(The Turkish Post) – HALİS GÜL
“İnsan görmek istediği gibi görür, inanmak istediğine inanır.” Hani derler ya, “Yalan da olsa söyle, hoşuma gidiyor.” İktidar destekçiliği ya da karşıtlığının keskin hatlarla ayrıştığı Türkiye’de bu yaklaşımlar biraz daha fazla geçerli gibi…
Kimilerine İstanbul Boğazı’nın altında 17 trilyon dolar değerinde kontoryum elementi bulunduğunu söylerseniz, hemen inanacaktır. İnanmaya hazırdır, inanmak istiyordur. Böyle bir element var mıdır, varsa değeri bu kadar mı eder, kurcalamaya ihtiyaç duymaz. Nitekim böyle bir haber de gündem olmuştu.
Konda Araştırma’nın “İstanbul Boğazı’nda 17 trilyon dolar değerinde ‘Kontoryum’ elementi var ama dış güçler çıkarılmasına izin vermiyor.” sorusuna Türkiye’nin yüzde 34’ünün katıldığı belirlenmişti.
Doğruluk Payı’ndaki habere göre, uydurulmuş bir element olan kontoryum iddiaları, bir sosyal medya kullanıcısının 2011’de Youtube platformuna yüklediği bir parodi video ile ortaya çıkmış.
Kontoryum komplo teoisine ait Konda’nın anket verileri incelendiğinde; İstanbul Boğazı’nın altında 17 trilyon dolar değerinde kontoryum elementinin varlığına ve dış güçlerin bu elementin çıkarılmasına izin vermediğine Türkiye’nin yüzde 10’u kesinlikle katılıyor, yüzde 24’ü katılıyor, yüzde 38’i ise ne katılıyor ne katılmıyor. Ankette ilginç olan bir diğer veri ise bu yargıya İstanbul’da yaşamayanlar daha yüksek oranda katılıyor.
***
6 MİLYAR DOLARLIK JELİBON REZERVİ
Haziran 2022’de ‘Karadeniz’de doğalgaz’ ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın duyurduğu ‘Adana’da petrol’ rezervi bulunduğuna dair açıklamalar sosyal medyanın da gündemini oluşturdu.
28 Haziran 2022 tarihinde, Sözcü gazetesi yazarı Murat Muratoğlu, “Adana’da bulunan petrolden sonra, Adıyaman’da arama çalışması yapılan iki kuyuda 6 milyar dolarlık Jelibon rezervlerine rastlandı…” tweeti attı.
Ankara eski Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ise Sözcü yazarının bu şaka mesajını gerçek sanarak bir gün sonra yani 29 Haziran 2022 tarihinde çıktığı Fatih Atik’in sunduğu Ankara Masası programında canlı yayında bu rezervi anlattı.
‘NE DEMEK JELİBON BİLMİYORUM, AMA RESMİ ŞEY…’
Gökçek, canlı yayında şunları söyledi: “… Araştırmış bulmuş ve kapatmışlar. Buralarda petrol olduğu ortaya çıkıyor. Bugüne kadar bunları araştırtmamışlar bile. Şimdi hepsini teker teker buluyor. Sadece Adana’da bulduğu 1 milyar. Adana’da yeni bir şey daha bulmuşlar. Bugün gazetede okudum. Ne anlama geldiğini de bilmiyorum. İtiraf edeyim. Araştıracağım ki bileyim. Onun adı var. Çocuklar yer ya. Jelibon! Jelibon bulunmuş. Ne demek jelibon bilmiyorum. Yer altında 6 milyar dolarlık jelibon bulunmuş. Bu ne anlama gelmiyor bilmiyorum. Bugünkü medyaya baktım. (Fake falan olmasın başkanım? sorusu üzerine) Hayır fake değil. Resmî şey. Arka arkaya bulunuyor.”
GÖKÇEK: DEMEK Kİ TROLLENEBİLİYORUM
Programda söylediklerinin gündem olmasının ardından Melih Gökçek gece saatlerinde Twitter’dan kendini savundu. Gökçek’in tweetleri şöyle: “Ankara Masasında bir arkadaşımın gönderdiği bir haber üzerine, bugün Eskişehirde yeraltında bulunan “nadir toprak elementi” üzerine konuşurken “İçinde jelibon diye bir maddeymiş, ne olduğunu bilmiyorum” diye bir konuşma yaptım. Ne kadar solcu varsa aklınca alaya başlamış.
