(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Ey okur! Bir önceki yazıda dikkat çektiğim kelime kökenleri ve zamana ismini veren sözcükler dikkatini çekti mi acaba? Öğrenebilseydim eğer, bilgisayarın başına ona göre otururdum. Bu bir devam yazısı. Giden ve gelen yıl üzerine konuşmak, bizi aylara, günlere götürdü. Ve de kelimelerin kökenlerine… Hastalık derecesinde etimolojiye takıntılı bir yazarınız var; kulağına her değen ilginç kelimenin arkeolojisine bakmayı alışkanlık haline getirmiş…
Yürürlükten kalkan bir kelime ile başlayalım mı? 50 yaşın üzerinde olanlar bilir, şimdi söyleyeceklerimden eski bir dostu hatırlar gibi hoşnut da kalabilirler. Benim çocukluk yıllarımda yaşlılar ‘Tevellüdün kaç oğlum?’ diye sorarlardı. Eğer ‘doğumun…’ diye açıklık getiremezlerse cevabını zor alırlardı. Artık böyle bir kelime yok. Oysa ne zengin ve bereketli bir sözcüktür ‘tevellüd’…
Kökeni Arapça’dır. Türkçe’de bir çok kelimeye ‘analık’ etmiş bir sözcüktür. ‘Velet…’ mesela… ‘Doğan şey’ anlamına gelir. Çocuk yani. Evlat çoğulu… Valide yine aynı sözcükten türeme. Mevlüt de öyle… ‘Doğum’ demek. Tevellüd ayrı bir kalıp… Milat farklı mı? Değil, aynı kelimenin değişik kalıpları… Türkçe’de pek yaygın olmayan ‘Velid’ de aynı kökenden… Peki ‘Velut’u duydunuz mu? Sanki hala yaşıyor, ‘milat’ gibi… ‘Doğurgan’ gibi bir anlama sahip. Çok velut bir yazar veya sanatçı dendiğinde eserinin çokluğunu anlarız.
TEKAUDE AYRILMAK
Bir kelime daha düştü aklıma… Daha doğrusu ‘tevellüd’ sözcüğü çağrıştırdı. Ben ‘tekaude’ ayrılalı epey zaman oldu. Yine eskilerden, 50 yıl öncesinden bir kelime… Yaşlılar ‘tekaude ayrıldım’ derdi. Bilen bilir bilmeyen, kafa sallardı. O zamanlar google yok, bilgisayar yok, cep telefonu yok… Ya cahilliğini ifşa edeceksin ya da bilmiş gibi yapacaksın. ‘Emeklilik’ demek… ‘Kaide’ kelimesinden türeme… Çalışmayı bırakan ne yapar evde oturur. İşten tekaude ayrılabilirsiniz ama hayattan asla… Tekaüd yeni yaşamın da başlangıcıdır.
Bir kelime daha var, Türkçe’de halen kullanılan, biraz edebe mugayir. Onu da artık siz buluverin bir zahmet…
Size tevellüdünüzü soran, tekaüde ayrılmış birine, doğum tarihini sorarsanız alacağınız cevabı anlamakta zorlanırdınız. 1300’lü bir rakam söylerdi çünkü. Hicri değil, Rumi takvim bu. 1926’ya kadar kullanıldı. Eski mezar taşlarındaki doğum ve ölüm tarihini gösteren rakamlar, Rumi takvime aittir. Gregoryen takvimi de denir. İlginçtir, Efendimizin Hicretini ‘başlangıç’ olarak alır. Fakat döngüsü ay değil, güneştir. Bu takvim artık hükmünü yitirdi, ömrünü tamamladı, sadece mezar taşlarında yaşıyor.
Evet, nerede kalmıştık? Yıl, sene ve hafta kelimelerini konuşmuş, ‘Ocak’ta hem üşümüş, hem de çayı demlemiştik. Ve gelmiştik, ‘Şubat’a’… Ayların en kısasına… 28 gün, 4 yılda bir 29’a tamamlar. Bu iki hallilik sadece Şubat’a aittir. Ayrıcalıklı ve özel bir ay… Kökeni Süryanice ve İbranice’ye dayanır; ‘Şabat’ kelimesinden türeme… ‘Şabat’ duymuş olmalısınız? Yahudiler ve Şabat sık sık birlikte geçer.
Şabat, ‘dinlenme ve iş bırakma’ demek… Yahudilik’te ‘ibadet ve tatil günü’ demektir. Gregoryen takvimde ‘cumartesi’ gününe denk gelir. Bir tarım toplumu olan Anadolu Süryanileri, iklimin ve havanın etkisiyle topraktan uzak kaldıkları Şubat’a ‘dinlenme’ demiş. Kışın bitmesini beklemekten başka çareleri var mıydı? Yine eskiye, çocukluğuma gideceğim, bizim zamanımızda yarı yıl tatilinin adı ‘Şubat tatili’ idi. Şubat ayı öğrenciler için de ‘dinleme zamanıydı’. Kelimenin ruhuna ve kökenine son derece uygun.
Fazla mı derinlere girdik? Pek sanmıyorum. Şubat ayındaki ‘sevgililer gününü’ bile pas geçtim. Ayrıca yazarınız bir şubat çocuğu… Bu soğuk ayda dünyaya gözlerini açmış. Ondan mıdır, bilmiyorum soğukla arası pek iyi… Yağmurda, kar tanelerinin kelebekler gibi uçuştuğu dondurucu havada yürümeye bayılır. Soğuğu sıcaktan daha çok sever. Hayır, soğuk biri değildir, tanıyanlar bilir.
