(The Turkish Post) – MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE
“Kur’an meallerine Diyanet onayı”, doğrudan ve en kestirme yoldan “din hakkında bir yorum tekeli kurmak” anlamına geliyor. “Yorum tekeli”, “iktidar tekeli” anlamına gelir. İktidarın ve devlet düzeninin uzantısı veya bir parçası olan idarî birim, Meal üzerinden, farklı yorumları devre dışı bırakıyor ve tek bir yorumu empoze ediyorsa, son tahlilde ortaya dinin siyasî alana nüfuzu değil, siyasetin yani iktidarların din üzerinde rakipsiz tahakkümü çıkar. Neyin sizi temiz ve ahlâklı kılacağına, toplumdaki ilişkilerinizi neye göre düzenleyeceğinize iktidar karar vermeye başlar. Öldükten sonra münker-nekir meleklerinin sorgu suali, öğretmen atamalarındaki mülâkatlara döner. Naim cennetteki köşkler, imar rantına konu olur. Erkek başına kaç huri düşeceğine, köşklerdeki hizmetin kalitesine, yemek ve şarap çeşitlerine Turizm Bakanlığı karar verir. Cehennem zebanileri de balık istifi mahkûmların kaldığı cezaevlerindeki infaz koruma memuru kadrolarına dahil edilir.
Kutsallık halesi içinde din diye sahip çıktığımız muazzez kurumun esamesi okunmaz; zira iktidarların gündelik çıkarlarına göre lastik gibi sündürülen bir dinin ne sahiciliği ne de inandırıcılığı kalır.
Din elden gider.
Kısaca laiklik değil doğrudan din ağır bir tehdit altında.
Yoksulluk Tanrı’dan, zenginlik iktidarlardan gelir:
Tüketip geride bıraktığımız tartışmaları hatırlayın:
Hayat pahalılığı ve yoksulluk yüzünden iktidarı eleştirenlere bir Diyanet mensubu kalktı, bir Hadis-i Şerifi referans göstererek “pahalılık Allah’ın eseridir” anlamına gelen bir söz söyledi. Hadis böyle bir şey söylemiyordu, Peygamber piyasada arz-talep dengesine göre oluşan fiyatlara müdahale edilmemesi gerektiğine işaret ediyor, hatta dinî değil rekabetçi piyasa kurallarına göre işleyen Pazar ekonomisinden yana tercihte bulunuyordu. İktidarın çökmüş ekonomisine cansiperane bir koruma sağladığı için mesele sakin ve soğukkanlı bir şekilde bile tartışılamadı. Belki en fazla dindar insanların zihinlerinde belli belirsiz bir şüphe bulutu dolaşmış oldu.
15 asırlık İslâm tarihi, iktidarların dini yorum tekelini ele geçirmek için giriştikleri acımasız zulümlerin örnekleriyle doludur. Mezhep imamlarının gördükleri işkenceler bu durumu anlamak için yeterli. Muaviye, sahabeden birini idam edince hoşnutsuzluk ve tepkiler tırmanır. Verdiği karşılık tam olarak dinî bir yorumdur: “Ben öldürmedim, Allah öldürdü.” Amentü’de yer alan “kötülüğün Allah’tan geldiği” inancı, bu yorum tekelinin kalıcı izlerinden biridir.
Şahsen benim aklım almıyor: Allah neden kullarına kötülük yapsın?
Ayetler nasıl tercüme edilir?
Meal, birebir tercümedir. 15 asır öncesinin fasih Arapçası ile kayda geçmiş bir metnin tercümesinde elbette farklılıklar ortaya çıkar. Bu farklılıkların Müslümanın işini kolaylaştıran veya zorlaştıran tarafları vardır. Kuvvetli bir etimoloji bilgisi ile, kelimelerin köklerine ve çelişkili anlamlarına inerek Allah’ın emrini farklı şekillerde yorumlayabilirsiniz. Yorum farkı tekliği ortadan kaldırarak insicamı bozar; ama zamanın ve şartların icabına uygun bir tercüme yapmanıza, yani esnek ve çoğulcu yaklaşımlara izin verir.
Mustafa Öztürk Hoca’nın fıkhını takip eden biri olarak, bu çoğulculuğun düşünce ve inanç özgürlüğüne, bu dünya hayatında geçtiğimiz imtihana daha donanımlı katılmamıza fırsat verdiğini düşünüyorum. Eğer tek bir yorumun geçerli olması gerekseydi, Cenab-ı Allah meramını matematikle, bilhassa algoritmalarla ifade ederdi.
