(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
74 yıl önce 27 Mayıs sabahı Türkiye tank sesleriyle uyandı. Cumhuriyet dönemindeki ilk darbeydi bu. Cuntanın darbe bildirisini radyodan okuyan Albay Alpaslan Türkeş’ti. Daha sonra 14’ler ekibinin içinde yer alacak ve yurtdışına sürülecekti. En yakın arkadaşlarından biri Ümit Özdağ’ın babası Muzaffer Özdağ’dı. Türkeş daha sonra siyasete atılacak MHP’yi kuracak ve ülkenin önemli aktörlerinden biri olacaktı.
Türkeş’in MHP’si varlığını hâlâ sürdürmekte. Bahçeli bayram sabahları Türkeş’in mezarına giderek dua okumayı adet edindi. Oğlu Tuğrul, AK Parti’den, kızı Ayyüce İYİ Parti’den milletvekili. Muzaffer Özdağ’ın oğlu Ümit ise Zafer Partisi’nin Genel Başkanı… Irkçılığa varan göçmen karşıtı politikalarıyla adından sıkça söz ettirmekte. 27 Mayıs ‘darbelerin anası’ belli dönemlerde tekrarlanacak askeri müdahalelere örneklik teşkil etti.
27 Mayıs cuntasının içinde yer alanların yakınları ve çocukları milliyetçi sağda siyaset yapmasına rağmen, sol siyaset ‘27 Mayıs’ı pek sever’. Ve bir darbe olarak değerlendirmez, “ilerici bir ihtilal” olarak görür. 27 Mayıs’ın alaşağı ettiği ve “düşükler” diye isim taktığı Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerin yakınları veya çocuklarından şu an aktif siyasetin içinde olan var mı? Bilmiyorum… Demokrat Parti’de milletvekili olarak siyaset yapan kimse kalmadı. Onu biliyorum, bir zamanlar araştırmıştım. Son Demokratların hemen hepsi dünyadan göçtü.
Menderes’in bakanlarından Muammer Çavuşoğlu Yassıada’da yargılandı. Siyasi yasaklı durumuna düştü. Kızı gazeteci Nazlı Ilıcak 27 Mayıs ve darbeler konusundaki çalışmalarıyla adını duyurdu. O da babası gibi mahkemelerden mahkemelere koştu. Yıllarca hapis yattı. Demokrasi hayalleri gerçekleşmedi. Büyük hayal kırıklığı içinde derin sessizliğe gömüldü.
27 Mayıs darbesini anlatmak değil amacım. Kısaca özetlemeye çalıştım ama pek başaramadım, epey uzattım. Gerçi yeni kuşakların 38 kişilik düşük rütbeli cuntanın eseri olan “ilk ve kanlı darbe” konusunda fazla bilgi sahibi olduğunu sanmıyorum. Yazarınız bu konuda yazılmış kitapları okuduğu gibi aktörleriyle de özellikle Demokratlarla konuştu, notlar aldı. Belki ileride tekrar bu konuya döneriz.
Bugün Adnan Menderes’i anlatacağım. Siyasetçi Menderes’i değil, insan Menderes’i bilgilerinize sunacağım. Başbakanlığı, Yassıda günleri ve idamı konusunda herhalde az çok bilgi sahibisinizdir. Çocukluğu, gençliği ve siyaset öncesi yılları çok fazla gündeme gelmedi. Çok dokunaklı ve dramatik hayat hikâyesi var Adnan Menderes’in.
Şevket Süreyya Aydemir’in “Menderes’in Dramı” kitabını okurken çok duygulanmış, sık sık gözlerim nemlenmişti. O kitap elimin altındadır. Belli aralıklarla sayfalarını karıştırırım. Sabahı olmayan Şeb-i Yeldam’da özel olarak getirttim ve yeniden yudum yudum, sindire sindire okudum.
Şimdi, 27 Mayıs haftasında o kitaptan yararlanarak bir Menderes portresi çizmeye çalışacağım.
