(The Turkish Post) – ASLI GÜNEY
Türkiye tuhaf bir ülke haline geldi. Bir taraftan Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a baksanız, dünyanın en demokratik ve hukuk kurallarına uyulan ülkesi! Diğer taraftan muhalif bir siyasi liderin demeçlerini dikkate aldığınızda da, eleştiren ve muhalif görülen herkese bir sabah vakti operasyon yapılan bir ülke. Tabii ki takdir hakkı okuyucunun. Benim bakış açım, buradan isteyenin istediği mesajı çıkarması. Ama ne yazık ki, son dönemde Türkiye’de işler algı operasyonları ile devam ediyor. Haliyle bunun kazananı siyasi iktidar ve ortakları olabilir. Ancak uzun vadede kaybedeni güzelim ülkemiz olacak. Buna vurgu yapmak gerekiyor.
Bu açıdan Adalet Tanrıçası Themis’in gözleri neden bağlıdır? Birileri mi bağladı tanrıçanın gözlerini? Öyle ise kim başlamış olabilir? Elindeki terazi ve kılıcın anlamı nedir? Hukuk literatürüne göre; gözbağı “herkese eşit” yaklaşımın, terazi ise “doğru karar vermenin”, kılıç “kararın keskinliğinin” ifadesi anlamına gelir. Bu açıdan Themis adalet tanrıçası olmanın yanında, bilgelik ve doğru nasihat tanrıçasıdır aynı zamanda. Kısacası bu simgesel anıtın Adalet Saray’larının içinde ya da önünde olmasının bir anlamı ve hükmü yok! Önemli olan temsil ettiği mesajlarına sahip çıkabilmek olmalıdır.
TANINMIŞ EKRAN YÜZLERİNE, UYUŞTURUCU LEKESİ
Neden bu kadar simgesel konulara girdiğimi düşünebilirsiniz. Ancak hafta içinde Türkiye’nin tanınmış şarkıcı ve oyuncularının sabahın erken vaktinde evlerinden gözaltı marifetiyle toplandığını gördüğümde aklıma ilk gelen şey adaletti. Ve kendi kendime neredesin “Ey Adalet” diyerek bağırmaya başladım. Ne var ki, kimse sesime kulak kabartmadı. Maalesef sanatçıların, medya marifetiyle gözaltına alınmasına da pek fazla ses çıkaran olmadı. Ya da olmak istemedi galiba! Kimler yoktu ki listede… Dilan Polat, Engin Polat, İrem Derici, Kubilay Aka, Kaan Yıldırım, Hadise Açıkgöz, Berrak Tüzünataç, Duygu Özaslan Mutaf, Simge Sağın, Demet Evgar Babataş, Zeynep Meriç Aral Keskin, Özge Özpirinçci, Mert Yazıcıoğlu ve Ziynet Sali bunlardan bazılarıydı. Ne mi oldu sonra… Öğle arasında kan örnekleri alınıp, hepsi evlerine gönderildi.
O zaman bunun hukuki karşılığının izah edilmesi gerekmez mi? Hukuk her zaman kanun, nizam ve kurallar bütünüdür. Her noktanın ve virgülün bile bir anlamı ve işareti mevcuttur. Ne var ki, oyuncuların gözaltına alınması aşamasında ben hukukun hiçbir adımını göremedim. Ve aşağıda bunu adım adım anlatmaya çalışacağım. Örneğin, soruşturma aşamasında, henüz bir mahkeme kararı ortada yokken sanatçıların ve oyuncuların kimliklerinin ifşa edilmesi, fotoğraflarının servis edilmesi ve “suçlu” imasıyla haber yapılması, lekelenmeme hakkı bakımından ciddi tartışmaları beraberinde getirdi. Ceza hukukunun temel ilkelerinden biri olan “masumiyet karinesi” uyarınca, “suçu sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” Bu ilkenin doğal bir uzantısı olan lekelenmeme hakkı, bireyin, hakkında yapılan soruşturma veya suç isnadının kamuoyu önünde haksız biçimde itibar kaybına yol açmamasını güvence altına almakta. Aslında savcılık ve kolluk birimleri, sabah gözaltı kararını uygulayıp, birkaç saat sonra, kan örneklerini alıp, serbest bırakması, hukukun temel ilkelerine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.