Kur’an’ın Türkçe anlamını okurken size mukayese imkânı veren çok sayıda meal var. https://www.kuranvemeali.com/ sitesi, ayet ayet zengin bir karşılaştırma imkânı sunuyor. Tercümelerin ne kadar birbirine zıt yapılabildiğine dair fikir edinmek isteyenler bu siteye bakabilirler.
Kur’an okurken zihnime takılan birçok örnek arasında ilk aklıma gelen Araf 155. Ayetten söz edelim. Rabbinin talebi üzerine Musa kavminden 70 kişi seçip dağa gidiyor. Şiddetli bir sarsıntı oluyor. Elmalılı Hamdi Yazır’ınki dışında, bütün mealler Musa’nın “bu senin imtihanındır” karşılığını verdiğini yazıyor. Arapça metinde “fitnetuke” tabiri geçiyor. Elmalılı “O sırf senin fitnen” diye çeviriyor. Kelimenin “imtihan” anlamı yok, Musa Allah’ı “fitnecilikle” itham ediyor. Diğer meallerin mantığı şu: “Allah hiç fitne çıkartır mı?” Buna göre Kur’an’da yer alan “hata” elbirliği ile düzeltiliyor; “fitne”, “imtihan” oluyor.
İş burada bitmiyor; Elmalı’nın meali de bu düzeltmeden payını alıyor, sonraki baskılarda onun onayı dışında bu kelime “imtihan” olarak yer alıyor. Yukarda adını verdiğim sitede Elmalı’nın sonradan değiştirilmiş meali de yer alıyor.
Mesele basit değil. “Fitne” yerine “imtihan” dediğiniz zaman bambaşka bir Yaradan-Yaratılan ilişkisi ortaya çıkıyor. Peygamberin Rabbine “fitneci” diyebildiği din çok derin bir dünyayı ayaklarınızın altına serecektir. Ama izin vermiyorlar, muhteşem bir mantık harekete geçiyor: Yanlışlık Kur’an’da bile olsa dinin sahipleri var ve hatayı hemen düzeltiyorlar.
Yorum tekeli dediğimiz işte bu. Bu öyle bir tekel ki, insanlar “sakız orucu bozar mı?” muhabbeti ile mutlu mesut yaşarken iktidar sahipleri ortaya yepyeni bir din çıkartıyor: İktidara boyun eğmenin en esaslı dini vecibe haline geldiği bir din.
Dinin içini boşaltma:
Diyanet’in devleti arkasına alarak oluşturduğu din tekeli sevimsiz, soğuk ve itici bir dinî müessese ortaya çıkardı. Camiler Diyanet’in tekelinde, cenazelerinizi imamlar kaldırıyor. Tahammül etmek zorunda olduğunuz bir sevimsizlik. Zaten kafasını cinsellikle bozmuş, on laftan dokuzu cinsel tabulara uzanan cahil tarikat hatipleri, camilerdeki vaaz kürsülerini ele geçirmiş vaziyetteler. İşiniz mutlaka camiye düşüyor, bazı şeylere gözleriniz kapamanız gerekiyor. Ya her şeyin üzerinde tutulması gereken din duyguları?
Aydınlanma düşünürü D’holbach “Müesses dinler iktidarların teoloji politikalarıdır” demişti. Hangi siyasî güç bir din yorumunun kendisine sunduğu iktidar araçlarından vazgeçebilir. Üstelik bu iktidar araçları çok etkili itaat ve hükmetme araçları ise, her hatanızı peşinen düzeltiyorsa?
Diyanet’in mealler üzerindeki sansürü ve tekeli, din-vicdan ve düşünce özgürlüğünden önce, iktidarların hiçbir şekilde burnunu sokamayacağı kutsal alana çamurlu ayakları ve kirli elleriyle girip etrafa nizam vermeleri demek. İhsan Eliaçık ile Mustafa Öztürk’ün meallerinin serbestçe basılması ve dağıtılması ise İslâmın izzetini, iktidarların iğvasına karşı korumak anlamına geliyor.
Tekrarlıyorum. Laikliğe bir şey olmuyor, tam tersine bu kadar sahte ve sevimsiz bir din tekeli laikliğin ne kadar zaruri olduğunu göstermekten başka bir işe yaramaz. Olan dinin izzetine ismetine oluyor.
Dinin sahibi elbette Allah. Size düşen başka şeriklerin ona şirk koşmalarını engellemek.























