(The Turkish Post) – BERKAN MUTLU
Gün geçmesin ki, Türkiye’de yeni bir son dakika haberi gündeme gelmesin. Şayet Avrupa’da gazetecilik yapsanız işini hayli zor açıkça ifade edeyim. Çünkü gün içerisinde özel haber yapmak ya da onu manşete taşımak çok zor. Ülkelerin temel gündemi çiçek, böcek ya da çevre olayları. Nereden mi biliyorum? Çünkü yıllardan beri bu toplumun içerisinde yaşıyorum. Sabah gazetemi elime aldığımda şoke olacağım hiçbir haberle karşılaşmadım. Okuduğum haberler de beni çok enteresan etmiyor açıkçası. Bu açıdan Türkiye’de gazetecilik yapmayı isterdim. Çünkü macerayı ve heyecanı seven bir tip olduğum için son dakika haberlerine takılıp kalıyorum. Dün de Türkiye’yle ilgili benzer bir gerçeklikle karşılaştım. Terör örgütü DHKP-C üyeleri tarafından Çağlayan Adliyesi’ne terör saldırısı düzenlendi. Saldırı sonrasında DHKP/C üyesi Pınar Birkoç ve Emrah Yayla olduğu tespit edilen iki kişi ölü olarak geçirildi. Eylemin sonrasında da İstanbul’da farklı noktalara operasyon yapıldı. Gözaltılar gerçekleşti. Ama hiçbir şey bir gerçeği değiştirmeyecek ne yazık ki. Saldırı sonrasında masum bir vatandaşımızı hayatını kaybetti. Ailesinin acısını yürekten yaşadığımı ifade etmek isterim.
Asıl işim terör örgütleri ile ilgili çalışma yapmak. Yıllarca Türkiye’de söz konusu terör örgütleri ile ilgili bir akademisyen olarak alan çalışmalarına katıldım. Yüzlerce örgüt üyesinin ifadesini okuma fırsatı buldum. Yaşadığım ülkede de benzer çalışmalara devam ediyorum. Onlarca konferansa konuşmacı olarak katılıyorum. Dün gerçekleşen saldırıyla ilgili de dostlarım benden bir analiz istediğimde arşivlere bakma ihtiyacı hissettim. Öncelikle dile getirmem gerekir ki, Yayla soyadı bende bazı şeyleri yeniden hatırlattı. Her ne kadar Adalet Bakanı, söz konusu saldırıyı gerçekleştiren Emrah Yayla ile Savcı Mehmet Kiraz’ı şehit eden Şafak Yayla arasında bir kan bağı yok dese de, işin gerçeği öyle değil. Dedim ya yıllarca alanlarda çalışma yaptım. Pek çok gerçeğin perde arkası çok farklı. Ben Sayın Adalet Bakanı ile aynı kanaatte değilim. Muhtemelen birkaç gün sonra İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bir açıklama yapacak. Saldırganın da Yayla ailesinin bir ferdi olduğunun altını çizecek.
Eski istihbaratçı rahmetli Mahir Kaynak derdi ki; “Bir olay olduğunda, olayın failini bulmak istiyorsanız olayın sonucunun kime yaradığına bakın. Bu olay kimin işine yarar? Bunu bilirseniz bu işi kimin yaptığını da bilirsiniz.” Öncelikle soru bu olmalı. Sizce bu kumpas kime yaradı? Eylemi örgüt adına kimin yaptığının bir anlamı yok. Kaldı ki örgütler adına, üyelerin bir inisiyatif belirleme hakları ve sorgulama yetenekleri asla olamaz. Örgüt üyeleri adına, liderler planlamayı yapar, koordinatları ve kullanacak silahlara kadar hazırlar. Alt kadrolardan basit bir tip seçilir. Eylem tatbik edilir. Kaldı ki DHKP-C gibi kapalı bir örgütte saldırının kimlerce yapıldığının bir anlamı asla yok. Eylemi yapan iki teröristin hareketlerine, silah kullanmalarına ve yaklaşım tarzlarına bakarsanız bunu daha iyi anlarsınız. Kısacası buraya gönderilen iki kişi, örgüt tarafından bilerek isteyerek ölüme gönderildi. Diğer bir hususta, amacın ne oldu. Şayet yine örgüt tarafından Mehmet Kiraz’a yapılan alçak saldırı gibi bir planlama yapılmış olsaydı, o zaman örgüt yine avukat ya da dikkat çekmeyen kişileri seçerdi. Burada kapıda görevini yapmaya çalışan masum polis memurlarını hedef almak başlı başına bir planlama olarak duruyor.
