(The Turkish Post) – HÜSNÜ YUSUF TURABİÇ
Benim gibi sahada çalışmayan gazeteci yazarlar için haberlerin teyidi kolay değil. Sosyal medya birbirinden ilginç ve tuhaf haberlerle dolu. İlgimi çekenleri bir yere not ediyorum, kimisini sizinle paylaşıyorum. Öyle bir haber var yine önümde. Üzerinden biraz zaman geçti, yalanlandığını görmedim. İhtiyatı elden bırakmadan, ‘eğer haber doğruysa’ kaydı düşerek yorumlamaya çalışacağım.
Polis Akademisi, Ankara’da başkomiserlere yönelik bir çalıştay düzenlemiş. Programa emniyet teşkilatının önemli isimleri katılmış. Bir komiser mikrofonu eline almış ve Ankara İl Emniyet Müdürü Engin Dinç’e şu soruyu sormuş; ‘Sayın Müdürüm, FETÖ’den sonra başka tarikatlar geldi. Bunlar tehlikeli mi?’. Son derece cesur ve eleştirel bir soru…
Polis ve orduda bazı dini grupların örgütlendiği sır değil. Tarikat ağırlıklı örgütlenmenin doğrudan AK Parti iktidarının bir politikası olmasa bile dolaylı olarak destek ve arka çıktığı yönünde kanaatler var. En azından AK Parti’nin devlet kadrolarında dini grup odaklı örgütlenmelerden rahatsız olmadığı ortada. AK Parti ile dini oluşumlar arasında bir siyasi ilişkiden söz etmek mümkün.
Emniyet teşkilatında örgütlenen tarikatların hangileri olduğu Ankara’da herkesin bildiği bir sır. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın tarikat geçmişi ve tarikat kontenjanından bakanlık koltuğuna oturduğunu iddia edenler bile var. Ne kadar doğru bilemem. Bürokraside yükselişini Eski Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a borçlu olduğunu söyleyen çok.
Akdağ döneminde Sağlık Bakanlığı’nda üst düzey görevler üstlendi. Emniyetteki kadrolaşmayı sadece Bakan’ın tarikat ilişkisine bağlamak da doğru olmaz. Ben Bakan Yerlikaya’yı aşan boyutu olduğu düşüncesindeyim. AK Parti iktidarının politikaları kapsamında değerlendirmek daha sağlıklı olur. Bürokrasinin tarikatlar veya dini gruplar arasında paylaşıldığı iddialarını yabana atmamak lazım. Bu şartlarda bu soru ‘cesurca’ değil de nedir? Komiserin soruyu sorarken her türlü risk ve tehlikeyi göze aldığı aşikar. Rahatsızlığı ‘seküler kimliğinden’ mi geliyor, yoksa gruplar arası çekişmenin ürünü mü kestirmek zor. Komiserin sorusunu ‘genç teğmenlerin’ çıkışına benzetmek abartılı olur. Arka planında ne olursa olsun ‘sorunun’ derin bir
anlamı olduğu muhakkak.
Dinç’in cevabı çok sert. Sorudan rahatsız olmaması mümkün mü? Değil elbette. Hangi amir veya yetkili altındaki birinden böyle bir soru duymak ister? Soruyu duyduğunda da rahatsızlığını hissettirmez? Dinç gibi üst düzey emniyet yöneticilerinin pozisyonu siyasi iradenin elinde… İktidarın gölgesi altında görev yaptıkları aşikar. Bir başka parti olsa da böyle. Bu bir ülke gerçeği.
Dinç komisere şu cevabı vermiş; ‘Bu soruyu bir vatandaş sorsa anlarım. Sen nasıl böyle bir soru sorarsın! Bizim Anadolu çocukları kimsenin yatak odasına böcek atmaz, devlete ihanet etmez, başbakanın evine dinleme cihazı koymaz. Senin bu
sorunun kaynağı FETÖ’cülerin iftirasıdır…’.
Bu sözler soruya cevap değil, soruya tepkiden ibaret. En azından tarikatlar konusunda da bir şeyler söyleyebilirdi?
Ben böyle bir sorunun çalıştayın sınırları içinde normal karşılanması gerektiğini düşünüyorum. Her türlü soru sorulur, yetkililer de cevabını verir. Her sorunun verilecek bir cevabı vardır. Dinç’in cevabı cevap değil ama. Ne dese sıkıntı… Tarikatların aleyhine konuşsa ‘başı ağrır’. Lehine konuşsa Anayasa ve yasalar var. Kolayı seçmiş, soruya tepki göstererek işin içinden sıyrılmış.
Sorunun ve cevabın salonda ‘gerginliğe’ neden olmaması mümkün mü? Dinç’in üslubu bile gerginliğinden başka bir şey değil. Mesele biraz büyüse ‘genç teğmenlerin’ kılıç ve yemin krizine dönüşür. Üstelik medyanın ve kamuoyunun
ilgisini çekecek bir konu bu.
Bir vatandaş sıfatıyla biz soralım o zaman; Başta emniyet teşkilatı olmak üzere bürokraside tarikat ve dini grupların örgütlenmesi tehlikeli mi?