(The Turkish Post) – ASLI GÜNEY
Türkiye’de her gün yeni bir sorun ortaya çıkıyor. Ancak ortaya çıkan somut gerçeklerle ilgili olarak siyasi iktidar ve çevreleri çözüm üretmek yerine karartma yapmayı tercih ediyor. Fakat bu adım, siyasi iktidarların yaşamları için elzem olurken, uzun vadede ülkenin bürokratik olarak çöküşü anlamına geliyor. Ne var ki, söz konusu yanlışlarla ilgili anlık adım atılmış olsa, tuz kokmadan sorunlar çözüme kavuşacak. Bunun neticesinde de vatandaşların devlete olan güveni artacak. Çünkü siyasi iktidarların yaşam süreleri seçimlerle kısıtlı olurken, kamunun ve devletin varlığı uzun sürelidir. Bundan dolayı da kamu bürokratlarının görev alan ve yetkileriyle ilgili karar verirken, siyasi iktidarların bir temsilcisinden ziyade, 81 milyon yurttaşın bir temsilcisi olduğunu unutmamaları gerekiyor.
Yukarıda izah etmeye çalıştım, ne yazık ki tuz bir kere kokmuş! Bundan sonra yeni tuzların kokmuş olarak kamuoyuna yansımamasını beklememek delilik olur. Daha birkaç haftaya kadar Diyarbakır’da vahşice katledilen Narin Güran isimli masum kızımızı konuşuyorduk. Ancak derin eller el birliği ile Narin’in bedeniyle birlikte ruhunu da bizden aldı. Bu cinayette anne, kardeş ve amcanın el birliği ortadayken, soruşturmanın vahametle sonuçlanması üzücü oldu ne yazık ki. Çünkü bu kararın geri dönüşü olmaz artık maalesef.
Narin Güran cinayetinin üzeri kapatılmadan bu kez de Yenidoğan Çetesi ortaya çıktı. Aralarında doktor, hemşire, ambulans şoförü ve birkaç memur, onlarca masum bebeği ölüme sevk etmekle yargılanıyor. Bir haftada kabul edilen iddianamenin yargılaması, birkaç gün önce başladı. Ancak yargılama aşamasında yine ciddi bir koruma kalkanı bulunuyor. Olayın onlarca tarafı varken, sadece birkaç kişiye sorumluluk yüklenmeye çalışılması kabul edilemez ne yazık ki. Çünkü çetenin İstanbul ve çevre şehirlerde bu kadar pervasız hareket etmesi için siyasi ve bürokratik bir desteğe ihtiyacı bulunuyor. Aksi durumda bu kadar sene, bu olayın açıkça yapılması mümkün görünmüyor. Neticede bu olayda 10’a yakın masum bebek hayatını kaybederken, kamu zararı henüz netleşmiş değil. Neresinden bakarsanız bakınız, SGK tarafından bu kurumlara 1 milyar liradan fazla bir para aktarım yapıldığı aşikar. Ancak olay başta yargı ve medya tarafından basite indirgenerek, magazinsel bir boyut verilmek isteniyor. Bunun sebebi de siyasete ve bürokrasiye bir zarar gelmemesidir.
Bu kapsamda Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu, birkaç gündür sürekli açıklamalarda bulunuyor. Kendisinin bu dönemde ciddi bir emek verdiğini belirtiyor. Şüphesiz emeği vardır. Ancak ortada ciddi bir sorun var. Hukuki olarak değerlendirmek gerekirse, yaşanan ihmal ve sorunlar Bakan Bey’in Sağlık İl Müdürü olduğu dönemde yaşanmıştır. Bundan dolayı yargılamanın selameti açısından Memişoğlu’nun kendisini geri plana çekmesi elzemdir. Ancak Bakan Bey, bunu yapmak yerine sürekli algı çalışması yapmayı tercih ediyor. Dünyanın başka bir ülkesinde olsaydı, bu vaka sadece Bakan’ı değil, siyaseti de yeniden dizayn ederdi. Ancak bizler sorumluluktan kaçan toplumlarız. Başarıya sahip çıkarız, ancak hatalarda her zaman ortadan kaçarız ne yazık ki.
SAĞLIK BAKANI KENDİ DÖNEMİNİ SORUŞTURUYOR!
TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda Sağlık Bakanlığı bütçe görüşmelerinde CHP Grup Başkanvekili ve Ankara Milletvekili Murat Emir, Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu’na tepki gösterdi. CHP’li Emir, “Gereğini yapın ve istifa edin. En azından soruşturmanın salahiyeti için istifa edin. Bu mahkemenin mutlaka bürokrasiye sıçraması gerekiyor. Bürokratik destek olmadan bu suçun işlenmiş olma ihtimali yoktur” diyerek tepkisini ortaya koydu. Bakan Memişoğlu ise Emir’e müstehzi bir bakışla sadece güldü. Maalesef yeni sistem bunu gerektiriyor. Normal hukuki bir zeminde tabii ki, Bakan Memişoğlu en azından görevi ihmal iddiasından yargılama geçirirdi. Bu çerçevede Memişoğlu’nun kendi döneminde yaşanan bir vakayla ilgili, kendisini ve bürokratlarını yem etme durumu söz konusu olabilir mi? Tabii ki hayır!
