(The Turkish Post) – H. AGAH KALENDER
Ey okur! ‘Sonbahardı, şiirdi…’ derken Ekim’in de üçüncü haftasına geldik. “Eylül toparlandı gitti işte / Ekim falan da gider bu gidişle…” Bak yine dilime pelesenk olan mısralar dökülüverdi. Bugün şiir, sanat yok. Konumuz başka. Bir kitabı tanıtacağım size… “Artık kitap yazsan…” dedi arkadaş… “Peki” dedim. Kitap yazılarını mı özledi, yoksa şiire mi bıktırdım? Anlayamadım. Ama hak verdim. Şiire bıkılır mı? Kim bilir…? Belki…
Biraz sonra yazacaklarımın özellikle yarım asrı deviren okurların daha fazla ilgisini çekeceğini sanıyorum. Eskiden Avrupa’nın ‘yaşlı nüfus’ olduğundan dem vurulur, ülkemizin ‘gençliğiyle’ övünülürdü. O günler geride kaldı. Artık biz de ‘yaşlandık’. Ömürler uzadı. Atasözleri anlamını yitirdi. “Yaş yetmiş, iş bitmiş” değil artık. Yaş ortalaması 80’ini buldu. Yaşı belirleyen sadece takvim ve rakamlar değil.
Çok farklı yaş tanımları var… Biyolojik yaştan, psikolojik yaşa kadar… 10’a yakın tanım. Yazarınız yaşlılar üzerine çalıştı. Hatta eğitim bile gördü. Kapı gibi diploması var. Literatürden haberdar. Çevremde ‘ruhu genç’, ‘bedeni yaşlı’ insanlar görüyorum. Tersi de söz konusu… Yaşı genç ama ruhu yaşlı… Ömrünün baharında çökmüş, saçlarını dökmüş, belini bükmüş… Ben mi…? Kendimi ‘genç yaşlılar’ sınıfında görenlendenim. Rakamları bıraktım. Yaşımı sayı ile ifade etmiyorum gayri. Rakamı 40’ta dondurdum. Biliyorum ki zamana direnmek mümkün değil. Ama olsun…
Vaktiyle Unesco’nun ‘yaşlılık tanımını’ okumuştum. Şöyle diyordu; “Bir insan konfor alanının dışına çıkamıyorsa… Yeni şeyler öğrenmiyor, şaşırmıyor ve çoğu şeyi bildiğini düşünüyorsa… Merak etmiyor ve keşfetmiyorsa… Geçmişte, anılarında yaşıyor ve sürekli eskiyi tekrar ediyorsa… O kişi yaşlıdır”. Elvan çoğu var mı yoksa siz de? Ben rahatım, bu özelliklerin hiçbiri yok bende. Nice genç gördüm bu tanıma tıpa tıp uyan… Donup kalmış. Rüzgarın önünde sürüklenen kuru yaprak gibi… İradesini ve inisiyatifini yitirmiş… Hem beyni hem ruhu donmuş…
Psikologla sohbet ederken “Size bir kitap tavsiye edebilir miyim?” dedi. “Tabii…” dedim. Kitapların dünyasında yaşadığım yıllardı. Mekan dar, insan azdı. “Ikıgai diye bir kitap okudum, çok etkiledi beni…” dedi. Bu kelimeyi ilk kez duyuyordum. “Ne o, neden söz ediyor?” diye sordum. “Yaşlılık üzerine…” dedi. “Allah Allah… Ben yaşlı mıyım?” diye tepki gösterdim. “Hayır, öyle değil. Sağlıklı yaşlanmanın sırlarını anlatıyor…” dedi. Kim istemez sağlıklı yaşlanmayı…? Çevresine ‘yük olmamayı…’.
Şimdi elimde o kitap var… Ben de tavsiye ediyorum herkese… Uluslar arası bestseller olmuş bir kitap… ‘Japonların uzun ve mutlu yaşam sırrı’ diye alt başlık var kitapta… Hector Garcia ve Franesk Miralles birlikte yazmış. Bendeki kitap 56. baskı… Kitap fukarası ülkemizde 50’nin üzerinde baskı yapmış olması dikkat çekici. İkigai gizemli bir kelime… Japonca ‘hep meşgul kalarak mutlu’ olma anlamına geliyormuş. Bir kavrama dönüşmüş. Anlamı daha derin ve zengin anlam kazanmış. ‘Yaşlanırken genç kalma sanatı…’ kısaca. Japonlara göre herkesin bir ‘ikigaisi’ varmış.

“İkigaimiz” diyor yazar Japonlara atıf yaparak “İçimizde derinlerde saklıdır ve onu bulmak sabırlı bir arayış gerektirir. Okinawa’da yani asırlık insanların en fazla yaşadığı adada doğan insanlar yeni bir güne başlama nedenimizin ikigaimiz olduğunu söyler”. Hayata anlam katmak olabilir mi? Ezbere yaşamamak, rutinin dışına çıkmak… Hayatı bir ‘otomatik pilota’ bağlamamak… Yazar adada dolaşırken ‘insanların emekli olduktan sonra da faal kalmaya devam ettiklerini farketmiş’.