Açıkça ne olduğunu bilmiyorum dememe rağmen, mal bulmuş mağribi gibi saldırmaya başlamışlar. Demek ki trollenebiliyorum. Demek ki bundan sonra daha dikkatli olmamız lazım.”
***
‘MEDYA MAYDANOZLARI’NIN ‘ETNODERTİN’ SINAVI!
Şimdi yayında olmayan haftalık Aktüel Dergisinin 1993’te ve ardından aynı olayı 2005’te yaptığı ‘etnodertin’ trollemesi de tarihe geçen başka bir örnek…
Malumatfuruş sitesinde ayrıntısıyla ele alınan olayda, Aktüel dergisi, ‘medya maydanozu’ olarak nitelenen isimlere karşı adeta bir deneme yapmıştı. Şimdilerde nedense pek kullanılmayan ‘medya maydanozu’, konuyla ilgili fazla bilgisi bulunmasa ya da hiç olmasa bile her konuda söyleyecek bir şeyleri olan, yazılı veya görsel medyanın sıkça yer verdiği meşhurlara deniliyor. Bu tür insanlar nedense her konuda konuşma ihtiyacı hisseder ve ‘bilmiyorum’ demekten yılandan kaçar gibi kaçar.
1993 yılında Aktüel Dergisi, ‘etnodertin’ diye var olmayan bir hastalık uydurarak, dönemin kamuoyunca bilinen yazarlarına bu hastalık hakkında fikirlerini sormuştu. ‘Etnik’ ve ‘dert’ kelimelerinin birleşiminden oluşan hayali ‘etnodertin’ isimli cilt hastalığının Karadeniz Bölgesi’nde görüldüğünü, araştırmanın Hacettepe Üniversitesi tarafından yapıldığını belirterek, hastalık hakkında telefonla bazı isimlerden görüşlerini talep etmişti. Ülkemiz basınının önde gelen simaları ‘bilmiyorum’ demek yerine malumatfuruşluk yapmayı tercih edince oltaya düşmüşlerdi. Aktüel, 20 Mayıs 1993 tarihli 98. sayısında yayımlanan ‘Medya Maydanozları’ başlıklı yazıda bu isimleri ifşa etmişti.
2005 yılına gelindiğinde ise Yeni Aktüel adıyla yayın hayatını sürdüren dergi, bu defa Medya Maydanozları’nın ikinci oltalamasını gerçekleştirmişti. Yeni Aktüel, 22-28 Kasım 2005 arasında yayınlanan 19. sayısında 12 yıl önce yaptığı gibi yine ‘etnodertin’ hakkında aynı soruyu dönemin bilindik simalarına yöneltti. Bu defa 1993 yılındaki gibi ‘duymuştum bu hastalığı’ diyen kimse çıkmasa da mevzu hakkında açıklamaya girişen isimler olmuştu. Aktüel, bu kişilerden edindiği görüşleri ‘Medya Maydanozları II’ başlıklı yazısında ifşa etmişti.
Aktüel’in tanınan simalara 1993 ve 2005 yıllarında yönelttiği değişmeyen soru şu şekildeydi:
“Etnodertin adlı bir tür cilt hastalığı var, bu hastalık daha çok ulusal kimlik arayışının yoğun olduğu bölgelerde görülüyor. Nitekim adı da buradan geliyor. Hacettepe Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmaya göre son 3 yılda Karadeniz Bölgesi’nde özellikle kadınlar arasında bu hastalıkta büyük bir patlama olmuş. Nasıl yorumluyorsunuz bu olguyu?”
İŞTE CEVAPLAR!
Hayali bir hastalık olan etnodertin ile ilgili görüşleri talep edilen ‘her şeyden biraz anlama’ yeteneğini haiz isimlerden kimi “Biliyorum, Güneydoğu’da da var, gizleniyor” derken, kimi de konuyu “Nataşalar”a bağlamıştı. Bir iki kişi hariç kimse böyle bir hastalıktan haberdar olmadığını söyleme cüretinde bulunmamıştı.
