(The Turkish Post) – KEMAL ALBAYRAK
Değerlendirmelerinde, realist bir çizgisi olan, gazeteci Sedat Bozkurt, köşe yazısında “araçsallaştırılan yargı” diye sıkıntıyı belirtirken, sadece yargı mı diye düşündüm? Rahmetli Yaşar Kemal “kanun kağıtlarda kaldı, böyle yaz” isyanı aklıma geldi.
Kafesteki aslan, besleyene muhtaçtır. Ülkede siyaset, basın, yargı, sivil örgütler, devletin kafesinde olursa ne olur? Buradan hür irade çıkar mı? Sivilleşme, önemli bir kavramdır, demokratik ülkelerde, toplumun aksayan yönlerini dile getirir, çözüm arar, yasalar çerçevesinde hak arar. Yanlışları kamuoyuna bildirir, toplumsal duyarlılığı sağlar. Sivil olan kurum ve kuruluşlar, yasaya değil, üste itaat eden, yasal olmayan emirlere uyarsa, amacından sapar, suçlara ortak olur. Demokrasi yok olur, keyfilik artar, adaletsiz bir yönetim devleti rayından çıkartır. Otoriterlik başlar.
Peki, din, devletin emrine girerse, felaketi seyredin. Hür alimler, hakikat dışı fetvaları, üst makamlar istiyor diye veremez. Devletin dini de olamaz. Adaleti olur. İbadet kurumları, iktidarın yanlışlarını, tasdik eden, siyasetin şubeleri olamaz. Bunun sıkıntılarını görmeyen var mı? Servet devletten gelir anlayışı, sorunlu sorumluların, israfları, devlet kesesinden konforları, bunların delili değil mi? Ahlak, dillerden düşmediği halde, ahlaksızlığı meslek edinenler, itaati yasalara değil de üstlerine yapanları, inancı kirli kazanç aracı, edinenleri sorgulamak gerekir. Anlamını yitiren ibadet yerleri, kin ve nefret üretmenin, kirli işlerin, siyasetin alanları haline getirildi.
Adı sivil olan, bağlılık ve servet arama, kazanç yolları merkezleri haline gelen, sivil örgütler ise padişahlık yetkileri ile yaşıyorlar. Sınırsız koltuk, kartvizit, imtiyazlılar ve ruhban sınıfı, demokrasi ve topluma fayda sağlar mı? Denetim olmayınca saltanat bırakılır mı? Ömür boyu yapışkan koltukların temsilcilerinden ülkeye, insanlığa ne fayda gelir? Özgürlükleri, adaletsizlikleri bunlar mı savunacak? Servet, devletten gelir düzeni böyle maalesef. Hanibal’ın emri ile yem borusunun ötmesini bekleyenler, hangi gerçeklerin mücadelesini yaparlar? Basın, modern hukuk devletlerinde, demokrasinin bel kemiğidir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, basının özgürlüğünü, temel bir insan hakkı olarak kabul etmekte ve bu özgürlüğü korumaktadır. Kendi çıkarlarını korumak, yalcılık yapmak hiç değildir. Elbette tarafı, adalet olan, gerçekleri, cesurca yazan basın mensuplarına saygı duyulur, onlar eli öpülecek insanlardır. Sahtekarlarla, korkaklarla oluşan basın, hakikatleri ortaya koyamaz.
Eğer ülkede açlık, yağma düzeni, vesayet, ahlaksızlık, her kötülük varsa bunların sorgulanmasını yapan basın olmalı. İnsanlarımızı isyan ettirenlerin, kirli rejimlerin, kirli düzenleriyle mücadele edenlerin, başlarına devlet gücü ile tuzaklarını görüyoruz. Karanlıktan, aydınlığa geçmek, insan olmanın görevidir. Kendi putunu yapanlar, kendi putuna tapıyorsa, hayır gelmez. İnsanın açlık, sefillik, adaletsizlik, hak ve özgürlüklerinin yok edildiği, sömürüler, sefaletler, aşağılanmalar, yoklukla çile çektiği halde, tercihte bunlara göz yumuyorsa, kirliliklere boyun eğiyorsa, önce kendini, insan olduğunu, sorgulaması gerekir. Rezillikleri mi yaşarsın, ölümü mü? Tercihi, rezillikler ise irade kaybına uğramış demektir. Bunlardan kurtulmak gerekir.
Hastalığını gizleyen ölümü hak eder. Puslu havada, çaresizlik olmaz. Bir toplumda sivil örgütlerin, yargının, basının, siyasetin, dinin, suçluları baş tacı edip, iyiliği ve ahlaklıları, cezalandıran anlayışı onaylamak, hukuk devletlerinde olmaz. Ahlaksızları, ahlaklı gibi göstermek, bir toplumun ahlakını yok eder. Yasal kurum ve kuruluşlar, ahlaksızlığı teşvik etmez, vatandaşına tuzak da kurmaz. Evcilleşmiş beyinler, protokol ve kaskolu siyasetçiler, ülkedeki olumsuzlukların, adaletsizliklerin devamını, çıkarları için düşündükleri için, kirli düzeni isterler. Her şeye üzülmek, çözümde seyirci kalmak, kötülüğe onay vermektir. İnsan dışı kadar, içinden de sorumludur. Kurtulmanın yolu tercihte, akıl, bilim, hukuk, demokrasi.