(The Turkish Post) – ALİ BULAÇ
Yunan felsefesinden veya “Yunan tarzı düşünce biçimi” diyebileceğimiz felsefeden, bu felsefenin teşekkülünden sonraki dönemlere geçen önemli düşünce biçimleri üzerinde, üç büyük filozofun etkileri büyüktür. Bunlar da tahmin edilebileceği gibi Platon (Eflatun), Aristoteles ve Plotinos’tur.
Felsefe tarihçisi Ahmet Aslan’ın iddia ettiğinin aksine ana karakteristi itibarıyla Yunan felsefesi tanrıtanımaz (ateist) değildir. Öne çıkan filozofların neredeyse tümü Tanrı’nın varlığını kabul etmiş, açıklandığı takdirde tahmin edilebilir sebeplerle hem tek bir Tanrı’dan, hem tanrılardan söz etmişlerdir. Birden fazla tanrı var ama hepsinin üstünde bir tanrı var, o da Zeus’tur. Tanrılar insanlara çok benziyor, tümü insan biçimlidir. Belki insan ile tanrılar arasındaki iki fark var: Biri tanrılar ölümsüzdür, diğeri insanı kısıtlayan tabiat yasaları onlar için kısıtlayıcı-sınırlayıcı değildir. Yunan materyalist filozofları dahi Tanrı’nın varlığını inkâr etmemişlerdir.
Yunan tasavvurunda tanrılar yetkindir; en yetkin güzelliktedirler. Yunanlılar tanrılarının yetkinliğini ve en yetkin güzelliği heykelde ifade ederler. Heykel yetkin güzelliğin mermerde dile gelmesi sanatıdır. Belki Yunanlı, putperest Araplar gibi heykele tapmaz ama şu veya bu tanrıyı, tanrılardan birinin izdüşümü bedenini simgeleştirdiğinden onu hayranlıkla temaşa eder ve elbette saygı duyar. İşte bu bir başka putperestliktir.
Evrenin yaratılmamış olup Tanrı gibi öncesiz (ezeli-kadim) oluğu fikrine sahip olduklarında “Tanrılı-materyalizmi” içinden varlığa bakmak mümkün olmaktadır. Nitekim evrenin ezeli olduğunu, insanın ölümüyle bedenin fonksiyonu ezeli olduğunu ve insanın ölümüyle bedenin fonksiyonu olan ruhun da öldüğünü ya da sona erdiğini öne süren Aristo bu anlamda tanrı-tanır materyalist sayılabilir. Sonraki yüzyıllarda kesin çizgilerle birbirinden ayrılacak ve tamamen karşıt kutuplarda konumlandırılacak idealizm-materyalizm ikilemi Platon ve öğrencisi Aristo’da referans bulmaktadır. İdealist veya materyalist olsun, Yunanlılar; felsefelerini Tanrı kuramı üzerine inşa etmişlerse de, bu konuyu çok da problem yapmamışlardır. Şu diyalog buna iyi bir örnek sayılabilir:
Bir gün Nazianzlı Gregor, soylu Tertullianus’u yemeğe davet etmiş. İkisi o yıl için hayli iyi ürün alındığından lezzetli buğday ekmeğinden konuşuyorlarmış. Elindeki ekmek parçasını havaya kaldıran Nazianzlı Gregor:
– Ev sahibim, Tanrı’ya sırrı için ne kadar şükür etsek azdır. Çünkü bak, şu leziz ekmek tarlalarda buğdaya dönüşen şu güneş ışığından başka bir şey değil.
Ayağa kalkan Tertullianus, kütüphaneden şair Virgilius’un eserlerinden birini alıp şöyle demiş:
-Konuğum, eğer Tanrı’yı bir ekmek için övüyorsak böyle bir kitap için Virtilius’u kimbilir ne kadar övmemiz gerekecek. Çünkü bak, bu kitap ışığı masada görülebilen güneşten daha yüksek bir güneş ışığının dönüşmüş halidir.
