(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Geçen hafta ‘Jose Mourinho’yu yazmıştım ama yazarınızın spor ve futbola ilgisi üst düzeyde olduğu için bugün bir ‘devam’ yazısı olacak. Eskiden gazetelerin ‘pehlivan tefrikaları’ olurdu. Ev sohbetlerinde, kahvehane muhabbetlerinde ‘pehlivanların’ güreşleri ballandıra ballandıra anlatılırdı. Tefrikalar ‘Arkası Yarın’ programları gibi takip edilir, müptelası olmuş okuyucuları vardı.
Devran döndü…
Bugün bırakın ‘pehlivan tefrikalarını’ Kırkpınar güreşlerini bile izleyen kalmadı. TRT olmasa güreşleri yayınlayacak kanal bulunamaz. O kadar gözden düştü ki güreş, spora ilgili biri olarak Kırkpınar’ı kazanan ‘pehlivanın’ adını söyleyemem. Biraz, göz ucuyla baktım ve geçtim. Bana eskiden tarihin derinliklerinden çıkıp gelmiş olağanüstü destan gibi görünen yağlı güreş ‘itici’ gelmeye başladı.
Bir pehlivan ismi sorsam hangisini söylersiniz. Koca Yusuf mu? Evet, gelmiş geçmiş en büyük güreşçilerden… Sırtı yere gelmemiş. Kırkpınar’ı 26 yıl üst üste kazanmış. ‘Koca’ lakabını veren ise Rıza Tevfik… Yurtta, cihanda mindere çıktığı her müsabakayı kazanmış. Amerika’dan davet alınca okyanusun ötesine geçmiş. Atlantik’in diğer yakasında 33 kez mindere çıkmış. Ve rakiplerinin hepsini yenmiş.
Yeni kıtada altın madalyalar, büyük paralar kazanmış. Ama hikâyenin sonu maalesef trajik… Koca Yusuf 1898 yılında Türkiye’ye dönerken içinde bulunduğu gemiyle birlikte okyanusun derin sularına gömüldü. Küçük hazinesiyle beraber. Koca pehlivanın küçük bir mezar yeri bile yok. Portekiz’in Azor Adaları’nda bir kilisenin bahçesine defnedildiği rivayeti var. Ancak araştırmalar bu iddiayı doğrulamış değil.
‘Geçen haftanın devamı’ dedim ama bir pehlivan tefrikası da değil.
Türk futbol ligi başladı, Paris olimpiyatları sona ermek üzere, hemen her gün final var, madalyalar sahiplerini buluyor. Böyle bir haftada spor dışında yazmayı münasip görmedim. Spora ve futbola ilgi duymayanlar için de hemen yazıyı terk etmesinler, sevecekleri paragraflar olacak.
Olimpiyatlarda Türkiye umduğunu bulamadı. İki haftanın sonunda ‘altın madalya’ kazanan sporcumuz çıkmadı. Belki on yıllar sonra ‘altınsız’ bir olimpiyatı geride bırakacağız. Mete Gazoz bile erken havlu attı. ‘Başarısız’ olduğumuzu söylemek de kolay değil. Çünkü geçmişte sadece ‘güreşte’ madalya kazanır, diğer dallarda yarışamazdık. Katılım hakkını elde edemezdik. Naim Süleymanoğlu ile birlikte halterde ‘büyük sıçrama’ yaptık. Güreş gibi halter de eski havasında değil.
Bütün bunlara rağmen Türkiye’nin birçok dalda yarışan sporcusu oldu.
“Maksat kazanmak değil, yarışmak” derseniz; evet, Türkiye başarısız değil.
Sonucu dikkate alırsanız adı sanı duyulmamış ülkeler peş peşe altın kazanırken 85 milyonluk Türkiye’nin henüz altına ulaşamaması elbette başarısızlık. 84 ülkenin yer aldığı sıralamada Türkiye 60… Azerbaycan, Kazakistan, Özbekistan Türkiye’nin önünde. Hatta Uganda bile. Listeye bakınca insanın içi acıyor. Son dönemde Türkiye’nin evrensel standartlar skalasında diplere düşmesi ne yazık ki spora yansımış durumda.
