü bir mekan ve servetin sahiplerinden çok etkilenir. Zamanla üst sınıftan bu aile kızına aşık olur ve evlenirler. Martin bu vesile ile sınıf atlamış olsa da burjuva yaşantının, kendinde duyduğu ezikliğin trajedisinden kurtulmak için üst sınıfa ulaşmanın hayallerini kurar. Özenti ve hırsla ünlü bir yazar olur, ancak yaşadığı ve gördüğü iki çevrenin ve statünün bunalımına girer. Üst sınıfa girmek için kendini mücadeleye verir. Zamanla hayalini kurduğu üst sınıf imkanlarına ulaşır. Mücadele eder, statü değiştirir ancak, iki farklı sınıfın yaşama düşüncesinde bocalar, denizde boğularak intihar eder. Kazanırken, kaybetme hayatına mal olur. Yaşadığı alt ve üst sınıfın, farklı yaşantılarının, statü değişikliğinin, çöküşünü yaşar. Hayat; sınanmadığın yaşantılarda masumiyeti göstermiyor.
İşte yeni yıla girerken de Erdoğan’ın ve partisinin değerlendirmesini, bu yönüyle incelemek gerekir. Kazanırken neleri kaybetti, rasyonel olarak bakılırsa her şey ortada.
Ezilenlerin, adaletsizliğe uğrayanların, yoksulların, dışlanmışların, hor görülmüşlerin temsilcileri gibi çıkarak çoğunluğun desteğini aldı ve kazandı. İktisadi, hukuki, siyasi bağımsızlık yemini etti kazandı. Çünkü insanlar, yaşadıkları dönemlere, damga vuran hareketlerin, başlangıç noktalarını tam olarak göremiyor, suretlerle aldatılabiliyor. Stefan Zweig “Dünün Dünyasında” bunu çok güzel tespit etmiş. Ufukta bir tehlike bulunduğunu anlamak için kahin olmak gerekmiyor. İnsanlar yanılabiliyor.
Hani, ‘nereden nereye diyor’ ya Erdoğan! İşte statü değişikliği gördüğümüz bu sınıf bize;
ezilmişlikten ezmeye,
fakirlikten servete,
güçsüzlükten güce,
muhaliflikten iktidara,
gariplikten saltanata,
doğu yaşantısından batı yaşantısına,
vicdan ve merhametten kin ve nefrete,
adalet isterken adaletsizliğe
nasıl gelindiğini gösterdi.
Daha neleri kaybettirdiğini bilimsel verilere, tarafsızca bakınca görülür. Bunlar güç elden gidince her yerde sorgulanır. Hatta en yakınındakiler itiraflar artar. Geçmişin hatıraları bizim siyasi tarihimizde çoktur.
Kemal Tahir, “Siyasi değişimler, halkın düzeninde değişikliğe yol açmıyor” der. Bunun gerekçesini de “Siyasi mücadele toplumsal sorunları çözmek için değil, iktidarı ve gücü ele geçirmek ve orada kalmak için yapılıyor” diye açıklardı. İşte AK Parti’nin statü değişim rotası, şahsi kazanmalara, imtiyazlı sınıflara yaradı ama milletimizin, ülkemizin, ailenin, insanlığın, adaletin, fırsat eşitliğinin, itibarın, gençliğin, sevginin, müzakerenin, iktisadi, hukuki, siyasi bağımsızlığın, ülkenin dış itibarının, demokrasinin ve daha pek çok değerlerin yok olmasına, kaybetmesine sebep oldu. Kazancı, faydayı kendi mahallelerine, tasfiyeyi diğerlerine layık gördü. ‘Servet devletten, çalmak bize düşer’ mesleği oluştu. Kirlilik dinle örtüldü. Bu işler, yeni yıla girerken daha da artacak gibi, ama bunun sonu yok. Kartvizitlerle hak yemeler arttı. Liyakat yok oldu.
İnsan sınanmadığı gücün, iktidar sınanmadığı suçun masumu değildir.
Şahsi kazanımlar, milletin ve ülkenin, insanlığın, iyi yönde kazanımlarının kaybetmesine sebep olmamalıdır. Düşünmek gerekir.
Yeni yılı kutlarken, bugünlerin ve gelecek yılların, geçen yıllardan daha iyi olmasını diliyorum.