(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
‘Bir Hikayem Var’ kitabı çıkalı aylar oldu. Elime aldığımda dumanı üstünde tütüyordu. İlk sayfayı okuyunca elinizden bırakmanız mümkün değil. Öylesine akıcı ve sürükleyici ki… Su gibi aktı gitti. Nasıl son sayfaya geldiğimi anlayamadım. Kitabın üslup ve içeriği harikaydı. Bu bir kişinin hikayesi değildi. Bir Türkiye hikayesiydi.
Şahin Alpay’ın kitabından söz ediyorum. Alpay’ın yazdıkları özellikle sol kesimde geniş yankı buldu. Hakkında onlarca yazı kaleme alındı. Kimi tartışmaları da doğurmadı değil. Alpay’a itiraz edenler, eleştirenler de çıktı. Gayet doğal bu. Hasan Cemal’in kulakları çınlasın ve ‘Kimse kızmasın Alpay kendi hikayesini yazdı…’. Site yazarı Mümtaz’er Türköne ortak paydada buluştukları ‘Mülkiyeli ruhuna’ vurgu yaptı.
HİKAYENİN SONUNUN İLGİNÇ OLACAĞI, İLK KİTAPTAN BELLİ
Hayır, ben yazmakta gecikmedim. Bilerek bekledim… Hatta yazıp yazmama konusunda tereddüde düşmedim de değil. İkinci cildin ‘değerini düşürmesinden’ çekindim açıkçası. Hikayenin sonunun çok daha ilginç ve renkli olacağı ilk kitaptan belli. En az onun kadar konuşulacak ve tartışılacak. Yakın dönemi Şahin Alpay’ın gözüyle okumayı kim istemez? Özellikle de Silivri anılarının arasında dolaşmayı…
Kaderin cilvesi gençlik yıllarında hapishaneye girmemek için köşe bucak kaçan Şahin Alpay, 15 Temmuz darbe girişiminin kaos ortamında o çok korktuğu ‘hapishane hücresiyle’ tanışmak zorunda kaldı. İlerlemiş yaşı ve sağlık sorunlarına rağmen yaklaşık 2 yıl demir parmaklıkların ardında yaşadı. Anılarının ikinci bölümünde okuyucu ‘hapishane günlerini’ okuma fırsatını bulacak. Ben bugünden heyecanlanıyorum.
Şahin Alpay hikayesini ‘ailesinden’ başlıyor anlatmaya… Alpay, suyun öte yakasında kalmış Girit’li göçmen bir ailenin çocuğu… Çocukluk yıllarını bu kadar ayrıntılı dile getirmesi olağanüstü bir zeka hafıza gerektirir. Sadece Alpay ailesinin serencamını değil, bir devri ve bir şehrin öyküsünü de buluyoruz kitabın satırlarında. Mübadelelere sahne olan Ayvalık’ın topoğrafyasındaki değişimi görüyorsunuz.
HER SATIRINDA ‘FATMA’ VAR
Hemen her satırda ‘Fatma’sı’ var. Kitapta Trabzon kökenli Kaptan ailesinin öyküsü de yer alıyor. Fatma’nın ailesi yani. Ayvalık’a nasıl geldiklerini, nasıl tutunduklarını ve Cumhuriyetle başlayan dönüşümü öğreniyoruz. Daha kitabın önsüzünde ‘Fatma benim özel, kamusal ve gizli tüm hayatlarımın başkahramanıydı. Her üç hayatımda da en büyük rol hep ona ait oldu…’ satırlarını okursunuz.
Alpay’ın Fatma ile evliliği 55 yıl sürer. Sadece ‘5 yıl’ ayrı düşerler. Filistin ve İsveç yılları ile Silivri mahpusluğu yani. Kitabın adını ‘Fatma’yla hayatım’ koymayı bile düşünür. Sonra vazgeçer; ‘Fakat ne kadar çok şeyi paylaşsak da bu benim hayatım…’. Ve bir gün.. Silivri tahliyesinden 6 ay sonra… Fatma beyin kanaması sonucu vefat eder. Alpay ‘Kalan yıllarımızı sadece birbirimizi düşünerek yaşayacağımıza karar vermiştik. Nasip değilmiş…’ diye yazar.