Mart ayını ‘Latince’den almışız. O bildiğimiz ‘Mars’tan geliyor. Latinler ‘Mars’ın ayı’ demiş. Mars kim mi? Roma ‘Savaş Tanrısı’ diyeyim ama siz onu ‘kralı’ olarak anlayın. Öyle bir efsane ki Roma sınırlarını çoktan aşmış. Ve bir çok dile geçmiş; Almanca’da ‘März, Fransızca’da ‘Mars’, İspanyolca’da ‘Marzo’ ve Hollandaca’da ‘Maart’… Mart deyince kaçımız Roma’nın bilmem neyini anlar? Ayrıca anlaması da gerekiyor mu? Bilmek tabii ki iyidir. ‘Hiç bilenlerler bilmeyenler bir olur mu?’ Olmaz tabii.
BEN ÇOK YÜRÜDÜM, ŞEMSİYESİZ…
Geldik ayların en zalimine… Ayların ne günahı var diyebilirsiniz. Doğru, T. S. Eliot’un bir mısrasını da anmamak olur mu? Şair ‘Nisandır, en zalimi ayların / Doğurtup leylakları ölü topraktan / Yoğurup anılarla istekleri / Can verir ölgün köklere, bahar yağmuruyla…’. Nisan bahardır. Tabiatın yeniden uyanışıdır. Hayattır yani. Hele, kırk ikindi sonrası yağan Nisan Yağmurları… Bir damlası inci tanesine eştir. Kim Nisan yağmurlarında ıslanmak istemez ki… Ferdi Tayfur’un ‘Nisan Yağmuru’ şarkısınının eşliğinde… Ben çok yürüdüm, şemsiyesiz…
Latincesi ‘Aprilis’dir. İngilizce’ye ‘April’ olarak geçmiş… İlginçtir, Anadolu’da Nisan ayına ‘april veya abril’ diyen bölgeler var. Köken anlamı ‘açmak’mış. Çiçeklerin açmasından mülhem. Biraz daha derine inersek Afrodit’e kadar gideriz. Venüs’e yani. Nisan kelimesi ise bize Süryanice, Farsça’dan geliyor. Farsça, Nisan, Süryanice Nisanna, Sümerce ise Nisag’den türeme…. Anlamı Akatça ve Sümercede ‘ilk meyve’, ‘taze mahsül’, ‘turfanda’ gibi manaları var. Şubat’ta doğdum ama Nisan’ı de pek sevdim. Çiçek gibi ben de açtım.
Biraz hızlanalım mı? Yine tarihin derinliklerinden Roma’dan gelen bir sözcük. ‘Yağmur Tanrıçası / Kraliçesi’ Maia’dan türemiş. ‘Taze, yaş sığır gübresi’ anlamına geliyor. Ne alaka? Yine tabiat, doğa, gübre… Üstad Nişanyan ‘Kelimebaz’da, bu kelimeye tam bir sayfa ayırmış. Daha ayrıntılı bilgi için oraya bakılabilir. ‘Haziran’ kelimesi de Süryanice kökenli… Sıcak anlamına geliyor. Anadolu’da sıcakların başladığı ay… Yazın ayak sesleri duyulur. Bir de zor olsa da ‘Haziran’da ölmek’ var.
Hasan Hüseyin ne güzel yazmış; ‘Yıllar var ki ter içinde / Taşıdım ben bu yükü / Bıraktım acının alkışlarına / 3 Haziran 63’ü / Bir kırmızı gül dalı / Şimdi uzakta / Bir kırmızı gül dalı iğilmiş üzerine / Yatıyor oralarda / Bir eski gömütlükte / Yatıyor usta / Uy anam anam / Haziranda ölmek zor…’. Kimin öldüğünü sormayacaksınız değil mi? Sadece Nazım Hikmet mi Haziran’da ölen? Değil elbette… Daha önce bu konuda yazdığım yazıya bakmanızı isteyeceğim. Bir zahmet…
Temmuz sıcağın ayı… Orta Asya Türkçesinde ‘çok sıcak ve cehenneme’ ‘tamu-z’ denir. Tamu sözcüğü sık sık bulmacalarda ‘cehennem’ olarak karşımıza çıkar. Babil ve Asur efsanelerine kadar iz sürmek mümkün. Kelime deyip geçmeyin derken kastettiğim bu. ‘Tammūz’ bir Babil ve Asur Tanrısı… Siz yine Kralı anlayın. Her bir sözcük tarihin içinden süzülerek geliyor. Kimi anlamını aynen korurken kiminde değişimler yaşanıyor. Zamanın değiştiremediği ne var ki…
Aylar bitmedi, günler başlamadı ama bana ayrılan süre doldu. Bu sayfalar her ne kadar dijital ortamda yer almış da olsa sınırsız, hudutsuz değil, bir yerde nokta koymak gerekiyor. En çok şikayeti ‘uzun yazılardan’ aldım. ‘Bitmeyen yazılar yazıyorsun’ diyenler bile çıktı. Eleştiriye kulak vermeliyim. Günümüz insanının acelesi var. Her şeyi çabuk çabuk tüketmek istiyor. Yazıların uzunluğundan şikayet var da, nedense Türk dizilerinin ‘lastik gibi uzayan ve bayan’ 3 saatlik bölümlerinden şikayet yok. Hayır, bu bir sitem değil. Tespit sadece.
Günlere varamadan bu faslı bitiriyorum. Vakti saati gelmediği sürece devamı yok. Oysa günleri anlatmayı ne çok isterdim. Kelime dağarcığınıza bir nebze katkım olduysa yazı hedefine ulaşmış demektir. Kalın sağlıcakla…