(The Turkish Post) – Hüsnü Yusuf Turabiç
Bugün siyasi mizah yok denecek kadar az. Oysa izahı olmayan şeylerin mizahı olur. Bugün ne izah var, ne mizah. Ankara çorak, kurak. Fıkraları, esprileri bol bir toplumuz aslında. Gülmeyi unutan, neşesini yitiren asık suratlı, gergin, mutsuz bir topluma dönüştüğümüzü söylemek abartı sayılmaz.
Siyasetin konuları gibi üslubu da ağır. Nutuklar, hitabetler hep hamaset ve ideoloji üstüne. Sırrı Süreyya Önder gibi bir iki istisna dışında meclis kürsüsü sert konuşmalara, genel kurul görüşmeleri meydan muharebelerine sahne oluyor.
En ciddi meseleler, en çetrefilli konular bile hafif, mizahi üslupla pekala anlatılabilir. Gerek anlaşılması gerekse kalıcılığı yönünden daha etkili olur. Ama mizah zeka işidir. Her babayiğidin harcı değildir.
Kütüphaneyi karıştırırken elime 1957 tarihli çok eski bir kitap geçti. Osman Yüksel Serdengeçti’nin ‘Gülünç Hakikatler’i. Tevafuk etti; 10 Kasım ölüm yıldönümüydü. Onun için ‘Öldüğü gün bile espri yapan adam’ denir. Serdengeçti siyasetle içli dışlı biri. Bir dönem milletvekilliği de yaptı. Meclis’e, politikaya ilişkin güldüren hikayeleri fıkra gibi dilden dile anlatılır. Eskiler adına ve esprilerine aşinadır da yeni kuşaklar ismini ne kadar hatırlar bilmiyorum.
Ölüm yıldönümünde anmak, bilmeyenlere anlatmak, unutanlara hatırlatmak için kısaca ondan söz etmek istedim bugün. Pazar gününe de uygun düşer. Kitabın daha ilk sayfasında ‘Mabetsiz Şehir’ kitabının tanıtımı, reklamı var. Kastettiği şehir malum, Ankara’dır.
Ve kitabın tanıtıldığı üsluba bakınız: ‘Mabutları ceplerinde, mabudeleri yataklarında olan insanların hayatı… Sosyete ve türlü rezaletleri… Serdengeçti Osman Yüksel’in en ateşli, en heyecanlı seçme makaleleri . ‘A’ dan Z’ye kadar bu devre ait her şeyin tenkidi, teşhiri, takdimi… Bu kitapta mabetsiz şehri mutlaka görünüz’.
Zamanın ruhu vardır. Düne ait meseleler ve eski kitaplar anlatıldığı ve yazıldığı dönemin özelliklerini taşır. Ancak bazı eserler devrinin ötesine uzanır. Eskimez, pörsümez. Yeniden, yeniden okunur. Osman Yüksel gibi heyecanlı, cezbeli, fırtınalı bir ismin kitapları da öyle. Dün yazılmıştır ama bugüne de hitap eder.
Sarı saman kağıtları erimeye yüz tutmuş olmasına rağmen zamanın eskitemediği ‘Gülünç Hakikatleri’ keyifle okudum. Eskiden kahvelerde, meclislerde sıkça anlatılırdı, bilenler anımsayacaktır. 36. sayfasındaki gülünç hakikati birlikte okuyalım: ‘Vaktiyle Bursa hapishanesinde bulunmuş, Nazım Hikmet’i gayet iyi tanıyan mahkumlardan biri anlatmıştı’.
Burada araya girmek isterim. Hapishaneler Osman Yüksel’in mekanıdır. ‘Bir defa mebus, 8 defa mahpus oldum’ sözü onundur. Yine bir mahpusluk macerasını ‘Polisler geldi, Osman Yüksel 10 dakikalığına karakola kadar gideceğiz dediler. Evden çıktım. Ancak yıllar sonra dönebildim’ diye anlatır. Sırf Necip Fazıl’a mahpus arkadaşlığı yapmak için kendisini içeri attırdığı bilinir. Üstad da buna karşılık ‘Beni Türkiye’de bir kişi anladı; Osman Yüksel. O da yanlış anladı. ‘Ayağa kalk Sakarya’ dedik, o amuda kalktı’ der.
Osman Yüksel mahpushanelerin adamıdır. Anlattığı hikaye bir mahpustan dinlediğidir: ‘Ben Bursa’da iken mahkum arkadaşlardan biri komünizmi merak eder. Doğru Nazım Hikmet’in yanına gider. Sorar Nazım Hikmet’e ‘Ağabey komünizm nedir?’. Nazım cebini göstererek ‘Sok elini buraya der’. Mahkum çekinerek sokar. ‘Ne kadar para varsa al’ der Nazım. Mahkum alır. İki yirmibeş kuruşluk varmış. Kızıl şair 25 kuruşluklardan birini ona verir, birini kendisi alır. İşte der komünizm budur. Bu hareket mahkumun hoşuna gider. Nazım Hikmet’le laubali olmaya başlar. Bir gün elini cebine sokuverir. Bakar ki iki 50 liralık var. Birini Nazım’a verir, birini kendi alır. Fakat komünist şair dehşetli kızar, adamı yanından kovar ve elli lirayı zorla alır. Bu hadiseyi dinledikten sonra meğer dedim komünizm ne kadar ucuzmuş: olmuşu 25 kuruş’.
Beline kravat bağlama hikayesinin kahramanı da odur. Milletvekili olarak meclise adımını atarken ilk kez dönerli kapıyla karşılaşır ve içeri döne döne zor girer. Ve espriyi patlatır: ‘Siyasette döneklik kapıdan başlıyor’ der. Birgün Osman Yüksel, Üstad Said Nursi’yi ziyarete gider. Said Nursi ona ‘Bir oğlum olsa ismini Osman koyardım. Sen benim manevi evladımsın’ diyerek bağrına basar.
Osman Yüksel’in hayatını ayrıntılı öğrenmeniz ve nükteleri ile tebessüm etmeniz için iki kitap tavsiye ederim. İlki Rasih Yılmaz’ın ‘Toros Yüzlü Adam’ diğeri ise Cemal Kurnaz’ın ‘Deli Rüzgar’ isimli kitabı…
Onun duruşunu ve cesaretini gösteren bir dilekçeyle bitirelim. Bir hak arayışı olan dilekçe Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e yazılmıştır.
Bakana ‘Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline / ANKARA’ diye hitap eder.
Ve sonra şöyle yazar:
‘1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesinin Felsefe Şubesinin son sınıfının son noktasında bir telefon emrinizle okuldan atılan ben Osman Yüksel, İstanbul’a sürülüp örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten, tabutlara tıkılıp zincirlere vurulduktan sonra suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir.
Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı. Sizden bahşiş istemiyorum. İmtihan hakkımı ya verirsiniz, ya zorla
alırım.
Beni tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez’.