Menderes’in yaşamı doğumundan itibaren acılarla dolu… Yazarın da dediği gibi: “Menderes’in hayat hikâyesi hem de baştan sona gerçek bir dramdır. Bu hikâye, dramatik bir atmosferde başlar. Dramatik olaylarla, dramatik kompleksler içinde devam eder. Ve bir dram sahnesiyle biter.”
Göbek adı Ali olan Adnan Menderes bir aşk çocuğu olarak dünyaya gözlerini açtı. Hicranlı bir aşkın mahsulü… Adnan’ın babası İbrahim Etem Bey, annesi Tevfika Hanım… Tevfika’nın ailesi Etem’i damatlığa layık görmez. “Hayır, olmaz” diyerek direnirler. Gerekçeleri muhtelif… Etem’in düşük seviyeli memurluğundan tutun da verem hastası olduğuna kadar bahanelerden söz edilir. Birbirlerine yazdıkları aşk mektupları dillere destandır. Aile “Hayır, vazgeç bu sevdadan” dese de gönül ferman dinlemez.
Tevfika kalbinin sesini dinler ve bir gün ailesine haber vermeden sevdiği adama kaçar. Kızın paşa babasına evliliğe razı olmaktan başka seçenek kalmaz. Gönülsüz ve kırgın da olsa “evet” der. Bu hikâye çevrede Leyla ile Mecnun destanı gibi dilden dile anlatılır. Önce Melike doğar, sonra Adnan… Ailenin üzerinden kara bulutlar ta o günlerden dolaşmaya başlar ve bir daha da dağılmaz. Adnan’ın annesi veremden ölür. Kalbinden rahatsız olan babası da çok geçmeden dünyadan göçer.
Adnan öksüz ve yetim kalır. Hem anadan yoksun hem babadan… Ablası Melike de 5-6 yaşlarında veremden son nefesini verir. Burada yazarın tespiti yerinde: “Adnan’da uzun yıllar ve belki ömür boyunca kurtulamayacağı iki kompleks yaratır. İç aleminde daima ve için için işleyecek iki derin ürperti bırakır; verem korkusu ve yalnızlık duygusu…” Acaba onu bekleyen akıbet de yakın mıdır ve verem mi olacaktır? Halası da vereme kurban gider.
Anadolu’da salgın hastalıklar ve savaşlardan dolayı ölümün kol gezdiği yıllardayız…
Adnan’a babaannesi Fitnat Hanım bakar. Ninesine sığınır. Annesini ve babasını pek hatırlamayan Menderes çocukluğunu ve gençliğini babaannesinin yanında ve onun terbiyesinde geçirir. Yalnız, daha ilk hayat adımlarından beri hastalık korkuları ve kompleksleri içindeki bu narin ve duygulu çocuğun o yıllarda tek dayanağı bu babaannedir. 20’lı yaşlarında ninesini de veremden kaybeder. Verem ailenin kökünü kurutur adeta.
Adnan’ın annesi varlıklı bir ailenin kızı… Aydın’da Çakırbeyli Çiftliği annesinden kalan mirastır. Bereketli topraklar üzerindeki çiftlik 35-40 bin dönüm civarında. Bugün o arazi içinde köyler var. Ancak bir bölümü ailenin elinde kalır. Adnan yakınlarını yitirdikten sonra İzmir’e taşınır. İlerleyen yıllarda da o eski günlerini sık sık hatırlayacak ve arkadaşına şunları söyleyecektir: “Düşün kardeşim, düşün. O gün son yakınımı canı canımla bir olan tek kardeşimi de kaybetmiştim. Halbuki evde benden olan ve beni anlayan tek oydu. Biz onunla iki çocuk, birbirimize dayanacak, yeni alemimizi yapacaktık. Gerçi bunları o zaman böyle açık düşünemezdim. Ama inan ki birtakım sezilerim vardı. Ve anlıyordum ki o gidince ben artık tümüyle yalnızdım.”