BAŞTAN SONA OKUNMAYA DEĞER BİR HAYAT
Şahin Alpay’ın hayatı baştan sona okunmaya değer bir hayat… ‘Yazılmaya değer bir hayat yaşadığıma inanıyorum…’ cümlesi ona ait. Yazılmaya değer bir hayat okunmaz mı hiç? Filmi yapılsa izlenir, dizisi çekilse bestseller olur. Büyük bir edebiyatçının elinden çıkmış kült bir romandan farkı yok. Gerçek bir roman… Ne olaylar kurgu, ne de kahramanları… Satırlara düşen yaşamların her biri yüzde yüz gerçek.
Alpay 68 Kuşağı’ndan… Bana hayli uzak, hem dönem hem de siyasi olarak… Fakat okuduklarım karşısında bu kuşağa ‘büyük hayranlık’ duydum. Yaşına başına bakmadan, eşe dosta aldırmadan ‘Dünyayı değiştirmek’ gibi hedefe kilitlenmeyi bugün anlayabilmek mümkün değil. ‘Devrim’ 68 kuşağının sihirli kelimesi. Şahin Alpay da kendini devrime adar. Hem de Fatma’sını bile geride bırakmayı göze alacak kadar…
DOĞU PERİNÇEK’İN TALİMATLARI
Doğu Perinçek’ten MDD’ye kadar solun her fraksiyonunda bulunur. Özeleştiriden de kaçınmaz. Devrimci solun Filistin ilgisi efsanedir. Bunun siyasi ve ideoloji ağırlıklı olduğunu düşünürdüm. Hiç de öyle değilmiş. ‘Bir gün…’ der Şahin Alpay ‘Halil Berktay çıkageldi. Yıllardır birbirini tanıyan iki dost değil de ast-üst ilişkisi içindeki iki parti üyesi tavrıyla bana TİİKP’nin yani Doğu Perinçek’in talimatlarını tebliğ etti. Filistin Direniş Hareketi’ne katılacak, orada silahlı eğitim görecektim. Cengiz Çandar’la birlikte gidecektik…’. Ve giderler. Ne yolculuk… Önce Güneydoğu, adından Suriye ve Filistin… Kamplarda geçen aylar, yıllar…
PERİNÇEK NEDEN GÖNDERDİ?
Yıllar sonra Gün Zileli, Doğu Perinçek’e sorar; ‘Niye onları Filistin’e gönderdin…’ diye. Perinçek’in cevabını Şahin ancak 2023 yılında öğrenebilir; ‘Zaten bize ayak bağı olacaklardı. Gevşek unsurları ileride başımıza bela olurlar diye Filistin’e gönderdik. Gitsinler orada ne yaparlarsa yapsınlar…’. Buna rağmen Alpay, Perinçek’in aleyhinde pek konuşmaz. Bunun karşılığını, 2008 yılında Doğu Perinçek’in yazdığı yazıda kendisinden bahsederken ‘Seviyeli Dönek’ diye söz etmesiyle alır.
Filistin gerilla kamplarında ölümle kol kola yaşadığı ayların ardından bir grup arkadaşıyla Türkiye’ye dönmeye karar verir. Ve Doğu Perinçek’le yollarını ayırmaya da… 12 Mart Muhtırası her şeyi alt üst etmiş, ülkede sola karşı ‘cadı avının’ başladığı yıllardır. Siyasi iklim sol örgütlere katılmış birinin normal yaşamını sürdürmesine olanak tanımaz. Şahin Alpay’ın ‘mecburi istikamet’i Avrupa olur. Pasaport temini ve kaçış filmleri aratmayacak türden. Otobüs Bulgaristan sınırına girdiğinde Alpay’ın içi içine sığmaz; ‘Sevinçten resmen göbek attım… İçimden ‘Elveda Doğu Perinçek elveda Mihri Belli…’ diye bağırdığımı hatırlıyorum. Türkiye’den kaçmayı başarmam bir mucizeydi. Her zaman Allah’ın şanslı kulu olduğuma inandım. Nice badireleri atlatmamı ancak bununla açıklayabilirim…’.