HÜKÜM SABİT OLUNCAYA KADAR HERKES MASUMDUR
Mesela, Anayasa m. 38/4: “Suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar kimse suçlu sayılamaz.” temel kaidesini esas alır. CMK m. 158/6’da da Savcılıklar, “soyut ve genel nitelikteki ihbar ve şikayetler” için soruşturma kaydı dahi açmadan “işleme koymama” kararı verebilir. Bu hüküm, özellikle kişilerin haksız yere lekelenmesini önlemeye yönelik hukuki bir adımdır. Yine AİHS m. 6’da da “Adil yargılanma hakkı kapsamında masumiyet karinesi açıkça korunur” ilkesi temel bir düstur olarak yer alır. Aslında bu düzenlemeler, yalnızca yargılama makamlarını değil; emniyet birimlerini, savcıları ve medyayı da kapsamaktadır. Çünkü lekelenmeme hakkı, yalnızca mahkeme salonlarında değil, kamuoyu önünde de ihlal edilebilir. Kaldı ki, topluma mal olmuş, ve sanatçı kimliği ile dikkat çeken onlarca isim, bir anda suçlu muamelesine maruz bırakılarak, alenen masumiyetleri ihlal edilmiştir. Medyanın bunu canlı olarak gün boyu ekranlarda tutması ve sürekli bu algıyı oynaması da, karineye açıkça zarar vermiştir.
LEKELENMEME HAKKI İHLAL EDİLDİ
Bazı kesimlerse, operasyonlara ve gözaltına açıkça destek vermiştir. Buna gerekçe olarak da “Kamuya mal olmuş kişiler eleştirilmeye açık olmalıdır” savunmasını öne sürdüler. Maalesef, bu yaklaşım lekelenmeme hakkını ortadan kaldırmıyor. Ünlü olmak, tanınmış olmak bir kişinin hukuki koruma alanını daraltmaz. Yalnızca kamu denetimini meşrulaştırabilir. Ancak denetim, yargısız infaza dönüşmemeli. Zira toplum nezdinde bir sanatçının “uyuşturucu kullanıcısı” ya da “satıcısı” olarak etiketlenmesi, mahkeme kararıyla beraat etse dahi uzun vadeli bir itibarsızlaştırma etkisi oluşturacağı için kısa vadede, sanatçıların hem medyada hem de toplum nezdinde kendilerini temize çıkarmaları zor gibi duruyor. Kısacası bu durum, sosyal ölüm olarak da adlandırılabilir.
Hukuki olarak belirtmek gerekir ki, adli makamların ve kolluk birimlerinin, soruşturma aşamasında kişilerin kimliklerini gizli tutma ve bilgi paylaşımında ölçülü davranma yükümlülüğü mevcuttur. Ancak söz konusu medya operasyonunda gizlilikten ziyade, masumiyet karinelerinin açıkça ihlal edilmesi için sanki bir ortam hazırlanmış gibi bir hava söz konusu. Bu açıdan hukukun özü, “önce yargıla, sonra mahkûm et” olmamalıdır. “Yargı kararı olmadan kimseyi mahkûm etme” anlayışı esas olmalıdır. Aksi durumda toplumda bazı kesimler, hoşnut olmadığı her bir bireye operasyon çekebilir. Bu da hukukun temel ilkelerini ayaklar altına alır ki, kaybeden de şahıslar değil, devlet olur. Bunun önüne geçilmediği müddetçe de, bu tarz hareketler hep olmaya devam edecektir.
ŞAYET SONUÇLAR NEGATİF ÇIKARSA…
Gelelim son noktaya… Aralarında İrem Derici, Kubilay Aka, Kaan Yıldırım, Hadise Açıkgöz, Berrak Tüzünataç, Duygu Özaslan Mutaf, Demet Evgar Babataş, Simge Sağın, Zeynep Meriç Aral Keskin, Özge Özpirinçci, Mert Yazıcıoğlu ve Ziynet Sali’nin de bulunduğu sanatçılar, uyuşturucu kullanıp kullanmadıklarının tespiti için, kamu hastanelerinde kan örnekleri verdi. Haydi alınan numunelerden hiçbir pozitif sonuç çıkmazsa, bunun bedelini kim ödeyecek? Soruşturmayı yürüten Savcılık mı, buna müsaade eden Başsavcı mı, yoksa görüntüleri ve isimleri çarşaf çarşaf dağıtan kolluk birimleri mi? Bunun cevabını öncelikle Adalet Bakanı, ardından da İçişleri Bakanı şimdiden vermelidir. Çünkü şayet sonuçlar negatif çıkarsa, onlarca isme sadece özür borcu olmayacak. Masumiyet Karinesi’nin ihlalinden dolayı milyonlarca lira tazminat hakkı oluşacak. O zaman ne olacak?
