Yaşlılık üzerine okumalarımdan sonra benim de çok kullandığım bir yaklaşım var; işinizden emekli olun ama asla hayattan emekli olmayın… Bu ölüme davetiye çıkarmaktan başka şey değildir. Fiziki ve zihni aktivitelerinizi asla ama asla terk etmeyin… Beden hareket odaklı yaratılmış. Nasıl işlemeyen demir, çelik pas tutarsa insan da paslanır, küflenir, kurtlanır ve çürür… Zihin de öyle… Yaşla birlikte ‘beyin’ yüzde 17 oranında büzülür, küçülür. Aklı işletmemek, zihni durdurmak demansla başlayan alzheimere kadar varan hastalığın ana nedenidir. Onun için az televizyon, çok kitap, bulmaca ve zihni aktivite şart…
Japonca da İngilizce de olduğu gibi ‘işi tamamen bırakmak’ anlamına gelen bir ‘emeklilik’ kavramı yokmuş. İlginç… Bizde eskiden ‘tekaüt’ denirdi. Tedavülden kalktı. Anlamını bilene mi rastlamak imkansız. ‘Tekaüde ayrıldım’ derdim yaşlılar… Kolay tahmin edileceği gibi Arapça kökenli bir kelime… Manası ‘oturmak, dinlenmek, soluklanmak’ demek. Japonların tam zıddı. Kelimelerin ruhu insanlara sirayet ediyor. Emekliliğe ‘oturmak’ derseniz insanı pasif bir yaşama mahkum edersiniz. Ki öyle olmuş…
Uzmanların uzun yaşamın sırrını çözmek için çok fazla araştırma yaptığı malumu… ‘Ne gibi sonuçlara ulaşmışlar?’ derseniz bazı anahtar kavramlarla cevap vermek mümkün; “Beslenme, eksersiz, hayat amacı edinme İkigai yani ve sosyal çevre oluşturma…”. Hemen her kavram bizim kültürümüze çok uygun değil mi? Amaçsız, gayesiz bir yaşamdan söz edilebilir mi?
Japonya’da yemek söz konusu olduğunda en yaygın sözlerden biri “Hara hachi bu…” cümlesiymiş. Anlamı manidar; “Midenin yüzde 80’ini doldur…” ‘Tıka basa yeme’ yani… Bizde de çok tekrarlanmaz mı? Ne kadar dikkate alınır? Ayrı bir konu… ‘Midenin üçte birini boş bırak…’ dinden de beslenen bir yaklaşım değil mi? İlla da Japonya’ya gitmeye gerek yok.
Zihni aktivite… En zor olanı galiba… Şu cümleler kitaptan altını çizdiğim satırlar; “Nöronlarımız daha 20’li yaşlarda ihtiyarlamaya başlar. Entelektüel aktivite, merak ve öğrenme arzusu bu süreci yavaşlatır. Yeni durumlarla uğraşmak, her gün yeni bir şey öğrenmek, oyun oynamak ve başkalarıyla etkileşimde bulunmak zihnin yaşlanma karşıtı stratejileri için gereklidir. Bu konuya olumlu bakmak daha büyük zihinsel yararlar sağlar…”. Galileo’nun güzel bir sözü var; “İnsana bu mükemmel beyni varan Tanrı’nın insanın bu beyni kullanmasını istemediğine inanmıyorum”.
Mükemmel yaratılan beyni çok az kapasıyla kullandığımız bir başka bilimsel tespit… Yeni ufuklara açılır gibi beynin damarlarını işler hale getirmek mümkün. Denir ki “Dehanın yüzde 99’u terdir, emektir…”. Beyni işler hale getirmek de mümkün köreltmek de… Zihinsel aktivite bu yüzden çok önemli. Bilim zihni tembelliğin alzheimere gider gittiğini söylüyor. Beyin çalışmayınca dumura uğruyor, donuyor, büzülüyor…
Yazar kitapta Amerika’nın en uzun yaşayan adamlarından Walter Breuning’in şu cümlesini aktarıyor; “Bedeninizi ve zihninizi meşgul ederseniz uzun bir süre buralarda olursunuz…”. 112 yaşında bile egzersiz yapmış. “Artık bizden geçti…” diye kabuğuna çekilmek yok. Gözü kapıda ölüm meleğini beklemek yok… “Bir ayağın çukurda…” demek yok. Bu ölümü, öteki dünyayı düşünmemek, gözardı etmek anlamına gelmez. Aksine dünyanın hakkını vermek, boşuna yaşamamak ve hayata anlam katmak anlamına gelir.
Japonların dediği gibi herkesin içinde bir yerlerde saklı ikigaisi var mı? Evet, izlerini bizim kültürümüzde de görmek mümkün. Kitapta anlatılan bilgiler, röportajlar ikigainizi keşfetmeye yardımcı oluyor. Örnek mi? 100’ünü aşmış bir ada sakini “Kendi sebzelerimi yetiştirir ve pişiririm. Bu benim ikigaim…” diyor. Bir başkası ikigaisini ‘gün boyunca yorulunca kadar hasır yapmak…’ diye açıklıyor. Şu cümleler bir Anadolu insanından da duyulmaz mı; “Uyandığımda ilk yaptığım şey dua etmek… Sonra egzersiz… Ve sürekli meşgul kalırım. Kendimi boşlukta bulmam…”. Kim her gününü mutlu ve anlamlı yaşamak istemez ki…
Farkındayım; söylemek kolay, yapmak zor. ‘Biz de biliyoruz bunları… Ama…’ dediğinizi duyar gibiyim. Sağlıklı yaşlanmamak istiyorsanız yaşam tarzınızı buna göre şekillendirmek zorundasınız. Şeker hastasıysanız, bal yiyemezsiniz. Kültürümüzde ve inancımızda hayata anlam katmak her insanın gayesi değil mi? Boşuna mı geldik dünyaya…? Kısaca ‘İkigai’ bunu Japonca anlatıyor. Kitap küçük hacimli ama her cümlesi mana yüklü… Okumaya değer… Tembelliğe vurmayın, meşgul kalın, bedeni ve zihni aktivitenizi asla terk etmeyin. Terk eder, boşlarsanız, akıl ve bedeniz de sizi aynı hızda terk eder… Haberiniz olsun…
Hadi bakalım bugün benden bu kadar… Hayırlı işler…
























