(The Turkish Post) – HÜSNÜ YUSUF TURABİÇ
2024’u uğurlayamadan, 2025’e giriverdik. Olaylar, gelişmeler hayat keskin çizgilerle ayrılmaz. Rakam değişir ama tarih nehri yatağında akmaya devam eder. Dün ile bugün arasında bir rakam dışında değişiklik yok. Ama bazen bir rakam değişir, her şey sil baştan olur ve değişiverir. ‘Yeni yıla nasıl girerseniz, arkası öyle gelir…’ denir. Eğer bu söz doğruysa 2025’in siyaseten 2024’ten pek farkı olmayacak.
Gazeteciler, yazarlar bazen fala bakar gibi kehanette veya öngörüde bulunur. Kimi boş atar dolu tutar, kimi dolu atar boş tutar. Türkiye gibi sürprizleri her an yaşanan bir ülkede geleceği doğru okuyabilmek pek mümkün değil. Ne falcıların söyledikleri, ne müneccimlerin kehanetleri çıkar. Hayır, ben fala bakmayacağım, kehanette de bulunmayacağım, 2024’te bakarak 2025’i okumaya çalışacağım.
Siyasi açıdan 2024 nasıl bir yıldı? Hareketli, yoğun ve sürprizlerle dolu olduğunu söylemek abartı olmaz herhalde. Yoğun gündem sağanak gibi yağdı ülkenin üzerine. Biri bitmeden diğeri başladı. Sadece gazeteciler değil, toplum haber manyağı oldu. Bu kadar yoğunluğu aslında bir bünyenin kaldırması zor. Fakat Türk halkı şerbetli… ‘Türk siyaseti için 24 saatin bile uzun olduğunu’ öğrendikten sonra kim, neden şaşırsın ki…
‘Acaba 2024 yılının siyasi olayı neydi?’ diye sorsam cevabınız ne olur? Evet… Ben, 31 Mart seçim sonuçlarını ilk sıraya yazarım. Genel Başkanı’nı değiştiren CHP yıllar sonra sandıktan ‘birinci parti’ olarak çıktı. Asıl önemli olan kazanan değil, kaybedendi. AK Parti kurulduğu günden beri her seçimi zafere dönüştürmesini bildi, 31 Mart hariç. Erdoğan neredeyse dünya siyaset tarihine ‘yenilmez lider’ olarak girecekti. 31 Mart olmasaydı. AK Parti fena yenildi.
‘Yenilmez adam’ sihri bozuldu. ‘Adam kazandı’nın yerini ‘adam kaybetti’ aldı. Oysa Erdoğan ne çok çalışmıştı. İl il dolaştı, meydan meydan miting yaptı. İstanbul ve Ankara gibi şehirlerde tek mitingle yetinmedi, ilçeleri bile turladı. Özellikle İstanbul’a çok asıldı. Ekrem İmamoğlu’na karşı iki kez kaybetmenin acısı tazeydi. ‘Sevdam’ dediği İstanbul’u geri almak istiyordu. İstanbul için bütün gücünü kullandı.
Sonuç Erdoğan için ‘felaket’ oldu. Ayağıyla giden geri dönermiş, gönlüyle giden kalpten giden bir daha geri gelmezmiş. İstanbul gönülden kopmuş Erdoğan’dan. 31 Mart bunu tescilledi. Herhalde Erdoğan için 31 Mart’ın en çok can acıtan yönü İstanbul sonuçlarıydı. İmamoğlu karşısında AK Parti adaya Murat Kurum yarışamadı bile. Sandıklar açılır açılmaz, İmamoğlu koptu gitti. AK Parti’ye çaresiz sonucu kabullenmekten başka seçenek kalmadı.
İstanbul’un kaybı sürpriz değildi, Ankara’nın da öyle… Başkentte AK Parti adayı Turgut Altınok’u yalnız bıraktı. Sanki yenilgiyi baştan kabullenmişti. Anketlerde mevcut aday Mansur Yavaş çok öndeydi, kapatılamaz mıydı? AK Parti erken havlu attı, farkın kapatılacağına inanmadı. Netice beklendiği gibi gerçekleşti. Yavaş, Altınok’u ikiye katladı. Ve yıldızını daha da parlattı. Erdoğan’ın rakibi haline geldi.
Manisa, Balıkesir gibi hatta Adıyaman gibi çok partili hayatta solun kazanamadığı yerlerde CHP adayları ipi göğüsledi. Merkez sağın kalelerinde sola kaybetmenin özel olarak araştırıp incelenmesi lazım. CHP adayları iyi olduğu için kazanmadı, AK Parti kaybetti. Emekliye verilemeyen para, dizginlenemeyen enflasyon ve hayat pahalılığı ters rüzgar estirdi. AK Parti’nin karşısında kim olsa kazanacaktı.
Erdoğan’ın seçim akşamı Düzce’yi kazanan AK Parti adayını tebrik ettiği haberlerinin medyaya yansıması 31 Mart’ın özeti gibiydi. Erdoğan, bütün kaleler düştükten sonra Düzce gibi bir küçük bir şehrin kazanılmasıyla teselli buldu. Nereden nereye? Siyaset bu, çıkmak da düşmek de mukadder. Fakat Erdoğan çok yukarıdan düştü. Haliyle hasarı fazla oldu.
AK Parti ve Erdoğan, rakibi CHP’ye değil kendisine yenildi.