ABDURRAHMAN DİLİPAK
Dönemin Yeni Akit Gazetesi yazarı Abdurrahman Dilipak, gerçek olmayan hastalık hakkında uzun uzadıya görüş beyan etmişti: “Etnodertin sorunu, dünyada ilk kez karşılaşılan bir sorun değil, Afrika’da Amerika’da Asya’da kara kızıl ve sarı ırk bu sorunu büyük ölçüde yaşadı. Sorun psikosomatik öğeler taşıyor. Sorunun bu şekilde alerjik nitelikli tezahürünü hazırlayan başka faktörler söz konusu. Hastalığın Güneydoğu’da değil de Karadeniz’de, kadınlar arasında tezahürü, tamamlayıcı şartlar açısından önem taşıyor. Mesela, Çernobil ya da ozon tabakası, ekolojik faktörler, nataşa sendromu, beslenme bozukluğu, hormonal faktörler, biyokimyasal sebepler bu süreci ajite etmiş olabilir
Sorunun, psikolojik olduğu kadar fizik çevre faktörleri ile de ilgili olması gerekir. Sorunun Güneydoğu’da ortaya çıkmaması, Güneydoğu insanının karşı şiddetle deşarj olması, dinamizmi, mücadele kararlılığını sürdürmesine bağlanabilir. Güneydoğu insanı canlı bir kan, Karadeniz’de özellikle kadınların psikolojik bir eziklik ve kırılma içinde oldukları düşünülebilir. Sanırım sorun büyük ölçüde resmi ideolojilerin, yanlış sağlık politikaları kadar, ekonomik, sosyal ve kültürel sorunlardan kaynaklanmakta, inanç yoksulluğu ve ahlaki çözülme, stres bu süreci hızlandırmaktadır.”
DİLİPAK’IN SAVUNMASI
Abdurrahman Dilipak, Yeni Akit’teki “Sosyal media ahlaksızlığı” başlıklı 8 Ağustos 2021 tarihli yazısında konu hakkında şu yorumda bulunmuştu:
“.. Gelelim şu ETNODERTİN hadisesine. Yıl: 1993. SSCB dağılmış. Gürcistan’dan Karadeniz’e yoğun girişler var. Basında o günlerde NATAŞA Sendromundan söz ediliyor. Hâlâ konu taverna şarkılarına yansımış, mizah konusu olmuş, her yerde konuşuluyor. Aktüel dergisi, var olmayan bir hastalık uydurarak “Etnik” ve “dert” sözcüklerinin birleşiminden oluşan hayali “etnodertin” diye bir cilt hastalığının Karadeniz Bölgesinde görüldüğünü, araştırmanın Hacettepe Üniversitesi tarafından yapıldığını belirterek birtakım kişilerden görüş alıyormuş. Ben aradıklarında İsviçre’deydim. Bir konferans için gelmiştim ve İsviçre’deki bir tıp kongresine katılan bir grub doktorla beraber yemekteydik. Telefon geldi. Konuyu aktardılar. Etnodertin ismini kendileri uydurmuş. Hacettepe Üni.’den söz ediyorlar. Aslında olay tipik bir dolandırıcılık. Ben Eczacı odası ya da doktor arkadaşların telefonlarını verebileceğimi söyledim. Benden, İslami kimliğim ve ilaç konusundaki yazılarım sebebi ile görüş istediklerini söylediler. Ben de ilaç isminin etnik kimlik ve dert kelimesini hatırlatmasının üreticinin takdiri olduğunu, ilacın jenerik adına, etken maddesine bakmak gerektiğini. Nataşa konusunun kadınlarda sosyo psikolojik travmalara sebeb olabileceğini, “Coğrafi Keşiflerin İçyüzü” kitabımı yazarken incelediğim ve kitabımda da yer aldığı şekilde, köle edilen zenciler ve esir alınan Kızılderililerde çok ciddi zona, egzama türü, sedef türü, deride döküntüler görüldüğünü, Nataşa örneğinde de bu ve benzer sosyal travmaların strese dayalı psiko-sosyal davranış bozukluklarının, alerjik reaksiyonlar görülebileceğini söyledim. Bunları da oradaki doktorlarla konuşarak onların yanında bu bilgileri verdim. Ve sonuç ortada. Aktüel beni tuzağa düşürmek isterken, kendileri ve bu yalana inananları kendi tuzaklarına düşürmeye devam ediyorlar. Bu dünyada tartışıp durduğumuz şeylerin hakikatini gören, duyan, bilen, hüküm sahibi bir Allah ve bir din günü var. Alemlerin Rabbine hamdolsun. Selâm ve dua ile.”