Emir, Yenidoğan Çetesi kapsamında kapatılan hastanelere ilişkin de şöyle konuştu: “Ben hiç kimsenin gözünün yaşına bakmadım’ dediniz, baktınız. Olayın 2023 yılında başladığını biliyoruz. Siz 2023 Mart’ta harekete geçmişsiniz. Şafak Hastanesi grubu dışındaki hastaneleri kapatmak için 28 Eylül’ü beklediniz. 18 Eylül’de teftiş kurulu raporu var. Bu cinayetler başladıktan 15 ay sonra kapatmak aklınıza geliyor. Siz savcılığa, teftiş kurulu bürokrasinizi acil harekete geçirmek yerine Mali Şube’ye bildiriyorsunuz. Mali Şube araştırsın diyorsunuz. Neden? Çünkü olayı basit bir para meselesi olarak ele alıyorsunuz? Bu ihmal değil de nedir? Kapatmak için bir yıl kadar süre bekliyorsunuz. 9 hastanenin kapanması 28 Eylül’de. Bu hastaneler çalıştığı için bu cinayetler oldu. Bu hastaneler çalışmaya devam ettiği için bu cinayetler oldu. Dolayısıyla sizin burada ihmalinizin olmama olanağı var mı? Neyi beklediniz?”
Hukukun egemen ve yargının bağımsız olduğu toplumlarda bu sorular sorulur. Bunun muhatapları da cevap vermek zorundadır. İşte can alıcı sorular bunlar. Aslında Sağlık Bakanlığı, İl Sağlık Müdürlüğü olayın farkında. Ancak sorunlara bir cinayet vakası olarak değil de, mali bir yolsuzluk gözüyle bakıyor. Suçun mahiyetini düşürüyor aslında.
ÖZEL HASTANELERDE DENETİM EKSİKLİĞİ VAR
Yenidoğan Çetesi bize bir kez daha gösterdi ki, sağlık sektörü de güvenli bir liman değil. Bu vaka, Türkiye’de sağlık sistemindeki ciddi sorunlara dikkat çeken üzücü bir olay. Bebeklerin sağlıklarını tehlikeye atarak haksız kazanç elde etmeye çalışan bir çete, sadece mali olarak değil, insani olarak da bütün değerlerini yitirmiş gibi görülüyor. Söz konusu soruşturma ve konuşturma bizlere artık şunu gösterdi. Sağlık sistemindeki ciddi bir denetim eksikliği mevcut. Olayın uzun süre fark edilmemesi, sağlık sistemindeki denetim mekanizmalarının yetersiz olduğunu açıkça gösteriyor. Olay, özel sağlık sektöründeki bazı kurumların etik dışı davranışlara meyilli olduğunu da ortaya koydu. Sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi, hastaların mağdur olmasına neden olduğunu da kamuoyuna gösterdi. Fazladan hastaya sahip olma ve SGK’dan milyonlarca liranın hesaplara aktarılma düşüncesi de olayın vahametinin ortaya çıkması açından önemli.
HASTANE SAHİPLERİ NEDEN SANIK DEĞİL?
Yukarıda izah etmeye çalıştım. Soruşturma kapsamında sanıkların birçoğu ihmali davranışla adam öldürmekten, görevini eksik yapan ve ya yapması gerekeni yapmayan kişilerin de aralarında bulunduğu 47 kişiden oluşuyor. Bunlar genellikle birkaç doktor, hemşire, ambulans görevlisi veya memur düzeyindeki kişiler. Ancak bu kadar bütçenin hastane sahiplerinin hesabına aktarıldığı dikkate alındığında, sanıklar arasında 29 hastanenin sahibinin de olması gerekmez miydi? Ama baktığımda bırakın hastane sahiplerini, yakınları ya da bürokrasiden bir kişi bile yok. Sebebini söylememe gerek yok sanırım. Çünkü bürokrasiye sıçrayan soruşturma her zaman siyasete zarar verir. Bundan dolayı küçük balıkları yem etmek daha kolaydır. Bana göre; burada asıl yargılanması gerekenler, hastane sahipleri. Doktorları ve hemşireleri bu kadar büyük bir baskı altına alıp, üniteleri doldurma tavsiyesinde bulunanlar, onlardan başkası olamaz.
Buradan artık bir çağrıda bulunmak istiyorum. Ne yazık ki, yapılan kasıtlar ya da ihmaller yeniden masum çocuklarımızı geri getirmeyecek. Ancak yargılama sonuna kadar gitmeli. O bebeklerin gözü yaşlı anne ve babalarının yürekleri rahatlamalı. İkinci bir Narin Güran vakasının da burada yaşanmaması adına siyasi gruplar ve siyasi partiler olayı yakından takip etmeli. Aksi durunda, üç beş kişiye ceza verip büyük balıkların kurtarılacağından kimsenin şüphesi olmasın. Çünkü güven kavramı azalmış durumda. Bu vakadan Sağlık Bakanlığı’nın ve bürokrasinin de çıkaracağı bazı dersler var. Öncelikle sağlık çalışanlarının etik değerlere bağlı kalması ve hastaların menfaatlerini gözetmesi için ciddi bir değer yargısı oluşturulmalı. Bu kapsamda sağlık hizmetlerinde şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkesi benimsenerek, en küçük bir iddia bile titizlikle incelenmeli. Bunun yanında sağlık sisteminde etkin denetim mekanizmaları oluşturulmalı. Kamu sağlığına yeterli kaynak ayrılmalı ve sağlık hizmetleri herkese ulaşabilir hale getirilmeli. Aksi durumda, benzer sorunların yeniden görülmeyeceğini kimse garanti edemez. Çünkü milyarlarca liralık bir SGK bütçesi, bütün aç gözlerin iştahını kabartıyor.