Ben turnuvalarda heyecan dolu yarış kadar ‘hikâyelere’ de bayılırım. Ve paylaşmayı severim. 54 kiloda ringe çıkan Hatice Akbaş, Çinli rakibine yenildi ve ‘gümüş madalyada’ kaldı. Akbaş’ın antrenörü babası… Ringin kenarında kızını motive etmek için nasıl çabaladığını görmeliydiniz. İlginç bir duygu olmalı hem çalıştırdığı sporcu hem de kızı…
Baba Akbaş da ‘boks’ yapmış. Malatyalı bir aile… Kendisinin başaramadığını kızlarından istemiş. Üç kızını Türk şampiyonu yapmayı başarmış. Ortanca kızı Hatice kardeşleri gibi pes etmemiş, zirveye doğru tırmanışa geçmiş. 2022 yılında önce 22 Yaş Altı Avrupa Şampiyonası’nda daha sonra Dünya Boks Şampiyonası’nda altın kazanmış. ‘Mış’ dediğime bakmayın kazandığını bütün Türkiye biliyor. Benim de kulağıma değdi.
Kız ve boks kelimelerinin Anadolu’nun küçük bir kasabasında yan yana gelmesi kolay değil…
Akbaş bunu şöyle anlatıyor: “Küçük bir ilçede yaşadığımız için laf söz çok oluyordu. ‘Kız çocuğu şort, atlet giyer mi?’ diye. Benim şansım babamdı, çünkü aynı zamanda antrenörümdü. Kim ne derse desin kulak ardı ettik.”
Hatice ve babası Kerem Akbaş’ın hayali ‘olimpiyat altını’ idi olmadı. Şimdi hedef 4 yıl sonra Los Angeles… Niye olmasın? Hatice için altın uzakta değil bir adım ötede…
Filenin Sultanları olimpiyat şampiyonluğunu kaçırdı ama büyük mücadele verdi. Yarı final maçında İtalya’yı daha fazla zorlayabilirdik. Ama olmadı. Klasik tabirle ‘top bizi sevmedi’. Şansımız yaver gitmedi. Oysa skor 3-0 olmasına rağmen başa baş oynadık. Kazanabilirdik yani. Bir hikâye de bu maçtan; Milli Takım’ın hocası Daniele Santarelli… Elinde dosyasıyla yerinde duramayan sempatik adam.
Santarelli bir voleybolcu ile evli… Monica De Gennaro… Ve İtalya Milli Takımı’nın oyuncusu. Türkiye-İtalya maçında ‘karı-koca’ karşı karşıya geldi. Hem de iki kez.
Önce gruplarda sonra yarı final maçında. Eşi Monica’yı durdurmak için Daniele çok mücadele verdi ama başaramadı. Monica kocasını yendi. Smaçları eşinin kafasına kafasına vurdu. İtalyanların da biz Türkler gibi duygusal yapıda olduğunu hatırlatmak isterim. Her ikisinin de büyük duygu anaforu yaşadığını tahmin etmek zor değil.
Paris ve olimpiyatlar deyince atıcılıkta gümüş madalya kazanan Yusuf Dikeç’in ikonik pozunu pas geçmek olmaz. Dikeç altın madalyaya uzanamadı fakat eli cebinde, donanımsız, sade görüntüsüyle yarışması dünyada yankılandı. Bir rekor veya altın kadar ses getirdi. Paris olimpiyatlarının unutulmaz pozları arasına girdi. Spor sadece başarı değil yarışmak ve bir hikâye yazmaktır. Dikeç de kendi hikayesini yazdı ve dünyaya kabul ettirdi.
Futbol sezonunun ilginç tartışmalara sahne olacağı işin başında belli oldu. Federasyon yönetimi sürpriz biçimde değişti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan Mehmet Büyükekşi’nin devam etmesini isterken İbrahim Hacıosmanoğlu tepki oylarını toplayarak sandıktan ‘başkan’ çıktı. Hacıosmanoğlu’nu Türkiye Trabzonspor başkanlığından tanıyor. Sıradışı bir karakter… Taç giyen baş akıllanır. Yine de ‘yönetiminin’ nasıl olacağı merak konusu. Ve tabii soru işareti.
Hacıosmanoğlu lig başlarken ‘kafaları karıştıran’ bir açıklama yaptı: “Tahmin ediyorum ki Milli İstihbarat Kurumu’nun içinde klikler var. Geçen hafta bir toplantı yapıyorlar… Hacıosmanoğlu ile Sarallar ilişkisi için ekip kuracaklarmış. Sayın İbrahim Kalın’ı tanırım, haberi yoktur diye düşünüyorum, varsa vahim bir durum… Haberi yoksa inanıyorum buradan söylüyorum gereğini yapar o. O toplantıyı yapıp bana sızdırıyorlar ki korkarım diye düşünüyorlar.”
Ne demek şimdi bu?