Adnan Menderes şu cümleyi sık sık tekrar edecektir: “Ben yalnızdım kardeşim, hayat boyunca yalnız… Yalnız ve kimsesiz…” Siyasete girdikten Başbakan olduktan sonra da mı? Etrafından on binler varken de mi yalnızdı? Evet, “yalnız ve kimsesiz” duygusu belirli aralıklarla depreşirdi.
Yazar, Menderes’in yakın bir arkadaşından, Menderes’in kendisine söylediği şu sözleri nakleder: “Kardeşim, ana nedir bilmiyorum ama sezerdim. Baba nedir bilmiyorum ama sezerdim. Ablamın hatırası küçük ve beyaz duman parçası gibi içimde titrer. Mektep duvarları içinde bile yapayalnız yaşardım. Bayramlarda, tatillerde evlatlarını, çocuklarını, kardeşlerini almaya gelenleri gördüğüm zaman içim yanar, kendimi zapt edemezdim. Zaafım görünür endişesiyle de yatakhaneye, mektebin gizli ve görünmez köşelerine kaçar, saklanır hıçkıra hıçkıra ağlardım. Tırnaklarımı yerdim. Bu ağlama sesleri bugün bile kulaklarımda akis yapar. Bu acıyı tatmayan insana bu acılara anlatmak mümkün değil.”
Arkadaşının Menderes hakkındaki değerlendirmesi de ilginç ve kayda değer: “Menderes’i dinlerken, hiç kimsenin bilmediği bilmesi de mümkün olmayan bir romanın havasını yaşardım. Menderes’in asıl romanı onun iç alemidir. Ve onun bu iç alemi yani onun bana naklettiği zaafları, kuvvetleri de onun fizik yapısıyla sıkı sıkıya birbirine düğümlüdür. Bu sözleri dinlerken onun psikolojik özelliklerini fizyolojik cephesiyle bağlardım. O zaman çözülmez görünen düğümler, düğüm düğüm çözülürdü. Menderes içinden yaşayan bir insandı.”
Menderes eğitimine İttihat ve Terakki İdadisinde başlar. Sonra İzmir’de özel bir koleje devam eder. Öğretmenlerinden biri onu şöyle tasvir eder: “Derli, toplu, çalışkan fakat orta vasıfta bir çocuk. Hassas ve bazen heyecanlı. Fıtri, Allah vergisi bir talakatı vardı…” Talakat, konuşma demek… Onu siyasete taşıyan ve başbakanlık koltuğuna kadar götüren de bu özelliği oldu. Menderes hitabetiyle meşhurdur. Bu yıllarda edindiği ilk ve son arkadaşı Etem Menderes’tir. Akraba değiller. Birbirlerini çok sevdikleri için aynı soyadını almışlardır. Menderes, Etem’i bırakmaz bakan yapar. Ama Yassıada’da Etem darbecilerle anlaşır ve Menderes’i ipe götürecek iftira ve ithamlarda bulunur. Menderes’in Brütüs’ü olur Etem.
Afrika Trablus harbi, Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Harbi… Mektepler boşalır. Öğrenciler cepheye gider. Menderes de aralarındadır. Adnan’ı savaş hattına götüren tren Pozantı’ya ulaştığında Menderes hastalanır. Daha ileriye gitmesi mümkün değildir. Tedavisi için seyyar hastaneye kaldırılır. Zabit adayı Adnan’a konan teşhis, tropika yani zehirli sıtmaydı. Sık sık nöbetler geçirir. 40 kiloya kadar düşer. Ruhen de yıpranmıştır. Hareketleri ruhsuz, uykuda gezen bir insan gibidir. İzmir’de kumandan olan halasının eşi Nihat Paşa Adnan’a sahip çıkar. Ve Adnan toparlar, kendisine gelir.