Buradaki tek durum şu bana göre. Çağlayan Adliyesi bilinçli bir nokta. Orada kalabalığın olması ya da ses getirecek bir eylem planlaması yapılmış olsaydı da, yine plastik tarzı eyleme geçilirdi. Bu da yapılmadığına göre; ama sadece birilerine gözdağı. Burada Mahir Kaynak’ın sözü gerçekten önemli. Bu olay kimin işine yarar? Benim gördüğüm kadarıyla adliye çalışanlarına yönelik bir mesajdan öte anlam beklememek gerekiyor. Ve saldırının önünden ziyade perde arkası daha önemli. Taşeron kim ya kimler. Geri kalanının bir anlamı yok. Çünkü örgüt için iki teröristin de artık bir değeri yok. Onlar öldüler. Sırada yenileri hazırlanmaya başlandı bile. Örgütlerin işleyişi böyledir ne yazık ki.
Gelelim son noktaya. Emrah Yayla hiç şüphesiz emniyetin ve istihbaratın listesinde olan bir isim. İstihbaratın bununla ilgili fiziki ve teknik takip yapmaması mümkün değil. Neticede Yayla, cezaevinden çıkmış bir takibi yapılması gereken bir terörist. Gelinen nokta itibariyle bir zafiyetin olduğu açık. Bunun altını çizmek gerekir. Her ne kadar polis memurları karşılık verse de, masum bir sivil hayatını kaybetti. Bu da il emniyet müdürünün hanesine eksi olarak yazılır. Belki de birileri tarafından son dönemdeki operasyonların ardından İstanbul Emniyet Müdürlüğü’ne yönelik bir gözdağı mesajı olabilir. Çünkü gerçek bazen ayrıntıda gizlidir. Emniyetin de bu konuda uyanık olması gerektiğini belirtmek isterim.
Havsalama az çok güvenirim. Yayla ismini ilk duyduğumda aklıma hemen Mehmet Yayla, Şafak Yayla ve Bulut Yayla geldi. Şafak Yayla, Savcı Mehmet Kiraz’ı şehit etmişti. Şafak Yayla’nın ağabeyi Mehmet Yayla da 19 Mart 2013’te Ankara’da Adalet Bakanlığı ve AK Parti Genel Merkezi’ne düzenlenen eş zamanlı saldırılarda bulunmuştu. Mehmet Yayla, 30 Temmuz 2013’te de mühimmat yüklü bir şişme botla Türkiye’ye giderken Ege’de Sakız adası açıklarında yakalanmıştı. Bulut Yayla ise 2013’te Edirne’den Türkiye’ye girerken yakalanmıştı. DHKP-C içerisinde aile bağlantısı olduğu aşikâr. İstihbaratla uğraşan herkes bunu bilir. Benim yaptığım çalışmalarda gösteriyor ki, Emrah Yayla da bir dönem Yunanistan’da eğitim alan tipler arasında yer alıyor. Ve Yayla kardeşlerle kesinlikle akrabalık bağı bulunuyor. Birkaç gün sonra gerçek ortaya çıkar. Bundan şüphe duymamak gerekiyor.
Benim önerim muhalefete. Yaklaşan seçimler öncesinde uyanık olmaları gerekiyor. Eski istihbaratçı rahmetli Mahir Kaynak’ın sözünü kendilerine küpe yapmalılar. Benden uyarması.