Tertullianus –bu kilise büyüklerinden olan Tertullian’dan farklı biridir- yanılıyordu. Çünkü kendisi ve Şair Virgilius, Allah’ın kudretinin tecellisi olan güneş, su ve toprağım verdiği ürünler olmasaydı, ne kendisi varolabilirdi, ne de konuşuyor vea şiir yazabilirdi. Ekmek ilahi bağış, ilham ilahi olana açılan penceredir. İnsan varlık zincirinde ilk halka değildir ki, ışık olsun, ışık olarak bir şeye dönüşsün.
Platon, Tanrı’nın varlık alemine aşkın (müteal) olduğu fikrindeydi. Tanrı madde dışıdır, cisim değildir. Evreni kendi dışında bulunan şeylere, idealara bakarak inşa edip meydana getirdi. Tanrı, madde ve idealar hep vardı, Tanrı birer model rolünü gören idealara baktı, evreni oluşturdu. Sonraları Stoacılar (Revakiyyûn) buna itiraz edeceklerdi. Onlara göre Tanrı evrene aşkın değil, onda içkin (mündemiç) varlıktır; ateşle, cismle özdeştir. Tanrı’nın dışında idealar denen şeyler yoktur, bu Platon’un zihninde kurguladıklarıdır. Tanrı kendisi planlı, amaç güden varlık –ki buna Akıl (logos) denir- evrenin özünü, tözünü oluşturur. Platon’un ideaları, ilahi isimlerdir,o isimleri Tanrı’dan bağımsız ve sanki ezeli varlıklarmış gibi birer rol model olarak tasarladı. Halbu ki Allah’ın yaratması modelsizdir.
Platon, evrenin ilahi olduğunu söylüyordu. Stoacılar bu kanaati paylaşıyor, Platon’a katılarak, Tanrı’nın evrenin yapısının açıklayıcı sebebi olduğunu savunuyorlardı. Kısaca evren, evet yoktan yaratılmamıştı, ama Tanrı’nın eseridir, bunda en ufak bir tereddüt yok.
Bu açıdan bakıldığında varlık alemi “mümkün olan en mükemmel evrendir” diyorlardı. Bu özünde sorunlu kalıp cümle daha sonra hem Meşşailer hem Gazali tarafından tekrarlanacaktır. Sorunludur, zira bu varsayıma göre, Allah, bütün gücünü, ilmini kullanıp ancak bu evreni yarattı, daha mükemmelini yaratamaz. Bu, yüce Allah’ın mutlak kudret (el Kadir), el Alim isim sıfatlarını geçersiz kılar.
Evrende olup biten her şeyin temeli ruhtan kopuk değildir. Bu ruh akıl ve bilinçtir, evreni yöneten de işte bu akıldır.
Platon ruh ile maddeyi ayrı tutuyordu. Stoacılar ise evrenin iki ana ilkesinden söz ediyordu; Madde-cisim edilgendir. Madde diğer ilkeye yani ruha, Tanrı’ya bağlı değilse ve Tanrı tarafından yönetilmekteyse cevheri (tözsel) olarak aynıdırlar. Böylece evrenin canlı ve akıllı olduğu anlaşılmış oluyordu. Evrenin ruhu vardır, her şeyin kendi içinde hareket ilkesi bulunmaktadır. Bu panteizmi ve bir noktada Animizmi temellendiren bir kuramdı. Krizippos “Her canlının sahip olduğu ilk şey kendi yaratılışı ve yaratılışının bilincidir” diyordu. Kur’an-ı Kerim’de cisimlerin, sözgelimi yıldızların, ağaçların, hatta taşların belli bir bilince sahip olduklarını söyler. Ama bu ruh ile Tanrı’nın özdeş olduğu bir tözün bilinci değil, Allah’ın isim ve sıfatlarının varlıklarda ortaya çıkan suret ve fiillerden ibarettir; dolayısıyla Stoacılar’dan farklı olarak varlık ile Tanrı aynı özden veya mahiyet birliğinden oldukları söylenemez. Yaratan (el Halık yaratandır), yaratılan (el mahluk) yaratılandır.
(Yunanlılarda Tanrı inancı (b), The Turkish Post, 16 Nisan 2025)