Terhisten sonra tekrar hastalanır Adnan. Doktor veremden şüphelenir. Vehim, korku, ümitsizlik içindedir. Uzun tetkiklerden sonra hastalığının verem değil karahumma olduğu anlaşılır. Tedavinin sonunda iyileşir. Bir deri bir kemik kalmıştır. Arkadaşı Etem’le birlikte Çakırbey Çiftliği’ne döner. Fakat hastalık yakasını bırakmaz. Çok geçmeden tekrar tropikaya yakalanır. Ortalık karahummadan yıkılmaktadır. İlaç yok, doktor yok… Adnan göz göre göre ölüme gitmektedir. Etem, arkadaşını İtalyan askerlerinin bulunduğu bölgeye götürür. İtalyan doktor, Adnan’ı muayene eder ve “Bu genç ölecektir, kurtulamaz” der. Eğer yaşayabilirse Rodos adasına nakledilmesini tavsiye eder.
Çiftliğe dönerlerken karşılarına bir Türk doktor çıkar: “Bu hasta o yollara dayanamaz. Zaten Allah ne yazmışsa o olacaktır. Hele bir de biz işimize bakalım.” Adnan derin uykularından uyanır, gözlerini açar… Her gün iğne ve besleyici gıdalar Adnan’ı kendine getirir. Ardından karaciğer iltihabı… Yazar “Bütün bunlar kader midir yoksa tesadüf mü?” diye sorarken haksız değildir. “Bir insan için hayatta bir misyon mukadderse Tanrı onu ne kadar zayıf yaratmış olursa olsun, bilinmeyen uğursuz eller onun kaderine ne kadar zehir katarlarsa katsınlar o yaşayacaktır.” Ve yaşar da Adnan.
Babaannesinin sözleri aklına gelir: “Oğlum sen bana bir yadigarsın. Oku, öğren, yetiş. Ama senin asıl ekmek kapın toprakların olacaktır. Toprağını, çiftliğini unutma. Onu eller eline bırakma. Toprak nankör değildir. Ne ekersen onu fazlasıyla verir. Sen toprak beyi olacaksın oğlum, toprak adamı. Bunu unutma… Çiftlik peygamberler sanatıdır. Hem de ta Adem’den başlayarak. Sen peygamber sanatına bak evladım!” Adnan, ninesinin nasihatini dinler ve Çakırbey Çiftliği’nde toprağı işlemeye başlar. Artık zor hastalıklarla örselenen günler geride kalmış, hayata atılmıştır.
Evlenmeye karar verir. İzmir’de Evliyazadeler ailesinden Berrin Hanım’la hayatını birleştirir. Bu ailenin üzerinde de karabulutlar eksik olmaz. Damatların akıbeti kötü olmuştur. İzmir suikastı davasında idam edilen Doktor Nazım ailenin damadır. Fatin Rüştü Zorlu da bu ailenin damadı. İdam sehpasında son nefesini veren Maliye Bakanı Cavit Bey’de bu ailenin bir çocuğudur. Mustafa Kemal Atatürk’ün eşi Latife Hanım da Evliyazadeler ailesindendir. Menderes, Uşak kökenli İzmir’in bu hatırlı ailesine damat olur. Evliyazadeler, Uşaklıgil soyadını alır.
Cumhuriyet kurulmuş, devrimler gerçekleşmiş, siyasi hayat canlanmıştır. Menderes Serbest Fırka’nın Aydın’da reisliğini yani il başkanlığını yaparak politikaya ilk adımın atar. Belediye seçimlerini kazanır. Ve yıldızının parladığı an… Atatürk, Aydın’a gelir. Ziyaretler yapar. Halk Partisi’ne aşırı ısrar üzerine uğrar. Menderes o günü unutamaz: “Eminim ki istemeyerek sırf usûl zaruretiyle geldiler Halk Partisi binasına. Ziyaretin uzamamasını mümkünse 5 dakikada bitirilmesini arzu ediyorlardı. Sigara ikram ettim almadı. Kahveyi de istemedi. Atatürk Halk Partilileri bıraktı bana iltifat buyurdu. Hasbihal tamamen Atatürk’le benim aramda geçti. İlk defa teklif ettiğim sigarayı almayan ve kahve istemeyen Büyük Gazi’nin memleket meseleleri üstünde hasbihal derinleştikçe kendilerine zaman zaman takdim ettiğim bir paket Gazi sigarasını içip bitirmiş olduklarını müşahede ettim. Ve ayrıca 4 kahve emir buyurdukları da bugün gibi hatırımdadır.”