‘Sarallar Çetesi’ denen gruba operasyon üzerine operasyon yapıldı. İstihbarat birimi eğer Hacıosmanoğlu için bir ekip kurmaya karar vermişse iş ciddi demektir. Ortada kriminal bir durumun olduğu akla gelir. Ekip kurma acaba tamamen içeriden mi yoksa dışarıdan veya yukarıdan gelen işaret üzerine mi gerçekleşti? Derin sular benim ilgi alanımın dışındadır. Fakat uzaktan da olsa bu ekip işi bana biraz yukarıların talebi olarak görünüyor.
İstihbarat kurumundaki bir toplantı hedef kişiye nasıl sızdı?
O da ayrı bir tartışma konusu. Hacıosmanoğlu’nun ‘klikler var’ sözü de ilginç. Kendisi hakkında bir ekibin kurulduğunu bilmesi ve farklı farklı kliklerin varlığından haberdar olması Hacıosmanoğlu’nun hiç de göründüğü gibi sığ ve yüzeysel olmadığını da ortaya koyuyor.
Hacıosmanoğlu’nun bu açıklaması ligin ilginç gelişmelere ve olaylara gebe olduğunun da habercisi. Ben bu açıklamanın satır aralarına bakarak koltuğunun hiç de sağlam olmadığını söyleyebilirim. Buna rağmen, nedense Hacıosmanoğlu’nun sözleri kamuoyu ve medyada yeteri kadar tartışılmadı. Oysa ciddi ve vahim bir duruma işaret ediyor.
İşte böyle bir ortamda başladı lig… Şampiyon Galatasaray, son maçta lige tutunan Hatay karşısında zorlandı, fakat 2-1 sahadan galip ayrılmayı başardı. Hakem kararları daha ilk maçta tartışmaya açıldı. Ligde yine hakemler tartışmaların hatta kavgaların odağında olacak. Kriminal şüpheden dolayı, istihbarat birimlerinin bir ekip kurduğu bir Federasyon Başkanı… “Hayr umulur mu böyle gecenin sabahından?”
Bu kadar uzun yazıyı okuyan okurların kitapla barışık olduklarını varsayarak futbol üzerine yazılmış eserler önermek istiyorum. Burada defalarca yazdığım bir kült olsan Simon Koper’in ‘Asla futbol sadece futbol değildir’ kitabını sadece okumanızı değil, masanızdan eksik etmemenizi öneririm. Futbol takımlarının rekabetinin altında yatan nedenleri öğrenmek için bu kitaptan daya iyisi yok.
Transfer sezonunun hareketli geçmesi nedeniyle daha önce yazdığım gazeteci Atilla Türker’in ‘Futbolun Arka Bahçesi’ kitabını okumanızı da isterim. Milyon dolarların transferlerde nasıl paylaşıldığını hayretler ve şaşkınlıkla belgeler ışığında öğreneceksiniz.
Oyuncuların hikayelerini anlatan ‘Benim futbol kahramanım’ serisini gördünüz mü bilmiyorum. Birçok yerli ve yabancı futbolcunun portresini bu seride bulmak mümkün. İcardi, Dzeko ve Muslera ilk göze çarpanlar. Bu üç ismin yeni sezonda da lige damga vurması olası. Sahada izlediğiniz oyuncunun yaşam öyküsünü bilmek istemez misiniz? Nereden geldiler? Nasıl futbolcu oldular? Futbol dışındaki hobileri… Bilmek insana her zaman büyük keyif verir.
Ve Erman Toroğlu’nun Hamit Turhan’la bir nehir söyleşi olan ‘Oynadım, oynattım, oynatalım’ kitabı futbol dünyasının arka planına da ışık tutuyor. Ankaralı olan Toroğlu, üniversite arkadaşları Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu’ndan bahsediyor. Hatta Kocatepe Camii’nin hikayesini bile bulabilirsiniz. Toroğlu bugün pek hatırlanmaz ama bir ara siyasete de girdi. 1991’de DYP’den milletvekili adayı oldu.
Toroğlu’nun kitabını okursanız futbol maçlarına daha farklı gözle bakarsınız. Sadece futbolun klasik dünyasını değil insan unsurunu ve hikâyesini de okuyacaksınız kitapta.
Uzun uzun alıntılar yapmak isterdim ama yazı fazlasıyla uzadı. Bir başka zamana inşallah.
Mourinho’nun varlığının, Federasyon Başkanı Hacıosmanoğlu’nun durumu ve yönetiminin lige farklı renk ve heyecan katacağını ve yeni sezonun birçok sürprize yol açacağını düşünüyorum.
Ayrıca bir alt ligde bir Amedspor hikâyesi var ki… Başlı başına yazı konusu. Hocası kim biliyor musunuz? Ersun Yanal…
Ben soğuduğum ve uzaklaştığım lige bu faktörler nedeniyle tekrar yakınlaştım. Maçları izlemek için şimdiden sabırsızlanıyorum…