FÜSUN ÖNAL
1993 yılında Aktüel tarafından arandığında şarkıcı Füsun Önal uydurma etnodertin hastalığı hakkında dertlenerek mevzuyu Nataşalara bağlayarak içini dökmüştü:
“Bence Nataşa’lar yüzünden (…) Biliyorsunuz Türkiye’de özellikle Anadolu insanında, Anadolu gençlerinde cinsellikle ilgili öğrenim, bilgi neredeyse sıfır düzeyinde. Dolayısıyla cinselliğe karşı bir açlık var. Ve Rus ırkı da güzel bir ırk. Bu güzel kızların buradan gelip bizim Doğu Karadenizli delikanlılarımızın herhalde gönüllerinde bir heyecan uyandırıyorlar. Cinsellikleriyle ilgili susuzluklarını, açlıklarını gideriyorlar. Ve böylelikle bu kanalla mikrobu karılarına taşıyor olabilirler (…) Yani o tarzda olabilir. Bir de ne olursa olsun, biliyorsunuz bu Çernobil patladığında Karadeniz’deki çaylarda epey hadiseler olmuştu. Birtakım şeyleri gizlediler. piyasaya sürdüler bunları, okuduk, bilemiyoruz. Dolayısıyla oradan olabilir. Ama burada yine bir soru işareti çıkıyor. Niye erkeklerde yok? Çünkü erkekler de çay içiyor. Acaba çaydan mı? Radyasyonlu olaydan ziyade erkekler taşıyıcı oluyorlar da erkek bünyesinde oluşmayan bir şey karılarına mı geçiyor o kanalla. Bunun dışında bir şey söyleyebilmem için bilim adamı veya falcı olmam lâzım. Bunun dışında aklıma gelen bu oldu.”
Aktüel 2005 yılında tekrar arayarak yine etnodertin hakkında görüşlerini talep ettiği Füsun Önal oltaya ikinci kez düşmemiş. Mevzuyu hatırlayamasa da Füsun Önal bu defa etnodertin hakkında bilgi sahibi olmadığını belirterek şu ifadeleri kullanmış:
“Aaa çok ilginç. Etnik kimliğin cilt hastalığıyla ilgili olması çok ilginç. Ben bir bağlantı kuramıyorum. Hadi bir kuş gribi hakkında olsa tamam bir şeyler söyleyeyim. Çünkü çok şey duydum, biliyorum. Ama etnodertini bilmiyorum. Cilt hastalığı ve etnik kimlik bağlantısını da kuramıyorum. Ama deseniz ki Fransa’daki kargaşalığın sebebi nedir? Onu söyleyelim. Oranın başbakanı durumun ekonomik olduğunu söylüyor. Bizim başbakan ise türbana bağlıyor. Bununla ilgili sorsanız söylerim. Çünkü okuyorum, yabancı basını takip ediyorum. Ama bu dediğiniz hastalığı ömrümde hiç duymadım. Ben çok arkadaşlarımın konularını sorularını cevapladım. Beni bağışlayın ama başka konularda sorarsanız seve seve cevaplarım.”
ETNODERTİN OLTASINA DÜŞMEYEN İSİMLER
1993 yılındaki denemede Abdurrahman Dilipak, Füsun Önal, Küçük İskender, Alanur Özalp gibi isimler tongaya düşerken Cem Mumcu, Bengi Semerci, Ender Saraç ve Taylan Kümeli ise zokayı yutmamıştı. 2005 yılındaki denemede de Tolga Yarman, Zekeriya Beyaz, Sunay Akın, Sinan Aygün, Soner Arıca ve Davut Güloğlu gibi isimler etnodertin hakkında Abdurrahman Dilipak gibi malumatfuruşluk yapmasa da mevzu hakkında açıklama sunmaya girişmişlerdi.
***
***