Atatürk sohbetinden büyük keyif aldığı Menderes’i Ankara’ya milletvekili olarak çağırır. Ve siyaset günleri başlar. Ankara Hukuk Fakültesi’ni milletvekili olarak okur. Dörtlü takrir CHP’den istifa ve Demokrat Parti’nin kuruluşu… Çok partili sistemle birlikte sandık zaferleri… İlk icraat olarak ezanı aslına çevirmesi ve Anadolu’nun gözünde bir mite, kahramana dönüşmesi…
Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde özel hayatına iliştin çok haber okudum ve hatıra dinledim. Hayatını okuduktan sonra öksüz ve yetim yapayalnız bir çocuk olarak yaşadıklarını öğrendikten sonra görmezden, duymazdan geldim. Acıların bu kadar ağır örselediği bir insandan normal, sağlıklı ve düzenli bir yaşam beklenebilir mi?
10 yıllık başbakanlıktan sonra Yassıada günleri… Bebek davası, köpek davası, Anayasa’yı ihlal…
Arkadaşı Samet Ağaoğlu ‘Arkadaşım Menderes’ kitabında anlatır: “Bir ara başını çevirdi… O zaman Bayar’ın yanında oturanın Adnan Bey olduğunu hayretle gördüm. Yarabbi ne hale gelmişti? Zayıflamış, zayıflamıştı. Yüzünde benek benek çiller. Sanki uzun bir hastalıktan yeni kalkmıştı. Adnan Bey’le yüz yüze geldik. Burnu incelmiş ve uzamış, bakışları yorgun. Teselli ettim: ‘Siz kadere inanırsınız ne yapalım, üzülmeyin!’ Cevap yerine bakışlarında halsiz bir gülümseme…”
İdam sehpasına doğru yürürken son sözleri “Hiç muğber değilim” olur. Bulunduğu hücrenin önünde nöbet tutan askerin Muşlu olduğunu öğrenince Gıyasettin Emre’ye ulaştırmasını istediği bir mektup verir. Son mektuptan birkaç cümle: “Sizlere dargın değilim. Sizlerin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki; Adnan Menderes hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene önce almadığınız için sizlere müteşekkirdir. Ölüme ne kadar metanetle gittiğimi silahların gölgesinde yaşayan efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Dirimden korkmayacaktınız. Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir…”
Evet, hikâye böyle… Ama ailenin dramı Menderes’le sınırlı kalmaz. Çocuklarına da sirayet eder? En büyük oğlu Yüksel Menderes 1972’de Ankara’daki evinde ölü bulunur. Cesedinin yanındaki mektupta “Kötü hadiseler karşısında daha fazla tahammül gösteremeyeceğim. Artık yaşama gücümü kaybettim” satırları dikkat çeker. Arkadaşları yazının Yüksel Menderes’e ait olmadığını söylese de dosya “intihar” olarak kapanır.
Menderes’in diğer oğlu Mutlu ise abisinin ölümünden 6 yıl sonra Ankara’da geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirir. Son oğlu Aydın ise 1995’ yılında Ankara’dan Afyon’a giderken trafik kazası geçirir. Kısmi felç olur. Ömrünün geri kalan yıllarını tekerlekli sandalyede geçirir. Dram içinde dram… Bu yönüyle Amerika’daki Kennedy ailesine benzetenler vardır.
Adnan Menderes’in kendi adını taşıyan torunu bir akademisyen, tıp profesörü… Son olarak AK Parti’nin milletvekilliği teklifine anne tarafının da isteği doğrultusunda “Hayır” der ve politikadan uzak durur. Israrlar fayda etmez.
İşte böyle… Roman gibi, film gibi dramatik ama gerçek bir hayat hikayesi… Adnan Menderes ve ailesini az siyasi çok insani yönden anlatmaya çalıştım. Bilmem başarabildim mi?