(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Ey okur! Ferdi Tayfur yazısının uzunluğundan şikayetçi olduğunu biliyorum. Bana bile okurken bir ‘bitmez yazı’ gibi geldi. Ah keşke ‘zaman ve takvim üzerine’ yazdığım giriş bölümünü uzun tutmasaydım. Pişman oldum. Kendimi sınırlamalıyım, ayağımı gazdan çekip, biraz sert de olsa frene de basmalıyım. Ben ‘geri vitesi’ olmayanlardan değilim.
Bugün yine dertleşme niyetindeyim. 2024’ü uzun uzun değerlendirdik, 2025 üzerine kısa da olsa konuştuk. Araya ‘Ferdi Tayfur’ girdi. Masamın üzerinde yığınla kitap var… Her biri ‘beni yaz!’ diye mahzun mahzun bakıyor bana… ‘Kokular Kitabını’ ne çok geciktirdim. İlk yazacağım yazılardan biriydi oysa. Ya şu ‘Ikıgai’ye ne demeli? Yaşlılık üzerine ne çok malzeme biriktirdim.
Anıları yazan Şahin Alpay’ın neredeyse ikinci cildi çıkacak, fakat daha ilkini yazamadım. Masanın baş köşesinde boynunu bükmüş duruyor. Ey okur! Özellikle tematik kitap yazılarını beğendiğinin farkındayım. Biraz daha sabır isteyeceğim, yazarınız maalesef ‘sıcak gündemden’ kendini kurtaramıyor. Kitap yazıları mecburen öteleniyor. Onların da zamanı gelecek.
Bugün ‘zaman ve takvim’ yazısının devamı olsun istiyorum; ‘aylar, haftanın günleri ve kelimeler’ üzerine konuşalım ne dersiniz? Şimdi Google’a sorup her kelimenin anlamını ve kökeni öğrenmek kolay. Eskiden kalem ve kelam ehlinin masasında devasa boyutlarda bir lugat bulunurdu. Ben Google’dan öğrenebileceğiniz bilgileri niye yazıyorum? Kendi yorumlarımı da ekleyeceğim… Ayrıca derli toplu okuma ve bilgilenme imkanı bulacaksınız.
KELİMELERE TAKINTILI…
Google ben de müracaat ettim elbette… Ama dün akşamdan beri Sevan Nişanyan’ın karıştırmadığım kitabı kalmadı. Kelimebaz’dan, Sözlerin Soyağacı’na kadar… ‘Elifin Öküzü’ne bile baktım. Tuncay Akkoyun’un ‘Mertek Değil Elif…’ kitabına da göz gezdirdim. ‘İlginç bilgi ve veriye ulaşabilir miyim acaba?’ diye. Peki bulabildim mi? Biraz sonra göreceksiniz. Cevabını ben değil siz vereceksiniz.
Kelimelere hastalık derecesinde ‘müptela’, takıntılı biri olduğumu daha önce yazmıştım, ‘dikkatli okurun’ gözünden kaçmamıştır sanırım. Nerede ilginç bir kelime duysam hemen etimolojisine bakarım. Sadece anlamını değil kökenini araştırırım. Birkaç gün önce bir dost sohbeti sırasında ‘berduş’ kelimesi geçiverdi. Farsça kökenli olduğunu tahmin etmek zor değildi, anlamı da herkes tarafından biliniyordu. Ya kökeni?
Farsça birçok sözcük gibi iki kelimeden mürekkep. Ber ve duş…. Duş’u biliyorsunuz. ‘Döş’ diye Türkçeye girdim. Omuz, göğüs demek. Eskiler ‘Döşümde ağrı var’ derdi. Yeni kuşağın unuttuğu kelimelerden biri. ‘Evi omuzunda’ anlamına geliyor. Evsiz, barksız dolaşan kişi yani… Kelime çok derin ve anlamlı geldi bana. ‘Evi omuzunda’ olan kişi ‘dünyayı önemsemeyen’ manasına da gelir. Fakat kullanımı daha çok olumsuz yönüyle ağızlarda…
Berduşu bırakalım geçelim aylara, haftanın günlerine… ‘Yıl’dan başlayalım… Eskiden ‘sene’ kelimesinin hakimiyeti vardı. Çok daha fazla kullanılırdı. Fıkralarda, eski hikayelerde hep ‘sene’ geçerdi. ‘Sene’nin Arapça kökenli olduğunu bilmek için sözlüğe gerek yok. Yine de Nişanyan’a müracaat edelim; Arapçaya, İbraniceden ve Aramiceden geçmiş; tekrarlama, dönme… anlamı varmış.
YIL VE SENE
Yıl kelimesini Anadolu’ya Orta Asya’dan getirmişiz. Kökeni Moğolca… ‘Yıl’ın ‘senenin pabucunu’ bütün bütün dama attığı da söylenemez. ‘Sene’siz bir anlatım mümkün değil. Yıl her ne kadar tahtına kurulsa da ‘sene’ kelimesini hayattan silmek o kadar kolay değil. Yılbaşını kutladık, yeni yıla girdik, Nazım’ın ‘Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene…’ çıkıverdi karşımıza. ‘Yıl’a sözümüz yok ama ‘senesiz’ de olmaz birader.
Zaman ve vakit kelimeleri de Arapça kökenli… Sözlüğü kökenini öğrenmek için araştırmadım, ‘Acaba iki kelime arasında bir fark var mı?’ diye merak ettim. Arapça çok zengin bir dil aynı anlamı farklı kelimelerle ifade etmek mümkün. Zaman ve vakit de olduğu gibi. Zaman ‘kısa veya uzun vakit, az ya da çok süren bölünebilir müddet’ demekmiş. 6 ayı geçmeyen süre için kullanılırmış… ‘İki-altı ay arasındaki bir müddeti kapsadığını’ öğrendim.