Tabii CHP’nin de hakkını yememek lazım. Lider değişimi, İmamoğlu ve Yavaş gibi pırıltılı adaylar büyük iş başardı. Tek kutuplu siyaseti çift kutuplu hale getirdi. Özgür Özel liderliğindeki CHP yönetimi ne yazık ki 31 Mart zaferini kullanamadı. Erdoğan ve AK Parti karşısındaki ezik ve pasif tutumunu sürdürdü. Oysa 31 Mart üzerlerindeki ölü toprağını atmıştı. Yeniden dirilişin taşlarını döşeyecek politikalar üretmek yerine kendi dünyasına çekildi. Oysa kabuğunu kırmıştı. Özel 31 Mart’ı kazanmış bir profil sergileyemedi.
2024’ün 31 Mart sonuçları sadece yılın değil, yakın siyasi tarihin en önemli dönemeçlerinden biriydi. Her şeye, Özgür Özel’e rağmen önümüzdeki seçimleri etkileme ve yönlendirme potansiyeli bile taşıyor.
Başka siyasi olay yok mu? Olmaz olur mu? Her birini sıralamaya kalksak kitap olur. Ve fakat MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin ‘Öcalan açılımını’ unutmamak lazım. Meclis’in açıldığı gün, 1 Ekim’de Bahçeli bütün ezberleri alt üst etti. Önce DEM yöneticilerinin elini sıktı. Ardından peş peşe İmralı çıkışları yaptı. ‘Öcalan gelsin Meclis’te DEM grubunda konuşsun’ dedi. Kendi partisi, ortağı AK Parti herkes duydukları karşısında şaşkına uğradı.
Çok keskin bir dönüştü. Daha ‘DEM kapatılsın, milletvekillerinin maaşlarına el konulsun’ sözü Meclis’in duvarlarında yankılanıyordu. Bırakın DEM’i Bahçeli doğrudan İmralı’yı yani Abdullah Öcalan’ı muhatap aldı. Hem MHP hem de siyasi tarih açısından hafife alınacak bir çıkış değildi bu. Öcalan’ın Meclis’e gelmesinin önünde aşılması güç engeller var. Bahçeli ‘O zaman’ dedi, ‘DEM İmralı’ya gitsin…’. İki kişiden oluşan heyet gitti de…
Sonrasını biliyorsunuz. Bahçeli’nin başlattığı ‘Öcalan açılımı’ 2025’in en sıcak konularından biri olacağı kesin. Bir sürece dönüşür mü? Hükümetin veya devletin bir ‘eylem planına’ dönüşür mü? Yolun başındayız. İyimser olmak için sebepler olduğu gibi kötümser olmak için de işaretler var. Acaba hangisi galebe çalacak? Genel affa kadar gidecek mi? Erdoğan demokrasi açılımı yapabilecek mi?
2024’ün siyasi olayı Bahçeli’nin Öcalan çıkışı dense yeri… MHP Lideri Bahçeli’yi ‘yılın kişisi’ diye nitelemek bile mümkün. Kendisinden hiç beklenmeyen çok büyük bir dönüşüm. Eğer sonuçları olumlu olursa siyaset tarihi Bahçeli ismine parlak bir sayfa ayırmak zorunda kalır. Daha çok kavga, kriz ve erken seçim hamleleriyle anılan Bahçeli bir anda ‘barışın adamı’ haline gelebilir. Filmin sonu kötü biterse de fatura Bahçeli’ye değil ortağı Erdoğan’a çıkar. Bahçeli şu an bile elinden geleni yaptı çünkü.
2025 yılında Öcalan ve Kürt meselesinin siyasi alanda çok konuşulacağı, çok tartışılacağı aşikar. Seçim planları ve stratejilerin bu meselenin seyrine göre şekilleneceğini tahmin etmek zor değil. AK Parti ve Erdoğan’ın kaderi biraz da ‘Kürt meselesinin’ nereye evrileceğine bağlı. Erdoğan bunun farkında olduğu için temkinli ve ihtiyatlı davranıyor. Aceleci davranmıyor, ağırdan alıyor, her riski hesaba katıyor. Fakat artık sürecin bir parçası… Bir tuzak olabilir mi? Bu soruyu yabana attığı kanaatinde değilim.
Erken seçim 2025’te konuşulur fakat söz, eyleme dönüşmez. Eğer büyük sürprizler yaşanmazsa… Sandığın anahtarı Erdoğan ve Bahçeli’nin elinde… Erdoğan ekonomik rahatlamanın vatandaşa yansımasını bekleyecektir. Yoksa 31 Mart’tan daha ağır yenilgiyle karşılaşır. Bahçeli ise şekil a’da görüldüğü gibi ‘sürprizlerin adamı…’ Ne yapacağı hiç belli olmaz. İlk günden bakıldığında ufukta ‘erken seçim’ göründüğünü söylemek zor. İhtimaldir elbette ama düşük, pek yüksek değil.
2025’in, siyasi açıdan 2024’ü aratmayacağı yoğun ve hareketli geçeceğini öngördüğümü söyleyebilirim. Yeni Suriye, Kürt meselesi, Trump yönetimiyle ilişkiler yeni yılın en sıcak ve hararetli konuları. Her biri Erdoğan’ı zorlayacak ve terletecek. Yeni yılda ekilen seçimde biçilecek. 2025 sonrası seçim…