‘Allah’ın şanslı kulu’ olduğuna inandı ama Alpay’ın dinle ilişkisi sağlıklı olmadı. Hiçbir zaman kendisini ‘dindar’ biri olarak tanımlamadı. İçine doğduğu İslam din ve kültüründen kopukluğundan zaman zaman yakındı. Ama daha ileri gitmedi. Şu satırlar kitaptan; ‘Hayatın belirsizlikleri, çekilen acılar ve yoksunluklar karşısında insanlar inanmak ihtiyacını duyuyordu. Kendi bireysel tecrübelerim de bunu teyit ediyordu. En sıkıntılı ve en zora düştüğüm günlerde kendi dilimde dua etme ve Tanrı’ya beni kurtarması için yalvarma ihtiyacını duymuştum. Dünyada gerileyen dini inançlar değil, dinsel kurumların etkinliğiydi. İnançlarımı artık ateizmle değil deizmle tanımlıyordum. Bu satırları yazarken artık kendimi deist olarak tanımlamakta da güçlük çekiyor, daha çok agnostik, kuşkucu olarak görüyorum…’.
Kitabın beni vuran bir tarafı da Alpay’ın içtenliği… Kusurlarını, hatalarını bile söylemekten çekinmemesi. Din konusundaki çelişkili tutumunu ifade etmesi. Hemen her sayfasında samimi ve içten bir dil ve anlatım söz konusu. İki yüzlülüğün, riyanın pirim yaptığı günümüzde Alpay’ın iflah olmaz bir samimiyet insanı olduğunu satırlara dökmesi görmezden gelinemez, hakkını teslim etmek lazım.
Alpay’ın Deniz Baykal’a ‘danışmanlık’ yaptığı Ankara yılları da okunmaya değer. Hem siyasetin iç yüzünü anlamak, hem de solun içler acısı haline görmek için… Alpay gibi samimi birinin siyasetin mekanlarında tutunabilmesi mümkün değil. İyi niyetle çalışır, raporlar hazırlar, yeni politikalar üretmek adına önerilerde bulunur, fakat nafile… Hiçbir sonuç alamaz. Ankara’da ilk gününde o dönem CHP’nin Genel Sekreteri Ertuğrul Günay’ı ziyaret eder; ‘Beni çok iyi karşıladı. ‘Geldiğinize çok sevindim’ dedi. ‘İnşallah pişman olmazsınız’ diye eklemesi dikkat çekiciydi. Ankara’nın havasına 8 ay ancak dayanabilir. Yaşadığı döneme tanıklığı ilginç bilgi, belge ve dökümanla dolu. Keşke bunları daha önce yazsaydı.
Şahin Alpay, Fatma’sını toprağa verdiği gün Çamlık’taki evin terasında acısını paylaşmaya gelen dostlarıyla dertleşirken ‘Türkiye’nin bu hale geleceğini öngörebilmiş olsaydım, hayatımı başka türlü yaşardım’ demiş. Nuri Çolakoğlu itiraz etmiş ve ‘Niye öyle diyorsun yaaa… Anılarını yazıyorsun. Bitirdiğinde kitaba bakıp ‘Ne hayat yaşamışım bee…’ diyeceksin’ diye cevap vermiş.
Gerçekten Şahin Alpay ne hayat yaşamış beee… Okuyun siz de görün… Ayvalık’ın sokaklarında dolaşın, Kaptanlar’ın Fatma’sının güzelliğini hissedin, Filistin kamplarında böcek sesleri arasında gecenin ayazında titreyin, Avrupa yollarında yeni hayata yelken açarken ‘Elveda Perinçek…’ diye bağırın…






