Peki vakit…? Anadolu’da ‘vakit’ tasavvufta sık dile gelmiş. ‘Vaktin çocuğu’ kavramı vardır sözgelimi; geçmiş ve gelecek kaygısından kurtulan ve yalnızca bugünü değerlendirmekle meşgul olan… ‘Ebu’l – Vakt’, vaktin babası yani; tam zamanların endişesinden, kaygısından tamamen kurtulan kişi… Peki ‘zaman’dan farkı… Tatmin edici bilgiye ulaşamadım.
Fiyakalı birkaç cümleye rastladım, birini başlığa koydum; ‘Zamanın değeri bilinmez ama vakit nakittir…’. Biliyorum sorunun cevabı bu değil. Zamanın kıymeti bilinmez ama o zaman kıymetini daha sonra bildirir. Zamana direnilmez. Şu alemde zamana yenilmeyen var mıdır? Ara ki bulasın… Varsın vakit nakit olsun… Ben zamandan yanayım. Önünde sonunda ne kadar güçlü olursan ol zamana yenilirsin…
Yine çok dolaştırdık lafı, yazı uzayacak, endişem ona. ‘Hafta’ kelimesi saltanatını sürdürüyor. Yerine yenisi konamadı. Dili sadeleştirmek isteyenler bile aciz kaldı. ‘Hafta’ kelimesi Farsça. Biz her ne kadar kalın ‘ha’ ile okusak da ‘he’ ile yazılır. ‘Yedili şey, yedi gün’ anlamına geliyor. Ki tam da bu yönüyle Türkçede yer edinmiş. 7 günlük süreye bir hafta diyoruz. Neden ‘7 gün’ derseniz takvimlere gireriz, konuyu çok dağıtırız. Bir ara takvimleri de konuşalım.
30 günlük süre için kullanılan ‘ay’ kelimesi Orta Asya kökenli… Türkçe bir kelime. Gökteki ay ile aynı. Arasında bir ilişki var mı? 30 günlük süreyle gök cismi olan ay arasında ne gibi irtibat kurulabilir? Miladi takvim, ‘ay’ değil, ‘güneş’ merkezli. Hicri takvimin odağında ‘ay’ var. Bu konuda fazla bilgiye ulaşamadım. Ne Arapçadan ne de Farsçadan almışız. ‘Şehr’ Arapça ay, ‘Mah’ ise Farsça… ‘Mahya’ kelimesi Ramazan ayına mahsus anlamında…
Yazının başında bir ayağım ‘frende olacak’ demiştim ama yapamadım, yine dallanıp budaklandım… Ocak ayına ancak gelebildik… Belli ki bir ‘devam yazısı’ kaçınılmaz. Ben filmlerde bile ‘devamı’ sevmem, ‘Baba’ hariç, ikinci, üçüncüyü izlemem. Yazıda sevimli durmayacağını biliyorum ama başka çarem yok, şartlar öyle gerektirdi. Diyeceksiniz ki niye? ‘İşte öyle…’
OCAK DERKEN…
Yılın ilk ayı ‘ocak’ Türkçe bir kelime… Herkesin bildiği anlamları var. Fırın, ateş… Eskiden evlerde ocaklık olur, her haneden duman tüterdi. Eve, haneye bile adını verdi. Fakat o kadar basit değil. Kelimenin arkeolojisine girdiğimizde karşımıza başka ufuklar da açılıyor; ‘Ocak’ sözcüğünün tarihini Divan-ı Lugati’t Türk‘e, yani 1073’e kadar takip etmek mümkün. Bu sözlükte ‘oçak’ sözcüğü, Arapçadaki ‘kanun’ kelimesinin karşılığı olarak verilmekte. Arapça’da ‘aralık ayı’ ‘kanun-u evvel’ olarak da bilinir… Aralık, “Ocak’tan önce” anlamına gelmekte…
‘Kanun-u evvel’, ‘kanunu sani’ gibi Arapça ay isimleri 1945 yılında çıkarılan bir kanunla kaldırıldı. Ocak daha yüzyılı bile devirmedi. Üstad Nişanyan diyor ki ‘ocak’ sözcüğü ile ‘kanun’ kelimesi arasında ilişki var. Nasıl yani? O zaman Türkçe kökenli olmaz. Evet, bilim böyle tartışma, karşı görüş olmadan gelişmez. Hele dil konusu her zaman sıcak ve hararetli tartışmalara sahne olmuştur. Aramice ‘kanun’ mangal ve sözlük demekmiş. ‘Kaf’ değil ‘kef’ ile… Arapça’ya ‘soba’ olarak geçmiş. Kültür ve medeniyetler birbirinden beslenir. Burada basit ve ilkel duygularla üstünlük taslamak yerine gerçeği ortaya çıkarmak için çaba sarfetmek gerekir.
Türkçede sadece ay ve ateşle sınırlı değil ‘ocak’ kelimesinin kullanımı çok zengin. Asker ocağı… Yeniçeri ocağı… Baba ocağı… Bir yanda ateş, diğer yanda ay… Artık dumanı tütmese de her hane bir ocak. İşler bozulunca ocaklara özen ve itina ile incir ağacı dikenler bile çıktı. Ben de daha fazla sabrınızı zorlamayayım. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere…